18 Temmuz 2014
Sayı: KB 2014/29

Gerici saldırganlığa karşı işçilerin birliği halkların kardeşliği!
AKP-Siyonist İsrail işbirliği
AKP’nin kirli savaş politikalarının faturasını halklar ödüyor
Birileri planlamış, birileri vurmuş, birileri de serbest bırakmış!
Sivas, kusursuz planlanmış bir devlet katliamıdır!
Sermaye seri cinayetlerine devam ediyor!
ERDEMİR özelleştirildi, Ereğlililer borçlandı
Torba yasa işçi güvenliği alanını daraltıyor!
Kent Gıda’da
grev bayrağı dalgalanıyor!
Bakaç Reklam işçilerinden ‘Yılın Emek Hırsızı’ eylemi!

Somalı madencilerden
Ankara’da eylem!

MİB MYK Temmuz ayı toplantısı

Ekim Gençliği 2. Yaz Kampı başarıyla gerçekleştirildi
Ekim Gençliği II. Yaz Kampı tamamlandı
Gençliğin devrimci birliğini yaratmak
ellerimizde! - B. Bahar
Kavgayı Kızıl Bayrak’la örgütleyelim! - T. Kor
Direnişçi işçilerden Kızıl Bayrak’ın 20. yılına mesajlar
Filistinliler katliama karşı direniyor!
İsrail insanlıktan çıkarıyor
Rıza Shahabi’ye özgürlük!
Dünya eylem ve grevlerinden...
BBC çalışanları
greve çıkıyor
Katliam için “insanüstü gayretle” çalışmışlar
Büro emekçileri iş bıraktı!
Kapitalizmin kadın ve çocuk pazarı!
Saray soytarılığı geleneği ve ‘Vizyon’ dalkavukları - K. Ehram
İş cinayetlerinin olmadığı bir dünya için!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Saray soytarılığı geleneği ve
Vizyon’ dalkavukları

K. Ehram

 

Kral Lear: Hele bir yalan söyle efendi, kırbacı yersin.

Soytarı: Doğru söyledim mi onlar dövüyor; yalan söylersem sen kırbaçlatacaksın; bazen de hiçbir şey söylemediğim için kırbaç yiyorum. Keşke soytarı olmasam da, ne olursam olaydım. Ama amca, yine de senin yerinde olmak istemezdim. Aklını her iki yandan yontup ortada birşey bırakmamışsın.

William Shakespeare

Saray soytarılığı ve kuklacılar

Çok eskimiş fakat unutulmamış bir gelenek bugün hala varlığını sürdürmektedir. Binlerce yıllık tarihi ta Eski Mısır’a kadar uzanan saray soytarılığı bugün Fransa kraliyetinden Osmanlı saraylarına kadar hala anlatılan pek çoğu hikâyeye konu olmuştur. “Soytarılık, bir zamanlar çok önemli bir meslekti. Soytarılar hükümdarları en sıkıntılı zamanlarında bile güldürür, dertlerini unutturarak gerginlikleri azaltır ve bu arada bol bol da bahşiş alırlardı.”[1] Elbette tarihte “kral çıplak” diyerek kendini dürüstçe öne atan bir yergici soytarılık geleneği de mevcut. Diğerlerinin söylemeye cesaret edemediği gerçekleri alaycı bir üslupla dillendirebilen soytarı önemli bir karakter olarak pek çoğu hikâyeye ilham olmuştur. Bunun bir örneğini büyük tiyatro yazarı Shakespeare’in trajedilerinde görmek mümkün. Bu eserlerde soylu bir iş olarak tasvir edilen soytarılık saygınlığını iktidarı korkusuzca eleştirebilmesine borçludur.[2]

Ancak soytarılık özünde muhalif bir geleneğe yaslanmasına rağmen bu temele fazla sıkı tutunamamış ve yüzyıllar boyunca erozyona uğrayarak kaybettiği eleştirel niteliği sonunda iktidar yaltakçısı olarak anlamını pekiştirmiştir. Dolayısıyla kendisini günümüze bu anlamla aktarmıştır. İktidarla ilişkisi çağlar boyunca kral/padişah tarafından baskı altına alınmış ve sansüre boyun eğmiş güldürücünün ödül karşılığında efendisinin gönlünü hoş tutmasına indirgenen saray soytarılığının iktidarla ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, bugün saraylar da soytarılar da ortadan kalkmış olmasına rağmen varlığını hala en açık biçimde sürdürdüğünü görmek mümkündür.

Saray soytarıları ile aynı bağlamda ele alınan bir diğer tarihsel karakter de kuklalardır. Çok daha eski bir tarihe sahip olan ve kültürel olarak oldukça zengin öğeler barındıran kuklacılık geleneğini burada iktidarla ilişkisi ekseninde ele alındığı şekliyle yani daha dar anlamdan açıklamaya çalışacağız. Kukla figürlerinin nasıl resmedildiğine baktığımızda iktidarla kurduğu dolaylı ilişkiye değinildiğini görürüz. “Napolyon kıyafetleri içindeki kuklacı, soytarı giysili bir kuklayı oynatmakta; iplerin ucundaki kukla, kendisinden daha küçük, palyaço kılığında bir kuklanın iplerini elinde tutmakta; palyaço kukla ise yine kendinden küçük boyutlarda fakat bu kez başı yerine ahşap boş bir küre taşıyan ve kolları bulunmayan kuklayı oynatmaktadır.” [3] Siyasi iktidarın iplerini tuttuğu bir toplumda yöneten ve yönetilen ilişkisinin açık bir simgesi olan bu anlatım çok şeyi ifade etmektedir. Kuklanın kimliksizleşme süreci kendini iplere teslim etmişlerin karakterlerini nasıl da çıkarıp bir kenara attıklarını göstermektedir sanki.

Dalkavukların geçit töreni

Dinci-gerici iktidar şefi Erdoğan’ın “Vizyon Toplantısı” adeta dalkavukların geçit törenine döndü. Hem de ne geçit töreni! Alımlı kıyafetleri ile bol makyajlı, saçı bol boyalı hanımlar. Kravatlarıyla, cilalı kunduralarıyla beyefendiler. Hepsi adeta şıklık yarışına girmiş. Devlet büyükleri efendilerine nasıl da yaraşır bir şekilde dizildiler koltuklara öyle. Pekiyi, perdenin ön tarafında bir oyalamacadan ibaret olan bu isimler neyi temsil ediyor? Biz bunları tarih boyunca farklı kostümler içinde gördük. Fakat oynadıkları roller hep aynıydı.

Hayatın kendisi koca bir sirk alanıymış ve kitleler birer izleyiciymiş gibi çıkartıldılar teker teker sahneye. Kitleleri uyutmak için kullanılan kimi zaman sesleri, kimi zaman yüzleri, kimi zamansa kendinden menkulmüş gibi gösterilen ‘hüner’leri oldu. Bizlerden istenense bu ‘şov’u alkışlayarak izlemekti. Oysa biz bununla yetinmedik. Karşımıza bu kuklaları çıkaranların perde arkasındaki işçi sınıfı düşmanları olduğunu teker teker gördük. İşte bu dalkavukların bir kısmı bugün yine bir kez daha kendilerini emekçilerin önünde açığa serdiler. Bunlar “her devrin insanı” olmayı başarabilen isimlerden yalnızca birkaçı. Bu insanların şöhretleri her zaman sağlam iplerle bağlıydı iktidar koltuklarına. Koltuğun üstündeki değişse bile onlara bir şey olmadı, olmaz da. Çünkü onlar koltuğun dalkavuğudurlar aslında. Hizmet ettikleri efendileri düştüğünde hemen yeni efendiye uyum sağlarlar. Yeter ki koltuk zarar görmesin! Bizler ne bu koltuğa iplerini bağlayanların, ne de koltuğun üstündekilerin sinir bozucu kahkahalarına takılmıyoruz. Bizler o koltuğu devireceğiz.

Ancak şimdi popüler kültürün birer kuklası olan ve “ünlü” olmaktan öte bir marifeti bulunmayan bu pek saygıdeğer şahsiyetlere gelin daha yakından bakalım. Yakından bakalım ki böylesine önemli bir vizyon toplantısına çağırılmayı nasıl hak ettiklerini hep birlikte görelim. Hepsi de halkın gözünde “sanatçı” unvanı olan bu sonradan görmeler, bu iktidar sarhoşları, bu şatafat budalaları aslında kimlere hizmet etmektedir bir kez daha en açık bir şekilde gözler önüne serelim. Ama öyle bir serelim ki övgülerimiz dilden dile yayılsın, bu nev-i şahsına münhasır isimlerden takdirlerimiz adına payını almayan kalmasın.

Deliliğe övgü

Hande Yener tabii ki bu toplantıya katıldı diye eleştirilen isimlerden oldu. Öyle ya kendisi yıllardır emekçi kitlelerin sesini şarkılarına taşımış bu ismin iktidara yakınlığı herkesi şoka uğrattı. “Romeo” adlı şarkısıyla Anadolu kültürünün sağlam bir taşıyıcısı olduğunu kanıtlayan Yener’in vizyon toplantısında boy göstermesine hala alışamadık. Yener’in dinci-gerici parti şefinin vizyonu için işe yarar bir vitrin süsü olduğu doğru, ancak onun şahsında kadın kimliğini bir tüketim malzemesi olarak popüler kültürün hizmetine sunanlara diyeceğimiz var: Sanmayınız ki bu topraklarda cılız Barbie bebekleriniz baki kalır. İsterseniz vizyon toplantısına on tane Hande Yener’i yan yana dizin emekçi kadınlar bu vitrinin ardında hangi karanlığın olduğunu görüyor. Kürtaj politikalarınız, çocuk gelinleriniz, kadın cinayetleriniz, tecavüzleriniz, tacizleriniz… Süslü bir sarışın kadının ardına gizlemek için fazlasıyla büyüktür kabahatleriniz.

Ve tabii ki Alişan, Kutsi ve İzzet Yıldızhan üçlüsü… Onlar bugüne kadar toplumcu-gerçekçi söz yazımının birer temsilcisi oldular. Özellikle Kutsi’nin başrol oynadığı “Doktorlar” adlı dizi güvencesiz iş koşullarına ve aşırı mesai saatlerine değinmektense gündelik aşk acılarına ve entrikalarına vurgu yaparak adeta sağlık emekçilerinin sesi oldu. “Aynalı Tahir” karakteri ise başkalarının acılarına çare olmaktansa hayatın merkezine kendi dertlerini ve özlemlerini koymanın ne kadar önemli olduğunu vurgulamanın temel bir simgesi olarak toplumsal hafızaya kazındı. Şu şerhi düşmekte fayda var, bu topraklarda delikanlılığın kitabını büyük ağabeylerinin sözünü dinleyen Tahirler değil Tatar Ramazanlar yazmıştır.

Peki ya İsmail YK’ya ne demeli? Soyadındaki yurtseverliğin hakkını her daim vermeye çalışan İsmail’in “Bas Gaza” şarkısı adeta tüm ezilenlerin sesi olmuşken onu şimdi ağabeylerinin yanında el pençe divan görmek hayranlarını adeta dumura uğrattı. Mustafa Sandal ismini de es geçmemek gerekiyor. “Onun arabası var” adlı şarkısı ile arabası olmayan ama ruhu olan kitlelerin isyanını dile getiren Sandal, bu zamana kadar hep halkının yanında, halkı için sanat üreten isimlerden biri oldu. Onlarca defa şarkılarındaki politik içerik nedeniyle yargılandı, işkenceler ve sürgünler gördü. Ancak yılmadı. İşte şimdi onu vizyon toplantısında Erdoğan ile yanak yanağa görmek kitleler nezdinde bu politik geçmişiyle bir çelişki olarak algılandı.

Futbolun Metin Kurt’tan sonraki ikinci muhalif ismi olan Tanju Çolak ise Hülya Avşar ile olan ilişkisinden sonra magazin gündemine hiç bu kadar oturmamışken vizyon toplantısı ile yeniden sahalara dönmüş oldu. “Futbol borsada değil, arsada güzel” diyen bir felsefeyi o daha da ileri taşıyarak “futbol en güzel çekim başı para aldığın tv programlarında güzel” şiarını yükselterek spor emekçiliğinde doruk noktasına ulaştı. Yarım asır yaşını geçmiş olmasına karşın halen birkaç bin lira için programlarda ter dökmeye devam etmekte iken vizyon toplantısına katılması futbolseverlerde bir hoşnutsuzluğa sebep oldu.

Toplantıdaki iki isim özellikle dikkat çekti: Şafak Sezer ve Şahan Gökbakar. Hayran kitlelerini hezimete uğratan bu iki komedyen izleyenlerin yüzünü bu sefer güldürmedi… Yıllardır muhalif sanat denince akla ilk gelen isimlerden olan bu iki komedyen mizahın yergici yönünü yapıtlarında her zaman koruyan iki isim oldular. Özellikle Şafak Sezer “Kolpaçino” adlı eleştirel yapıtında halkının acılarını güldürürken düşündürtme yoluyla işçi ve emekçilere aktarmaya çalışırken Şahan Gökbakar “Recep İvedik” adlı yapıtında adeta iktidara meydan okuyarak sanatının her zaman ezilen kitleler için olduğunu haykırmıştı. Bu iki isme kısaca şunu söylemek gerekiyor: Muhalif olmayan mizah, mizah değildir. Sizler de muhalif değilseniz mizahçı değilsiniz. Pekiyi, siz nesiniz? Sizler maskotsunuz. Sizler saray soytarısı olmaktan öte güldürü yapamazsınız ve ancak iktidarların izin verdiği yozlaşmışlıkta, en aşağı ve bayağı bir komedi kültürünün temsilcisi olabilirsiniz.

Ülke gündemine oturan politik tartışmaların başını çeken iki isimse Ece Erken ve Bülent Ersoy ikilisi. Bu iki isim vizyon toplantısından sonra belki de en çok konuşulan iki ‘sanatçı’ oldular. Özellikle dış politika konusunda her zaman belirleyici olmuş Bülent Ersoy’un bu sefer iç politika eksenli tartışmalara girmesi pek çok ülkenin gündemine oturdu. Doğrusu bu ya işçi ve emekçilere yıllardır çeşitli sabah programlarıyla seslenen “Mavi Şeker” Erken uzunca bir zamandır politik bir küskünlük içindeydi. Kendisi politik hayatına yeniden vizyon toplantısı ile döndü ve kendisine yönlendirilen eleştirilere “Ben de Gezi’ye katıldım ve şu anda apolitiğim” şeklinde çığır açan bir ideolojik perspektifle yanıt veren Erken’e çağrımız politikaya yeniden küsmemesi ve işçi ve emekçilerden yüksek politik bilincini esirgememesidir!

Kral çıplak!

İşte biz bu soytarılık ve kuklalığı bugün bir kez daha çok konuşulan “Vizyon Toplantısı”nda görmüş bulunmaktayız. Ancak iktidara oynayan bu kuklaların tarihte ne işlevi gördüğünü bilenler olarak bizler bu tablo karşısında yine şaşkınlığa düşmedik. Bizler vizyon toplantısını da saray soytarılığı geleneğinin bir devam oyunu ve tarihte kendini hep tekerrür eden iktidar-kukla ilişkisinin bir yansıması olarak okuduk. Bir dizi ünlüye sempati duyan emekçi kitleleri bu ünlülerin gerçekte kime ve neye hizmet ettiklerini görmüş oldular. Ancak eleştirilerin bir de diğer tarafı var ki, işin bu boyutuna da mutlaka değinmek gerekiyor. Kendilerini ilerici-aydın olarak tarifleyen bir grup elit de bu toplantıya katılan isimleri sığ bir AKP karşıtlığı ekseninde eleştirmekten öteye geçemedi. Bu isimler diğer düzen adaylarına dalkavukluk etseydi belli ki oturup alkışlayacaklardı. Oysa biz görünenin ötesini kovalayanlarız. Bu soytarıların ardındaki kralların, padişahların, haramilerin peşindeyiz. Bizler, bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çözümün düzen adaylarında değil, işçi ve emekçilerin gerçek iktidarına kapı aralayan devrimde ve sosyalizmde olduğunu vurgulayarak bir kez daha tekrar ediyoruz: Bu dalkavuklar gizliden veya görünürde hangi isimlere hizmet ediyor gözükürse gözüksünler gerçekte hizmet ettikleri tek şeyin para ve patronlar iktidarı olduğunu biliyoruz. Bu soytarıların hizmet ettikleri efendilerini yıkacak olan bizleriz, sermayenin krallığını devirdiğimiz gün tarih sahnesinden son saray soytarılığını da silmiş olacağız. Terziler görünmez elbiseler dikmedi, ancak gelin görün ki bu kralların aklı buna yine yetmedi; görün bakın ey ahali, krallar tarih sahnesinde yine çıplak!

Kaynaklar:

- Murat Bardakçı, “Saray Soytarısı Geleneği”, Hürriyet, 9 Ekim 2005.

- Özlem Tok, Soytarı-Ressam İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi, 2009.

- Duygu Özakın, “Cheval’in Saray Soytarısı Metaforu”, İdil Dergisi, 2012,

www.idildergisi.com

 

 

 

 

Recep İkincisoy’un akıbetini açıklayın”

Cumartesi Anneleri eylemlerinin 485. haftasında 34 yıl önce Diyarbakır’da kaybedilen Recep İkincisoy’u andı.

Recep İkincisoy’un ablası İkram İkincisoy, kardeşinin 34 yıl önce gözaltına alınarak kaybedildiğini, yıllardır onu aradıklarını ancak bir sonuç alamadıklarını anlatarak kardeşinin kemiklerini istediklerini söyledi.

Basın açıklamasını okuyan Nimet Çelebi, “Diyarbakır sıkıyönetim altındaydı. 12 Eylül Askeri Darbesi’nden 59 gün önceydi. 16 Temmuz 1980 akşamı Recep, iftar için evine geldi. İftardan sonra tekrar dükkana gitti. Gece dükkan dönüşü evinin yakınında 3 sivil polis tarafından zorla arabaya bindirilerek götürüldü. Olaya tanık olan komşuları durumu aileye bildirdi. Baba Diyarbakır’daki bütün karakollara gitti. Gittiği her karakolda ‘bizde yok’ cevabıyla karşılaştı. Resmi makamlara yaptığı tüm başvurular sonuçsuz kaldı. Recep İkincisoy’dan bir daha haber alınamadı.” dedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul


 
§