24 Ekim 2014
Sayı: KB 2014/42

Sermayenin zorunu bozacak tek güç birleşik bir devrimci direniştir!
Kobanê direnişi ve devrimci sınıf mücadelesi
Kobanê’de emekçi irade kazanmıştır!
Koridor açıldı, direniş sürüyor!
YPG/YPJ savaşçılarını binler uğurladı
Bütçe görüşmeleri başladı
İşsizlik de işçinin suçuymuş!
Validebağ talana direniyor!
MİB MYK Ekim ayı toplantısı değerlendirme ve sonuçlar
İhanete geçit vermemek için metal işçileri sokağa!
DEV TEKSTİL’in Esenyurt tanıtım toplantısı
Sermaye kan dökmeye devam ediyor!
Feniş’te satış sonrası baskılar artıyor
EKU’da Türk Metal devrede
Gençlik hareketine devrimci müdahalenin sorunları
Liseli meclisleri sesleniyor: “Sen de varsın!”
Meclisler toplanıyor, DGB genel kurula yürüyor
Faşizme karşı omuz omuza!
Avrupa’da Kobanê'yle dayanışmanın dersleri ve kazanımları
Dış basında Kobanê yardımı ve AKP’nin iflası
İngiltere’de on binler sokaklara çıktı
Haziran Direnişi yargılanıyor!
Devletin kontrgerilla gerçeği ve ötesi - K. Ehram
Kadın düşmanlığının tarihsel ve mitolojik kökeni - Z. Eylül
Cumartesi Anneleri'nin eylemi 500. haftasında
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Cumartesi Anneleri'nin eylemi 500. haftasında...

İnsanlık onuru ve
özgürlükleri için sokağa!

 

Kayıpların akıbetinin sorulduğu Cumartesi Anneleri eyleminin 500. haftasına girildi. Bu mücadeleye nasıl başladınız?

Meside Ocak: 21 Mart 1995’te Hasan’ın (Ocak) gözaltında kaybedilmesinin ardından, ailesi, arkadaşları ve İnsan Hakları Derneği olarak kampanya başlattık. Hasan ilk kayıp değildi bizim için, son kayıp olmasını istedik. Bunun için de 10 kişinin katıldığı sendika toplantılarından on binlerce kişinin katıldığı mitinglere kadar her yerde eylemler yaparak Hasan’ı ve tüm kayıplarımızı istedik. “Sağ aldınız, sağ istiyoruz” dedik. Bu eylemliliklerimizin sonunda insanlarda da bir duyarlılık gelişmişti. Gazi Katliamı’nın hemen sonrasıydı bu. Biz 58 gün sonra Hasan’ın cansız bedenini kimsesizler mezarlığında bulduk. Hasan’ın ardından Rıdvan Karakoç’un da Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda olduğu ortaya çıktı. İlk 27 Mayıs 1995’te Galatasaray Lisesi önünde oturmaya başladığımızda, Ayşenur Şimşek bulunmuştu. Rıdvan’ı her ne kadar mezardan çıkartmamış olsak bile Rıdvan’ın da orada olduğunu öğrenmiştik. 27 Mayıs 1995’te ilk kez Galatasaray’da oturduk. Bu oturma kararı bir grup aydın, sanatçı ama daha çok kadınların içinde olduğu, insan hakları savunucuları ve kayıp yakınlarının ortak kararıydı. İlk başladığımızda bu eylemin sürekli yapacağımız bir eylem olacağını düşünmemiştik. Böyle bir şeyle başlamamıştık. 3-4 haftadan sonra biraz ayırdına varabildik. İlk haftamızın sonuna geldiğimizde, 2. haftamızda da Rıdvan Karakoç’u kimsesizler mezarlığından çıkarmıştık. 8 Temmuz 1995’te ilk kez saldırı ile karşılaştık Galatasaray’da. Açıkçası o zamana kadar çok fazla insanla oturmamıştık. En fazla sayımız 30-40 oluyordu. O dönem çok fazla görülmüyorduk işin aslı. Gözaltına alınmamızın sonrasında insanlar bizi görmeye başladılar ve gelmeye başladılar. ’96 Habitat döneminde çok yoğun saldırılarla karşılaştık. Taksim Cumartesi Anneleri’ne, kayıp yakınlarına yasaklanmıştı. Ama ısrar ve inat o saldırıları geri püskürttü ve 4. hafta sonunda biz yine Galatasaray Lisesi önünde oturuyor olduk. ‘98 15 Ağustos’una kadar bu böyle devam etti. 170. haftamızda 30 hafta sürecek saldırı zinciri başladı. Biz 13 Mart ‘99’a kadar her hafta sonumuzu gözaltında geçirdik. Annelerimiz saçlarından çekilerek yerlerde sürükleniyordu, coplar kırılıyordu üstlerinde. Biber gazı ilk kez bu memlekette Cumartesi Anneleri’nin bindirildiği polis aracının içine atılarak uygulandı. Cumartesi Anneleri eylemi çok büyük bir sivil itaatsizlik eylemi haline geldi. Biz 200. haftamızda ara verdiğimizde şunu yaşıyorduk; ilk oturmaya başladığımızda bir yıl içerisinde kaybedilen insan sayısı 400’lere ulaşırken yıllar geçtikçe, mücadelede ısrar ettikçe kaybedilenlerin sayısı düştü ve ‘99’da ara verdiğimizde, o yıl içerisinde sadece 9 kayıp vardı. Bu bizim için çok önemli bir şeydi. 3 talebimiz vardı, biz Galatasaray Meydanı’nda oturduğumuzda. Birisi gözaltında kayıpların son bulmasıydı. İkincisi kayıpların akıbetinin açıklanıp ailelerine teslim edilmesiydi. Üçüncüsü de faillerin yargılanmasıydı. 200 haftalık mücadelede bu ülkede muhaliflere uygulanan gözaltında kaybetme politikasını durdurduk ve devlet muhalefetini artık gözaltında kaybedemedi, farklı yöntemlere yöneldi. Yine bununla birlikte ilk başta umutsuz olsak da, ne yapacağımızı bilemesek de, bu mücadelede ısrar etmek gerektiğini, kayıp yakınlarıyla birlikte ilerlememiz gerektiğini biliyorduk. 13 Mart ‘99’da ara verdiğimiz oturmalardan sonra 2008’de başlayan Ergenekon soruşturmalarında ismi geçen kişilerin birçoğu bizim kayıplarımızın faili idi. Ve biz Cumartesi Anneleri’nin, tek tek ailelerinin İHD’nin müdahillik talepleri reddedildi. Ocak Ailesi olarak yaptığımız müdahillik talebine ise “her ne kadar Ergenekon adı verilen dosyada Hasan Ocak’la ilgili bilgi ve belge var ise de, söz konusu konuyla ilgili mahkememiz yargılama yapmamaktadır” cevabı verildi. Bu da şu demek oluyor; bu isimler sadece “hükümete darbe girişimi”nden yargılanıyor, işledikleri insanlık suçuyla ilgili yargılanmıyorlar. 31Ocak 2009’da müdahillik taleplerimiz reddedilince ve faillerin üzerindeki bu koruma kalkanını yırtamamanın etkisiyle tekrar bir araya geldik. 201. haftamız olarak oturmaya yeniden başladık.

Aynı acıları yaşıyoruz

- O günden bu güne neler yaşandı?

Meside Ocak: ‘90’lardan ilk başladığımız günden bugüne Cumartesi Anneleri verdiği mücadeleyle kayıpları durdurdular. Şimdi bir talep daha eklendi taleplerine; toplu mezarların açılması. Bizim kayıplarımız toplu mezarlarda bunu biliyoruz. Bu toplu mezarların açılmasıyla ilgili defalarca çalışmalar yaptık, açıklamalar yaptık, görüşmeler yaptık, eylemler yaptık. Bununla birlikte Birleşmiş Milletler’in bütün kişilerin zorla kaybedilmeden bulunmasına dair sözleşmesinin imzalanmasıyla ilgili sayısız girişimler yaptık. Elimizde kalan çok somut bir şey yok. 300. haftamızı bir kampanya tarzında örgütledik ve 300. haftamıza kadar “onların arkasında kim olduğu belli değil” diyen, bizi teröristlikle suçlayan, dönemin başbakanı bizimle görüşme talebinde bulundu. Bu görüşmede bu hükümet, bu devlet gözünde bizim meşruluğumuzu kabul ettiğini belirtti. Bu görüşme sonrasında Cemil Kırbayır ile ilgili bir meclis araştırma komisyonu kuruldu. Onlar için bir siyasi malzemeydi belki bizimle görüşmek. Devletin ya da hükümetin yaptığı bir siyasi malzemeydi ama bu görüşmeden elimize geçen çok büyük bir sonuç var aslında. 31 yıl boyunca “gözaltından kaçtı” denilen Cemil Kırbayır, bu araştırma komisyonunun yaptığı çalışmaların ardından, “işkencede öldürülmüştür” açıklaması yapıldı devlet tarafından. Bu da şu demek oluyordu. Kayıpların failleri devlet. İşkencede katledilmişlerdir. Bu demek oluyordu bizim gözümüzde. Bu açıklama yapıldı, ama Cemil Kırbayır’ın kemiklerine ulaşılamadı. Mezarına ulaşılamadı. Bu araştırma komisyonu da sadece şunu söylemekle yetindi, “Vicdan sahibi insanların Cemil Kırbayır’ın mezarını göstermesini bekliyoruz.”

400. haftamızda yine kampanya tarzında bir çalışma yürüttük. 400. haftamıza kadar toplu mezarların açılmasıyla ilgili sayısızca girişimimiz olmuştu. O güne kadar hiçbir mezarın açılması söz konusu olmamıştı. Ama 400. haftadan sonra bölge illerinde, Kürt illerinde var olan toplu mezarların açılması için savcılar bizim başvurularımızı öne alarak ve davalara dönüştürerek toplu mezarların açılması sağlandı. Açılan toplu mezarlarda biz 30’a yakın kaybımızın kemiklerine ulaştık. 500. haftamıza geldiğimizde; 500. haftanın bizim için 474. haftadan 540. haftadan hiçbir farkı olmayacak. Biz çünkü aynı şeyi yaşayacağız o meydanda. Gideceğiz anacağımız kayıbımızı tanıtacağız ve yine aynı şeyleri yaşayacağız. Yine aynı acıları hissedeceğiz. 500. haftamızın 300. ve 400. haftada olduğu gibi bir sıçrama yaratmasını istiyoruz aslında. Daha çok görünür olmak, daha çok konuşuluyor olmak bizi bir yerlere götürdü hep. Burada da bir kırılma olmasını istiyoruz. Yoksa bizim nazarımızda 500. haftamızın hiçbir özelliği yok.

Tank cumhuriyetinden TOMA cumhuriyetine geçtik

- ‘80 darbesinden beri devletin, ‘90’lı yıllardaki, Haziran Direnişi ve en son Kobane eylemleri karşısındaki saldırganlığına ek olarak, mecliste kolluk kuvvetlerinin yetkisini arttırmaya yönelik hazırladığı yasa hakkında ne düşünüyorsunuz?

Meside Ocak: Demokratikleşmeden bahseden bir hükümetle yönetiliyoruz ama ‘90’lardan çok farklı olmadığını düşünüyoruz yaşadığımız sürecin. ‘90’lardan 2014’e geldiğimizde tank cumhuriyetinden TOMA cumhuriyetine geçiş olduğunu düşünüyoruz. Sonuçta ‘90’larda susturmanın, yok etmenin bir adıydı gözaltında kaybetme, ama şimdi sayısız insan sokaklarda TOMA’larla, gaz bombalarıyla öldürülüyor, katlediliyorlar. Aslında bunun ‘90’lardan hiçbir farkı yok. Hiçbir farkının olmadığını düşünüyoruz. Bunu da zaten sürekli meydandaki açıklamalarımızda dillendiriyoruz. Hiçbir farkı yok ama yapılması gereken çok şey var. İnsanlık onurunu ve özgürlükleri savunmak için sokakta olmak gerekiyor.

 
§