9 Mayıs 2014
Sayi: KB 2014/19

1 Mayıs’tan Haziran’a mücadeleye devam!
Devlet şiddetine karşı direnmek meşrudur!
Ankara 1 Mayısı’nın gösterdikleri...
Sömürücülere “suç işleme özgürlüğü”, emekçilere devlet terörü!
Yeni taktikleri de yetmedi!
1 Mayıs gözaltıları serbest
HHB: Berkin’in katilleri belirlendi!
Eskişehir polisinin üç soruşturması...
İTO: Gezi hekimliği yargılanamaz!
Vergi adaletsizliğinin ülkesi: Türkiye!

Yeni sosyal güven(siz)lik paketi!

BMC satışında işçinin adı yok
Direnişçi işçiler: “Sütaş’ta hak-hukuk yok!”
Madende kömür ölüm kokmaya devam ediyor
Geçmişin devrimci mirası ve TKİP - H. Fırat
Sınıf devrimcileri Denizler’i andı!
“Denizler’in yolundan devrime yürüyoruz!”
Denizler eylemlerle anıldı
Denizler’in mezarlarına binler akın etti...
Greif işçileri 1 Mayıs’ı anlattı...
Fabrika kapandı-kapanmadıya dair...
Greif işçileri olarak, İşçi Filmleri Festivali’ne katıldık...
Greif Direniş Günlüğü
Genç komünistler 'Devrimci Gençlik Birliği'ni tartıştı
Kapitalist tekellerin birliğine karşı, Avrupa halklarının devrimci birliği!
Sağcı-faşist koalisyon Ukrayna’yı iç savaşa sürüklüyor
“Çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin”
Hasta mahpuslar için eylemler sürüyor
“İhlallere sessiz kalmak da suça ortak olmaktır”
İbrahim Kaypakkaya’yı saygıyla anıyoruz...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Vergi adaletsizliğinin ülkesi: Türkiye!

 

Türkiye’nin vergi “rekortmenleri” belli oldu. 2013 vergilendirme döneminde Türkiye genelinde en çok gelir vergisi beyan eden ilk 100 kişilik listenin ilk beş sırasını Koç ailesi oluşturdu. Mustafa Rahmi Koç, 2013 yılı için 37 milyon 492 bin 324,78 lira vergi tahakkuk ettirerek listenin başında yer alırken, geçen senenin liste başı olan Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Semahat Sevim Arsel bu yıl listenin ikinci sırasında yer aldı. Gelir Vergisi rekortmenleri sıralamasında Koç ve Arsel’i Suna Kıraç, Mustafa Vehbi Koç, Yıldırım Ali Koç, Mehmet Ömer Koç izledi.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise, yaptığı açıklamada, vergi rekortmenlerini canı gönülden kutladı ve “ödediği vergilerle ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunan 2013 yılı Gelir Vergisi Türkiye Geneli İlk 100 sıralamasına girmiş mükelleflere” teşekkürlerini sundu.

Türkiye’nin en zenginlerinden olan, işçi ve emekçilerin sömürüsü üzerinden safahatlarını süren bu burjuvalar karşımıza vergisini veren, namuslu-dürüst insanlar olarak lanse ediliyor. Ayrıca büyük vergi yükünü bu burjuvalar çekiyormuş görüntüsü yaratılıyor. Oysa bunların ödediği ile işçi ve emekçilerden dolaylı ve dolaysız yollardan alınan toplam vergi oranı kıyaslandığında gerçek çok farklıdır. Biliyoruz ki, bütçe gelirlerinin çok büyük bir kısmını işçi ve emekçilerden kesilen doğrudan ve dolaylı vergiler oluşturmaktadır. İşçi ve emekçiler hem ücret ve maaşlarından doğrudan kesilen vergilerle, hem de tüketici olarak KDV, ÖTV adıyla dolaylı vergilerle asıl vergi yükünü çekmektedir. Bunların toplamı hesaplandığında aslında bir emekçinin toplam gelirinin neredeyse dörtte üçü vergiye gitmektedir. Bu ülkede vergi rekortmeni varsa bu işçi ve emekçilerden başkası değildir.

Dolaysız vergiler açısından bakıldığında 13 milyonu kayıtlı olan ücretli işçi ve emekçi en büyük vergi ödeyen kesimdir. Daha maaş eline geçmeden bordrodan vergiler kesilmektedir. Dolaylı vergiler Türkiye’nin vergi sistemindeki adaletsizlik ve çarpıklığın bir diğer önemli ayağıdır. TÜİK’in hane halkı araştırmalarına göre hane halkı başına gelirin yüzde 82,5’i tüketime ayrıldığı bir yerde vergi yükü de bu tüketim üzerine bindirilmekte, gelirinin tamamına yakınını tüketime ayıran işçi ve emekçiler yoksullukla boğuşmaktadır. Öte yandan geliri en yüksek yüzde 20’lik zenginlerin tüketimleri üzerindeki vergi, hane gelirinin sadece yüzde 16,3’ünü oluşturmaktadır. Özcesi devlet zenginden değil, yoksuldan daha çok vergi almaktadır.

Buna ek olarak SGK gelirleri, belediye gelirleri, İşsizlik Fonu gelirleri gibi milli gelirin yüzde 37’sini bulan devlet fonlarında birikenler de yine emekçilerden kesilen paralardır. Ve bunlar sermayeye teşvik vb. adlarla burjuvaların kasalarında birikmektedir.

Açlık sınırının 1065 TL olduğu bu ülkede, brüt asgari ücretten (1.071), kesilen gelir vergisi 136,55, damga vergisi ise 8,13 TL.’dir. Diğer kesintilerden sonra eline geçen 846 TL ile nasıl geçineceğini hesaplayan işçi ile ilgilenen ise yoktur.

Devlet sermayenin olunca işçiye gelince “vergilendirilmemiş kazanç kutsal değildir!” denilmektedir. Ama aynı zamanda patronlara vergi muafiyeti ya da vergi affı da getirilebilmektedir. Bu bir çelişki değil sermaye devleti gerçeğidir!

Türkiye gerçekliğinde vergi demek, emekçilerden alınan ve emekçilere hizmet olarak geri dönmeyen paralardır. Bir de tüm yüzsüzlüğüyle Maliye Bakanı “mükelleflerin kazançlarından alınan vergilerin vatandaşlara hizmet olarak geri götürüldüğünü” söylemektedir. Bir dönemin meşhur reklâmında olduğu gibi ödenen vergiler bizlere yol, su, elektrik vb. hizmet olarak dönmüyor. Hizmet olarak tanımlanan her şey için zaten vergisi de içinde olmak üzere pek çok para ödeniyor. Eğer söylediklerinde bir doğruluk payı varsa o da ödediğimiz vergilerin işçi ve emekçilere gaz, TOMA ve silah olarak geri döndüğüdür. Devlet bu konuda fazlasıyla “hizmetkârdır!”

İmparator’un(*) yükselişi!

Vergi rekortmeni Koç ailesi ise zenginliğini nasıl elde etmiştir? Türkiye’nin ve dünyanın en büyük zenginleri arasında bulunan Koç Grubu, gıdadan elektrikli ev aletlerine, otomotivden enerjiye pek çok alanda faaliyet gösteren büyük bir sermayedir. Şirketlerinde toplan 81 bin işçi çalıştığı ifade ediliyor. Bu işçilerin emeği üzerinden servet edinen bu burjuva ailenin mensupları vergisini ödeyen “iyi” vatandaşlar, nedense işçi hakları söz konusu olduğunda aynı “iyiliği” göstermemektedir. Büyük patronun ne denli “iyi” olduğunu bir de örneğin geçmişte direnişlere de konu olan Arçelik bünyesinde çalıştırılan taşeron işçilerine ya da Tansaş-Migros işçilerine de sormak gerekmektedir.

Böylesi büyük para babalarının servetlerini nasıl elde ettikleri gerçeğinin arkasında işçilerin sömürülen emeği, gasp edilen hakları, iş cinayetlerinde kurban giden ömürleri ya da sakatlanan bedenleri bulunmaktadır. Bu gerçeği unutmamalı, sermaye sınıfının karşısına işçi sınıfı ve emekçiler örgütlülüklerini kuşanarak çıkmalıdır.

“Her türlü dolaylı verginin kaldırılması, artan oranlı gelir ve servet vergisi”, “Vergiden muaf asgari ücret!” gibi mücadele talepleri ile örgütlü mücadeleyi büyütmekten başka seçenek yoktur.

(*) Koç ailesinin işçilerin sömürüsü üzerinden nasıl zenginleştiğini anlatan Erol Toy’un “İmparator” adlı romanı konuyla ilgili olarak okunması gereken önemli bir yapıttır.


Hisarcıklıoğlu ‘sınıfları’ şimdiden kaldırdı...

 

5 Mayıs günü İstanbul’da düzenlenen VII. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı’na katılan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Twitter hesabında ilginç mesajlar paylaştı.

Hisarcıklıoğlu, Türkiye’de işçi ve patronun iki ayrı sınıf olmadığını iddia etti. İddiasına dayanak olaraksa işçi ve patronun aynı sofrada yemek yemesini(!) ve aynı sosyal ortamı paylaşmasını(!) gösterdi. Hisarcıklıoğlu şu tweetleri attı:

* Bizde işçi ve işveren iki ayrı sınıf değildir.

* Hemen her şehirde işveren işçi ile birlikte çalışır, aynı masada aynı yemeği yer, aynı sosyal ortamı paylaşır.

* İşçimiz de çalıştığı işyerini kendisininmiş gibi görür. Bu özveri ile çalışır. Bu bir aile anlayışıdır.

Hisarcıklıoğlu’na patron-işçi ilişkisinin yedikleri yemekle ilgili olmadığını, üretim araçlarındaki mülkiyet ile ilgili olduğunu, aradaki ilişkiyi belirleyen şeyin artı-değer sömürüsü olduğunu uzun uzun anlatmayacağız. O, kendi sınıfını besleyen sömürü çarklarının nasıl işlediğini biliyordur elbet.

Hisarcıklıoğlu “kardeşlik-birlik” masallarıyla sınıf ayrımlarının üzerini örtmeye çalışıyor. Katıldığı konferans vesilesiyle kendisine soralım; siz hiç güvenlik önlemleri alınmadığı için yaşamını yitiren patron duydunuz mu? Hangi patron çuval yerine konarak filikalara bindirilmiş?

Hadi soruları biraz daha çoğaltalım...

Sefalet ücretiyle çalışan ve evini zor geçindiren bir işçi, lüks içinde yaşayan bir patronla hangi sosyal ortamı paylaşır? Siz lüks restoranlarda karnınızı tıka basa şişirirken, yeri geldiğinde bir işçinin maaşından daha yüksek meblağda hesap öderken, yanınızda hiç işçi bulunur mu?

Sahi, işçilerin tazminatlarını ve alacaklarını gasp eden Feniş patronu Sedat Aloğlu nerede demiştiniz? Ya da haklarını isteyen işçilerini polis zoruyla fabrikadan çıkaran Greif patronu... Hadi ona ‘yabancı sermaye’ dediniz sayalım, basın emekçilerinin tazminatlarını anmayan Karşı gazetesi patronuna ne diyeceksiniz?

Bu sorular uzar gider...

Hani aile anlayışı var ya; bu sözlerinizi, asgari ücretin bile altında bir maaşla, günde 12-16 saat ağır kölelik koşullarına mecbur bırakılan işçilere bir anlatsanıza...   

Yalnız bir konuda haklılığınızı teslim edelim: Çalıştığı yer/araçlar işçinindir! Greif işçileri bunu bilerek fabrikalarını işgal ettiler örneğin... Merak etmeyin, işçi sınıfının geri kalan bölükleri de bunu öğreniyor/öğrenecek. Ama onlar sizin gibi masallar okumayacak. Dürüstlük ve onurlarıyla karşınıza çıkıp, üretim araçlarına el koyduklarını, sizin sömürü düzeninize son verdiklerini söyleyecekler.

Siz ondan sonra ne yapacağınızı düşünün...


 

 

 
§