22 Ağustos 2014
Sayı: KB 2014/34

Gerici düzenin siyaseti emekçilere umut olamaz!
Halklar arası gerçek kardeşleşme için
devrimci sınıf mücadelesi!
Ayakları hep Kürt halkının değerleri üzerinde
Lice’de devlet terörü:
Bir kişi katledildi
Bedeli Suriyeli ve Türkiyeli emekçiler ödüyor!
Sendikal harekette ne(ler) oluyor?
Tıkanan sendikal hareket ve ‘zorunlu zor’ ilişkisi! - D. Sinan
“Örgütlenmek dışında bir çaremiz var mı?”
Yatağan işçileri
barikatları kurdu!
Türk Metal ‘şemsiye’ açıyor!

“İşveren hiçbir şekilde ‘barış’ beklememeli!”

Sermaye kana doymuyor!

Ağaç-İş ağalarının son ihaneti: Kocaeli şube kapatıldı

Madencilerin devlete
vefa borcu varmış!

Yürüyüş’ün subjektif eleştirilerine zorunlu yanıt! - O. Kara
Uluslararası sermayenin grev korkusu!
“İşçi sınıfı birdir ve sınır tanımaz!”
Dünyada grev ve eylemler
IŞİD kapitalist emperyalizmdir!
ABD emperyalizminin
kendi halkına karşı savaşı
Avrupa’da IŞİD katliamları lanetlendi
Ebola’dan ölüme terk edilmek…
21. yüzyıl müritleri ve post-modern medrese hayalleri - K. Ehram
Kızıl Bayrak yukarı,
daha daha yukarı!
“Gelin hep birlikte direnelim, örgütlenelim, özgürleşelim!”
İşçi kadınlar hakları ve özgürlükleri için örgütlenmelidir!
Cezaevlerinde saldırılar ve hak ihlalleri
Zulmün değil, kavganın ateşiyle tutuşan iki yürek!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

21. yüzyıl müritleri ve
post-modern medrese hayalleri

K. Ehram


Behey,

Kıralın şövalyesi,

sermayenin altın sesi,

ve Allah’ın peskoposu!

Felsefenden tüten günlük kokusu

başımızı döndürmek içindir.

Hayat kavgasında bizi

dizüstü süründürmek içindir!

Her kitabın

diz çökmüş önünde Rabbın

kara kuşaklı bir keşiş gibi..

Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,

inandıracaktın?

Biz İsanın vuslatını bekleyen

bir rahibe değiliz ki!

Nazım Hikmet

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, ‘Erdoğan’a 20 öneri’ başlıklı yazısında MEB’in yeniden düzenlenmesi, ODTÜ’nün yıkılması vb. maddeleri ardı ardına sıraladı. İslami kuralları esas alan medeniyet üniversiteleri kurulması gerektiğini öne sürdü. Yusuf Kaplan’ın önerilerinin yirmisine de tek tek baktığımızda gördüğümüz o ki bunların hiçbiri tek bir kafanın ortaya attığı bireysel ve özgün değerlendirmeler ve talepler içermiyor. AKP’nin kalemşörlerinden olan Yusuf Kaplan’ın kendisi bizzat AKP’nin bakış ve vizyonunu yansıtan bir isim olmanın yanı sıra çok daha geniş ölçekten bakıldığında Türkiye’deki dinsel gericiliğin post-modern bir temsilcisi, muhafazakâr aydın(!) takımının lafebelerinden biri. Taleplerin kendisi de mücadelenin yükseldiği her dönemde toplumda gerilmiş birtakım kuvvetleri dengelemek, harekete geçmiş toplumsal katmanların ivmesini azaltmak ve kitleye itici güç veren dinamikleri pasifize edecek karşı reaktörleri işletmek adına burjuvazinin Ortadoğu ve Türkiye’de göbek bağı ile bağlı olduğu dinsel gericiliğe sarılmasının bir sonucu olarak tekerrür halinde uyguladığı sistematik saldırının bir parçasıdır. O ki, Yusuf Kaplan AKP’den, AKP dinsel gericilikten, ABD’nin desteği ile Türkiye’de on yıllardır tırmandırılan dinsel gericiliğin kendisi ise yayılmacı sömürgecilik anlayışından ve burjuva gericiliğinden ayrı bir olgu değil.

Dinsel gericilikle mücadele konusunda, yakın tarihin güncel politik verileri dışında elimizde çok somut bir silahımız vardır; o da materyalizmdir, sahte bilime karşı gerçek bilimdir! Emekçi sınıflar içinde güç kazanan dinsel düşüncelerin nedenlerini ayakları yere basan, yüzü bunlarınki gibi göğe değil yere ve toprağa dönük bu bakış açısı ile tahlil edebiliriz. Toplumbilimsel bir gerçeklik olarak yoksul ve örgütsüz emekçi kitlelerin acılarını dindirecek bir öbür dünya umudu ile dinin bu sahte piskoposların elinde yüz yıllardır maşa edildiğini materyalist bir yorumla çıkarsayabiliriz. Bunlar ağızlarına ne zaman halkın değerlerini, tarihi, gelenekleri, kültürü ve benzeri lafları alsalar- ki Yusuf Kaplan’ın 20 maddelik yazısında tam 14 tane buna yönelik vurgu geçiyor- bunları tamamen kendi sınıflarına ve kendi çıkarlarına hizmet edecek birer olgu olarak kullandıklarını görüyoruz. Emekçilere, bu piskopos ve imam kılıklı burjuva temsilcilerinin zehirli sözlerine karşı ancak toplumsal mücadele zırh sağlar. Toplumsal mücadele ile özgürleşen ezilen ve emekçi katmanlar her tarihi dönemde dinsel-gericilikten zincirlerini kırmayı başarabilmişlerdir.

Nizamülmülk Medreseleri’ni 21. asra taşımak…

Türkiye gericiliğinin dincisi milliyetçi, milliyetçisi ise aynı ölçüde dincidir. ‘70’li yıllarda MHP’nin temel sloganlarından biri, ‘Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar müslüman!’ idi. Yani faşist 12 Eylül rejiminin Türk-İslam sentezi ideolojisi, daha bu zamandan şiarlaştırılmış biçimi ile vardı. Genel olarak milliyetçilik ümmetçilikle, tersinden de ümmetçilik milliyetçilikle bağdaşmadığı halde, bunların şoven milliyetçisi dinci, dincisi ise şoven milliyetçidir.” H. Fırat

Yusuf Kaplan’ın talepler listesinde yukarıda yaptığımız alıntının somutlanmış bir halini görüyoruz. Özel olarak İslam’a ve dine yapılan vurgular herkes tarafından ilk bakışta dikkat çekmesine rağmen asıl nokta Yusuf Kaplan’ın iki maddede bir dönüp dolaşıp ABD’ye, Arap dünyasına, Çin’e ve tüm bunları aşıp tüm dünyaya açılmaya yönelik yaptığı vurgulardır. Taleplerinde kendisine rehber aldığı eğitim modelinin “Nizamülmülk medreseler”i olması ise boynunun üzerinde “ataları Selçuklular” dan devraldığı Türkçü-İslamcı bir 12. yüzyıl kafası taşıdığı anlamına gelmektedir.

Kur’an Üniversitesi kurmaktan, cemaatlerin güçlendirilmesinden, hakikat tohumlarını Amerika’dan Afrika’ya ve Çin’e yaymaktan bahsederken Selçuklular’dan kalma Nizamülmülk medreselerinden övgüyle ve irticai bir özlemle bahsediyor Yusuf Kaplan. Bu post-modern müderrisin İslamabad’la Suud ile yarışmaktan bahsederken aklına Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nin geliyor olması şaşırtıcı değil. İslam Birliği'nin kurulmasını sağlayacak fikrî ve kültürel yapı ile beslenen, pergelin sabit ayağını İslam’a dayayıp hareketli ayağıyla tüm dünyaya açılan İslami şuuru yüksek genç bir kuşak yetiştirmekten bahsederken Endülüslü öğrencileri devşirip Sunni bir eğitimden geçirerek kendine bağlayan bu medreselere öykünmesi ise pek tabii.

Selçuklular’ın eğitim kurumları olarak burjuva tarih derslerinden hatırlayacağınız “Nizamülmülk” Medreseleri Bağdat, Musul, Nişabur, İsfahan ve Rey gibi büyük kentlerde eğitimin merkezleri haline getirilmiş, din ve hukuk eğitimini baz alan, camilere ve mescitlere bağlı, onların yanında ya da içinde öğretime ayrılmış yerlerdi. 21. asrın filozoflarından geçinen bu piskopos bugün ODTÜ’yü hedef aldığı cümlelerinde bu medreselere atıfta bulunuyorsa bir bildiği vardır deyip tozlu tarih kitaplarını biraz karıştırdık biz de. İslam dünyasının geleneksel eğitim metodunu belirleyen Nizamiye Medreseleri’nin kurulma amacı hemen her kaynakta açıklıkla ifade edilen şekliyle; din adamı yetiştirmek, yetenekli ve parasız öğrencileri okutmak, imparatorluğun yönetimi için memur yetiştirmek ve bilginleri bir görev ve maaşla medreselere bağlayıp denetim altında tutmak şeklinde ortaya konuyor. Burada boldlanmış kelimelere dikkatle bir daha bakalım. Bunları birleştirdiğimizde dünden bugüne ülkemizde dinci-gericiliğin eğitim alanındaki politikasının bir özetini görmüş oluyoruz. Bu politikaları basit bir ezber ile taleplerine aksettiren Yusuf Kaplan’ın gericilikte daha yaratıcı olamadığını ve efendilerinin bu zamana kadarki vizyonundan daha geniş bir vizyona sahip olmadığını da böylelikle söyleyebiliriz.

Nizamiye medreselerinin yaygın olmasının nedenlerine baktığımızda ise İslamiyet’i yeni benimsemiş Oğuz topluluklarının yeni inançlarının pekiştirilme, eskilerinin silinme gereğinin duyulması, yeni ele geçirilen ülkelerin manen de fethini sağlamak için gerekli insanları yetiştirme düşüncesi, özellikle farklı uluslardan gelen yoksul öğrencileri kendi eğitimi ile yetiştirerek devlete karşı gizli hareketlere katılmaları ihtimalini ortadan kaldırma düşüncelerinin sıralandığını görüyoruz.

Son olarak yakaladığımız trajikomik bir benzerliği ifade etmeden geçmeyelim: Selçuklu sultanlarının kendi adlarına ve eşlerinin adlarında medreseler inşa ettirmeleri bilgisi size bugünün Recep Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan, Turgut Özal üniversitelerini hatırlatmıyor mu? 12. yüzyıl sultanlarının takıntılarını yüzyıllar boyu kendi sınıfının genlerinde taşıyarak “atom çağına” kadar aktaran burjuva gericiliğinin bir temsili olan Yusuf Kaplan’ın medeniyet iddiası tutarsız, herhangi bir gelecek tasavvuruna dem vurması ise pişkinliktir.

Şah-mat!

Yukardaki alıntıda da ifade edildiği gibi dinsel gericiliğin Türkiye’de politik bir iddia ile sahneye çıkışının kökeninde, Amerikan emperyalizminin hizmetinde devrimci kanı dökmek var. Dolayısıyla, bugün dinsel gericiliği emperyalizmden ve burjuva gericiliğinden bağımsız ele alamayız. Yusuf Kaplan’ın kendisi bakın ne diyor: “ABD’de olduğu gibi Ivy League üniversitelerine benzer” bir eğitim anlayışı yerleştirilmeli.

Gerici sınıf ihtiyaçlarına uygun bin beter bir ideolojinin tıpkı Yusuf Aslan’ın talep listesinde belirtildiği gibi “eğitim, kültür ve medya” üçayağına oturtulmaya çalışılan bir karşı-devrim programına hizmet ettiğinin altını çizmek ve bu alanlara yönelik saldırıların sınıfsal-politik içeriğini boşaltmadan mücadele hattını kurgulamak gerekiyor. Örneğin çubuğu, söz konusu bu yirmi maddelik pespaye talepler listesi olduğunda yalnızca piyonlardan biri olan Yusuf Aslan’a bükmemek, söz konusu ODTÜ’deki “yol projesi” olduğunda kılıçları yalnızca Melih Gökçek için bilememek gerekiyor. Bu talepler sermayenin sarıldığı dinsel-gericilik politikaları, yol projesi ise bir rant projesidir. Nasıl ki bu rant projesine karşı sadece yol kenarına çiçek dikmekle yetinilmediyse, daha geniş çaplı bu politik saldırılara da gül uzatarak yanıt vermeyeceğimiz kesindir.

Yusuf Kaplan’a son söz yerine: İngiltere’de, o büyük kolejlerde okumuşsun okumasına, o kökten değiştirilmesini önerdiğin MEB bursuyla… Burası çok doğru, burası kesin. Fakat “safsata iklimlerine” açılan bir felsefenin mimarı olmak dışında nedir senin aldığın ilim? Behey Yusuf Kaplan, ODTÜ’yü yıkmak kim, irfan kim, sen kim? Topraktaki saltanatın göğe çıkan tahtına fazla güvenme. Nazım’ın dediği gibi bugün satırların zafer naraları atarken ayağına takılacak en ufak bir taşa bakar hemen anlaşmak için bir kapı açman ve binip Allah’ının sırtına soldan geri kaçman…

Komünizm ile Mücadele Dernekleri’nden Milli Türk Talebe Birlikleri’ne… Biz sizi çok iyi tanıyoruz. Burjuvazinin şahı ne zaman köşeye sıkışsa oynadığı bu ucuz hamlesi yenilgiyi öteleme hamlesi olmaktan öte bir yere varamaz. Şah mat oluncaya dek atlarımızı üzerinize süreceğiz, şah mat!

 

 

 

 

Bir DGB’linin OSTİM deneyimi

 

Yaz tatiline girmemiz, liselerde ve üniversitelerde pek faaliyet yürütemememiz nedeniyle ben de bu zamanda işçi sınıfını üretim alanlarında öğrenebilmek için OSTİM’de çalışmaya karar verdim. OSTİM’de bulunan bir atölyede işe başladım.

Atölyeye gitmeden önce çok farklı düşünüyordum, oysa oraya gittikten sonra düşüncelerim değişmişti. Neden işçiler birleşmezdi, neden bir olup tüm fabrikalarda, atölyelerde, tersanelerde, inşaatlarda patronlardan hesap sormazlardı; en çok düşündüğüm buydu. Oraya gittiğimde gördüm ki işçiler kendi aralarında gruplaşmış; kadınlar- erkekler diye ayrılmış, kadınlarda da 3’lü-4’lü ittifaklar kurulmuş diğer kadınlar dışlanmıştı. İşçi işçinin düşmanı olmuştu.

Burada biz devrimcilere düşen görev neydi; ilk gece kendimi sorgulamaya başlamıştım. Yaklaşık 30 kişinin çalıştığı atölyede biz 15 kişi öğle aralarında, dışarıda kolektif bir masraf paylaşımıyla her gün kola içerdik. Ve benle beraber işe başlayan kadın yoldaşımdan başka hiç kadın olmazdı, bu durum üzüntü veriyordu. Üzüntüm biraz kısa sürdü ve kadın yoldaşımızın geldiğini gören başka kadınlar da gelip bizimle sohbet edip kola içmeye başlamıştı. Devrimcilik de bu olsa gerek; yaptığın küçük bir hareketin yarattığı kıvılcım, çevrendeki insanları etkileyip, yapmak istedikleri ama cesaret edemedikleri, çekindikleri ya da korktukları şeyleri yapmak için harekete geçirir.

İzlenimlerimden biri de ben işe başladığım ilk gün deneyimli işçilere ‘zorunlu değil ama’ mecbur bırakılarak mesai yaptırılıyorlardı. İşçiler günde 13 saat çalışıp karşılığını asla alamıyordu. Patron “işçilerden ne kadar daha fazla yararlanabilirim” düşüncesindeydi. İşçiler bu zorunlu mesaiden şikâyetçiydi ama patrona çıkıp bir kişi bile bunu iletemiyordu. Ayrıca aldıkları ücret yetmediği için kendilerini mesaiye kalmaya mecbur hissediyorlardı. Mesaiye kalıyorlardı ama mesainin ücretini bilmiyorlardı. Bunu sormaya dahi çekiniyorlardı. İşçilerde patrona, müdüre karşı korku vardı ve bu korkunun yenilmesi gerekiyordu. Birkaç işçiyle bu konu hakkında sohbet ettim. Hepsi “haklısın, evet, doğrusun” diyorlardı ama pratiğe gelince hiçbirinde bir hareketlenme yoktu. Uzun süre Greif işçilerinin o muhteşem direnişini anlattım. İşçilerin patrondan, patron yalakalarından, Amerikan tekelinden nasıl hesap sorduğunu anlattım. Greif’in işçi sınıfına nasıl yol gösterdiği ve yeni Greifler için neler yapılması gerektiğiyle ilgili sohbetler ettik.

Başka bir iş günü patron atölyeyi gezmeye geldiğinde işçilerin patrona karşı gözündeki hırsı gördüm. İşçi, kendisini sömüren patrona karşı tutum alıyor ve verdiği selama karşılık bile vermiyordu. Patron işçiden alamadığı cevabı yalnızca müdürde buluyordu. İşçilerin patrona karşı öfkesi vardır, her zaman da var olacaktır. Biz devrimcilere düşen görev ise işçilerin haklarını alması için yol göstermek, onların yanında ve içinde olmaktır.

Bunlar gibi birçok olay başımdan geçti. Sınıfı sınıfın içinden anlamak da çok güzeldi, bana birçok faydası oldu. Bundan sonra da yaz dönemlerinde çalışmayı düşünüyorum ve bütün sınıf devrimcilerini selamlıyorum.

OSTİM’de çalışan bir DGB’li

 

 

 

 

 

 

Ankara DLB’den Devrim Okulları

 

Ankara Devrimci Liseliler Birliği (DLB), uzun zamandır faaliyetini yürüttüğü Devrim Okulları’nın iki dersini gerçekleştirdi.

Ankara DLB, “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm” konulu ilk dersini 15 Ağustos’ta tamamladı. Konu diyalektik materyalizmin açıklanması ve maddeci tarih anlayışının örneklendirilmesi üzerinden ikiye bölündü.

Sunum haftalardır süren yoğun çalışmaların selamlanması ile başladı. Devrim Okulları’nın yeni eğitim ve mücadele dönemine güçlü bir şekilde girmenin önemli bir aracı olduğundan bahsedildi. Devrim Okulları’nın, yıllardır liselilerin teorik birikimini artırmak açısından önemi vurgulandı.

Diyalektik materyalizmin, Marksist-Leninist düşünceyi idrak etmek ve onu pratiğe geçirmek bakımından elzem bir yerde durduğu söylendi. Diyalektiğin ve materyalizmin anlamları açıklanarak bunlar üzerinden örnekler verildi. Ardından diyalektik materyalizmin öteki felsefi akımlardan ne bakımdan ayrıldığı açıklandı.

Ankara DLB, ‘toplumlar tarihi ve sosyalizm’ konulu ikinci dersine 17 Ağustos’ta söyleşi ile devam etti. Bir DLB’linin toplumların gelişimini ilkel toplumdan başlayarak, köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplum olarak sunması ile başlayan Devrim Okulu, toplumlar tarihinin gelişim seyrini ayrıntılı bir şekilde ortaya koymakla birlikte, sosyalist toplumda nasıl bir sürecin inşa edileceği üzerine yapılan tartışmalarla devam etti. Toplumlar tarihinin sınıf savaşımları tarihi olduğu belirtilen sunumda devrimci örgütün öneminin altı çizildi. Söyleşi bir sonraki sunuma yönelik ön hazırlık ve canlı bir tartışma yapma kararı ile sona erdi.

Dikmen DLB’den afiş çalışması

Dikmen Devrimci Liseliler Birliği (DLB), 11. Mamak İşçi Kültür Sanat Festivali’nin çağrısını yapmak için Dikmen’de afiş yaptı. İlker, Sinan, Dikmen, Hürriyet ve Sokullu caddelerinde afişler yoğun olarak kullanıldı.

Liselilerin Sesi / Ankara

 

 

 

 

DGB’den Sütaş direnişçilerine ziyaret

 

Bursa Devrimci Gençlik Birliği (DGB) 15 Ağustos’ta direnişçi Sütaş işçilerine ziyaret gerçekleştirdi. “Yaşasın işçi öğrenci dayanışması” pankartı ile sloganlarla direniş alanına gelen DGB’lileri direnişçi işçiler de sloganlarla karşıladı.

Direniş alanında uzun uzun sohbet edildi. DGB’nin, Bursa’da boykot çağrısını yaymak için gerçekleştirdiği çalışmalar işçilere aktarıldı. İşçilerin Bursa’da gerçekleştireceği çalışmalara DGB’nin destek olacağı dile getirildi.

Direnişçi işçiler, çalışma koşullarını, direniş süreçlerini, kaymakamlık, Sütaş patronu ve jandarma iş birliğinde gerçekleşen saldırıları anlattılar. Direnişçi işçiler Sütaş patronu Muharrem Yılmaz’a gönderilmek üzere, ziyaretçilerden mesaj aldıklarını belirterek, DGB’lilerden de mesajlarını yazmalarını istediler. Ziyaret çekilen hatıra fotoğrafı ile son buldu.

Kızıl Bayrak / Bursa

 
§