2 Mayıs 2014
Sayi: KB 2014/18

Bir kez daha Taksim kararlılığı gösterildi ama...
2014 Taksim 1 Mayısı ve DİSK
Taksim için militan direniş!
Kızılay’da devrimci 1 Mayıs coşkusu!
İzmir’den Taksim’e,
Kızılay’a selam!
Bursa’da 1 Mayıs!
Adana’da 1 Mayıs!
Kayseri'de 1 Mayıs!
İllerde 1 Mayıs
Kürdistan’da 1 Mayıs eylemleri

Greif işçileri: Kral çıplak!

Greif direniş günlüğü
Devrimci mirası yaşatmak, daha ileriye taşımakla mümkündür!
Dünyada 1 Mayıs
Avrupa’da 1 Mayıs
Köln’de 1 Mayıs!
Wuppertal’da 1 Mayıs
Stuttgart’ta 1 Mayıs
Essen’de 1 Mayıs!
Basel’de 1 Mayıs kutlaması
Irkçı Apartheid rejiminin yıkılışının 20. yılında…
Ukrayna krizi farklı cephelerde sürüyor
Faşizme karşı görkemli zaferin 69. yılı…
DİSK/Tekstil’in
Adana Bossa işçisine ihaneti
Ermenilere yönelik taziye açıklaması
ve gerçekler! - H. Yağmur
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Irkçı Apartheid rejiminin yıkılışının 20. yılında…

“A Luta Continua” -
Mücadele devam ediyor!

A. Eren


27 Nisan günü, Güney Afrika Cumhuriyeti (GAC) Apartheid rejiminden kurtuluşunun 20. yılını kutladı. 1994 yılındaki ilk seçimlerde, ANC (Afrika Ulusal Kongresi) lideri Nelson Mandela devlet başkanı seçilmişti. ANC yönetimi o günden bu yana iktidardadır. Bu yönetim ANC, Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) ve COSATU sendika federasyonu bileşenlerinden oluşmaktadır.

20. yıl kutlamalarında konuşan Devlet Başkanı Jacob Zuma, 7 Mayıs’ta yapılacak seçimleri de gözeterek, ANC’nin bu geçen süre içinde ekonomik, sosyal ve politik başarılarını sayarak seçim propagandasına başladı. 20. yıl kutlamaları ve seçimler, ilk kez, geçen Aralık ayında yaşamını yitiren (siyahi emekçiler üzerindeki etkisi güçlü olan) Nelson Mandela’nın yokluğunda yapılacak.

Güney Afrika’da siyah halkın mücadelesi egemen kapitalist sistemin sömürü çarkının yükseldiği tarihsel bir süreçte, 1948 yılından sonra ivme kazandı. Apartheid ekonomik bir sistemden öte, sistematik bir baskı ve kontrol mekanizmasını uygulayarak varlığını korumaktaydı. Siyahi halk dışlanarak kurumlaştırılan ırkçı sistem, sömürünün en önemli öğesini uyguluyordu.

Bu sistemde siyahi emekçiler, bütün ekonomik, demokratik, sosyal haklardan yoksun, ucuz işgücü olarak sömürü çarklarına hayat veriyordu.

1948 ve 1960 yılları arasında iç üretimdeki büyüme oranı ve buna bağlı olarak “milli gelir”, yüzde 67 oranında arttı. Güney Afrika, “Beyaz Kapitalist Gruplar”ın azami kâr elde ettikleri bir sömürü cennetiydi. Başta İngiltere olmak üzere birçok Avrupa ülkesinden yoğun sermaye yatırımı gerçekleşiyordu. Demokrasi ve insan hakları üzerine vaaz vermeye meraklı batılı emperyalistler, 20. yüzyılın en iğrenç rejimlerinden biri Apartheid’i desteklediler. Zira Avrupa sermayesi de oradaki vahşi sömürüden nemalanıyordu.

Apartheid rejimi sermaye gruplarına aşırı derecede kâr vaat ediyordu. Fakat siyah emekçilerin, halkın bu boğucu insanlık dışı sisteme karşı başkaldıracaklarını hesaplayamıyordu. Her direniş, başkaldırı büyük bir vahşet ve katliamla bastırılıyordu.

Tam da bu sosyo-ekonomik koşullar altında Nelson Mandela ve arkadaşları direnişi örgütlemeye başladılar.

Burjuva demokratik perspektif

Başından itibaren ANC, hedeflediği program ve toplumsal perspektif olarak Güney Afrika toplumunu devrimci bir temelde dönüştürme, kapitalist sistemi yıkma hedefinden yoksundu. Nelson Mandela liderliğindeki ANC’nin siyah halk için ileri sürdüğü programatik talepler, eşit ekonomik, toplumsal ve siyasal katılım sınırlarını aşmıyordu. Bu program, esas olarak küçükburjuva ve orta katmanların istemlerini ifade ediyordu. Ancak bu sınırlardaki talepler bile, ırkçı rejimin başını çeken beyaz oligarşi tarafından başkaldırı olarak değerlendiriliyor ve vahşi bir şekilde bastırılıyordu. Apartheid rejiminin bu tutumu, ANC’yi, mücadeleyi diğer toplumsal katmanlara yayarak, silahlı direnişi başlatmaya zorladı.

ANC’nin yasadışı-illegal ilan edilmesi, ardından Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) ile ittifak kurması ve silahlı direnişin başlatılması, Apartheid karşıtı mücadeleye yeni bir karakter kazandırıyordu. Sınıfın değişik katmanları içinde etkili olan SACP tarafından isçi sınıfının doğrudan mücadele sürecine katılması, Apartheid rejimine karşı direnişi sosyal ve politik açıdan güçlendiriyor, mücadeleye yeni bir boyut kazandırıyordu. ANC, ulusal demokratik devrimle sosyalizme varmayı söylemde de olsa kabulleniyordu. Mandela, “ben komünist değildim ama bizi en iyi onlar anladı” diyecekti. 1963 yılında zindana atılan Mandela destansı bir direniş gösterecekti.

Nelson Mandela, 27 yıl hapishanede yattıktan sonra 1990 yılında -ANC’nin ırkçı hükümetle yaptığı gizli görüşme ve uzlaşmaya bağlı olarak- serbest bırakılacak ve dört yıl sonra Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanı olacaktı. Nitekim egemen beyaz oligarşi rejimi, uluslararası konjonktürü de gözeterek, ANC’nin sisteme politik entegrasyonunu başarıyla sağlamaya çalışıyordu. Toplumdaki esas ekonomik gücü elinde tutan oligarşik sınıf bütün ayrıcalıklarını koruyacaktı.

Apartheid sistemine son verilmesi ve bunun Nelson Mandela kişiliğinde somutlaması özellikle siyah halk için büyük bir zaferdi. Bu zafer, on yılları bulan militan direnişler ve ödenen ağır bedeller sayesinde kazanılmıştı. Ancak burjuva hukukunun tanıdığı “eşit vatandaşlık hakları”nın, sosyal sorunlara çözüm getirmediği, kısa sürede ortaya çıkacaktı.

Nitekim aradan geçen 20 yıla rağmen beyaz sermaye hala toplumsal zenginliğin gerçek sahibi; yani sosyal Apartheid rejimi bütün çıplaklığıyla sürmekte. 16 Ağustos 2012’de 34 maden isçisinin Marikana kentinde katledilmesi hala belleklerde yerini koruyor. Sisteme entegre olan ANC şefleri, maden ocağının ortakları ve gelinen yerde işçileri katlediyorlar. ANC’nin 20 yıldır izlediği ekonomik politikalar da, sermaye ve emek arasındaki uçurumu derinleştirmiştir.

Nelson Mandela politik aktivitesinin esas amacını “barış ve uzlaşmaya” odaklarken, Afrika kıtasının en zengin ülkesindeki işsizlik oranı yüzde 25’in üzerinde. Yedi milyon kişi iş aramakta. 15 milyon insan ayda 1000 Rand (70 €) ile geçinmek durumunda. 1.5 milyon kişi hala barakalarda yaşamakta. 16 milyon kişi sosyal yardımla geçinmek zorunda. Eğitim ve sağlık alanındaki sınıfsal eşitsizlik daha da derinleşmektedir.

Geçen 20 yıl içinde küçük bir siyah azınlık beyaz sermaye ile iç içe girerek ayrıcalıklı bir konuma geldi. Borsadaki siyah orta sınıfın oranı ve fabrika müdürlerinin sayıları artış gösterdi. Burjuvaziye eklenen siyahiler, artık sistemin bir parçası haline gelmiş; sömürü ve köleliğe karşı mücadele eden siyah işçi sınıfına karşı, beyaz burjuvaziyle aynı safta yer alıyorlar.

“Haklarımız için mücadeleyi geliştirmek zorundayız. Geçmişte olduğu gibi, bugün de esas olan mücadelenin bu boyutudur. Siyahlar arasındaki mücadele bu kadar vahşet boyutuna ulaşmamıştı. Marikana katliamıyla hayallerimizi de öldürdüler.” Bu sözler, Apartheid rejimine karşı mücadele eden sanatçılardan Juda Ngwenya’ya ait.

20 yıllık ANC yönetimi, sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldırmak bir yana, kapitalizmin vahşi sömürüsünü ayakta tutan esas güç haline geldi. Yönetimi hedef alan eleştirilere, “özgürlük savaşına yoksul kalayım diye girmedim” sözleriyle yanıt verebilecek derecede yozlaşmış şefler, ANC yönetiminin başını çekiyor.

Halihazırda, 20 milyon dolara özel villa yapan ANC’nin Devlet Başkanı Zuma’ya karşı durabilecek bir alternatif bulunmuyor; büyük bir olasılıkla seçimleri yeniden kazanacak. Zira eski sendikacı olan yardımcısı -şimdi multi milyoner- Cyril Ramaphosa, seçim çalışmaları için kesenin ağzını açmış bulunuyor. Bu da özellikle işçi sınıfı cephesinde büyük tepki ve direnişlere yol açmaktadır. İşçi sınıfı için artık önemli olan seçim sonuçları değil, meşru/militan sınıf mücadelesinin geliştirilip güçlendirilmesidir.

***

Sınıf düşmanının programı uygulandı”

ANC’nin izlediği ekonomik ve sosyal program hiçbir şekilde egemen mülkiyet ilişkilerine, beyaz oligarşik kastın çıkarlarına ters düşmedi. Ekonomik gücü elinde tutan sınıf politikada da esas güçtür. Beyaz oligarşinin mülkiyetine el koymadan, ekonomik ve politik gücüne dokunmadan, tarihsel olarak ortaya çıkmış uzlaşmaz sınıfsal çatışmaları uzlaşma yoluyla çözmek mümkün değildir.

Hümanizm, ahlaki değerler her sınıfın toplumsal konumu tarafından biçimlenir. Mandela’nın “iyi niyeti” ve beyaz sermayeyi ikna çabası, sonuçta sınıf gerçekliğinin duvarına çarparak tuzla buz olmuştur. Nitekim ANC yönetiminin 20. yılında SACP Genel Sekreter Yardımcısı Jeremy Cronin, “bizde güçlü oligarklar var, hükümetin yaptırım gücü oldukça az” tespiti yaparken de, sadece burjuva sosyal demokratizmin ufuksuzluğunu sergiliyor.

Mandela’nın mücadele arkadaşı ve SACP temsilcisi Denis Goldbeg, Metal İsçileri Sendikası’nın ANC yönetimine dönük eleştirilerine katıldığını belirtiyor, fakat yaptırım güçlerinin olmadığını iddia ediyor. Goldbeg şöyle diyor: “Devletin gaz, petrol, havacılık, tren yolları sektöründe yönetici konuma getirdiğimiz yoldaşlar ceplerini doldurdular. Rüşvet ticaretin bir parçası. COSATU sendika federasyonunun banka, diğer ekonomik alanlardaki yatırımları düşünüldüğünde, kendileri bu kapitalist sistemin bir parçası konumunda. Kapitalist sistemi yıktıklarında, paralarını kaybedeceklerini biliyorlar.”

Goldbeg (1933 doğumlu) işçi sınıfı hareketinin gelişmesi önünde örülmüş bir sendikal tuzağa dikkat çekiyor: “Uzun bir dönemdir yaşıyorum. Alman sendikalarını, İngiliz sendikalarını gördüm: En kritik ekonomik değişim durumlarında kıvırırlar. Bunlar büyük Kosern’lerin yönetimlerinde, egemen sınıfın bir parçası konumunda…

Bu tespit ile sendikanın sert eleştirilerini biraz yumuşatmak istemekte. Diğer taraftan bir çıkmaza işaret etmektedir. Burjuvazi egemenliği altında emekçilerin durumunu düzeltilecek sosyal programlar ancak devrimci çıkışla mümkündür. Bunun için de egemen kapitalist düzenin sınıfsal ilişkilerini tasfiyeyi hedefleyen, iktidarı ele geçirmeye odaklanmış, devrimci-sosyalist program ve perspektif zorunludur.

Metal İsçileri Sendikası NUMSA, ANC yönetiminin iş başında bulunduğu 20 yıllık deneyimin de, devrimci anti-kapitalist perspektifin temel alınması gerektiği gerçeğini bir kez daha kanıtladığını vurgulamaktadır.

Yeni bir işçi partisi kurulmak zorunda”

NUMSA, sermaye lehine politikalar izleyen hükümetin, buna bağlı olarak işçi düşmanlığı yaptığını da belirtiyor. Somut olaylar, bu tespiti doğruluyor.

İşçi sınıfının maden ocaklarında ucuz işgücü olarak peşkeş çekilirken, her direniş, iş ve barınma koşullarının düzeltilmesi, ücret artışı talepleri, eski ANC kadroları ve şimdiki fabrika yöneticileri tarafından çoğu kez kanla bastırıldı. “Beyaz” kapitalist sınıf, eski ANC kadrolarını ve sendika federasyonu COSATU yöneticilerinin önemli bir kesimini, sermayenin sömürü sürecini işleten kurumlarda görevlendirerek, sisteme entegre etti.

Bu sürece ilk örgütlü tepki Metal İsçileri Sendikası’ndan (NUMSA) geldi. 338 bin üyesi olan sendika 17-20 Aralık 2013’te 1200 delegenin katılımıyla gerçekleştirdiği olağanüstü kongreyle açıktan ANC’ye ve onun bileşeni olan Komünist Partisi (programatik olarak sosyal demokrat bir parti) SACP ve Sendika Federasyonu COSATU’ya bayrak açtı.

NUMSA, 2012 yılında hükümetin uygulamaya koyduğu “Ulusal Gelişme Planı”, Apartheid döneminde imzalanan “Özgürlük Sözleşmesi”ni rafa kaldırarak, sınıf düşmanının programının uygulandığını belirtmektedir.

Özgürlük sözleşmesi; Güney Afrika’da halk demokrasisinin gelişmesi, büyük sanayinin millileştirilmesi, toprak reformu, iş, barınma, sağlık ve eğitimde eşitlik sağlanması, basın, toplantı ve gösteri özgürlüğü gibi maddeler içeriyordu. Kalkınma planı ise, uluslararası sermaye gruplarını yatırıma özendirmek için Güney Afrika’yı “serbest sömürü cenneti” haline getirmeyi hedefliyor.

NUMSA Kongresi’nde alınan kararların başında isçi sınıfına önderlik edecek gerçek bir partinin kurulması, yeni bir birlik cephesi kurularak Güney Afrika’da sosyalizmin inşa edilmesi çağrısı yer almaktadır. ANC’nin eski radikal konumuna evrimleşmesinin olası olmadığı ve SACP’nın işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmediğini belirten açıklama, gerçek bir işçi partisi kurma kararını aldı. Zira SACP kadroları tamamen devlet aygıtı içinde erimiş durumda. Örneğin genel sekreter yardımcısı Jeremy Cronin, 2012 yılından bu yana devletin sanayi sektöründen sorumludur.

20 yıl sonra etnik, ulusal kimlikler değil, sınıfsal konumlar üzerinde şekillenen politik tutum, mücadele ve savaşlar belirleyici olacak.

***

Reform ya da devrim?

Güney Afrika’da Apartheid rejiminin yıkılmasından 20 yıl sonra, isçi sınıfı hareketine yol gösterecek, önderlik edecek, devrimci programı temel alan bir sınıf partisine duyulan ihtiyaç, her zamankinden daha belirgin bir hale gelmiştir. Belirtelim ki, devrimci program ve örgüt ihtiyacı, sadece ANC yönetimindeki Güney Afrika ile sınırlı değil; bu, işçi sınıfı ve emekçilerin, kapitalizme karşı mücadelelerinin nihai hedefe ulaşabilmesi için, olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır.

Reform ya da devrim sorusu iki alternatifi özetliyor: Reform kurulu toplumsal düzen yapısı içindeki değişimleri; devrim ise buna karşıt temel bir dönüşüme, özellikle politik bir devrim olarak iktidarın, sosyal devrim olarak üretim ilişkilerinin aşılmasını kapsıyor. Şüphesiz ki, bu alternatifler soyut biçimde birbirini tamamen dışlamıyor, tersine diyalektik bir bütünlük arz ediyor.

Lenin, reform kavramının devrim kavramının tam karşıtı olduğunu söylüyor ve bu iki kavram arasındaki tam karşıtlığın gözetilmemesi, ikisini ayrıştıran sınırları görmezlikten gelmenin, tarihsel gözlem ve değerlendirmelerde ciddi hataların yapılmasına yol açacağının altını çizer. Fakat ikisi arasındaki karşıtlık mutlak değil, sınırları arasındaki bağ canlı, her somut olayda yeniden değerlendirilmek durumunda.

Lenin, reform ancak bir ileri adım (yani gerici önlem anlamında değil) gelişmede bir “üst basamak“ oluşturduğu ölçüde reform olarak adlandırılabilir. Reform bu boyutuyla ancak devrimci kitle mücadelesinin sonucu olarak kazanılabilir. Bu açıdan uzlaşmaz sınıf çatışmalarının olduğu toplumlarda, egemen gücü elinden tutan sınıflar reform yapabilecek güç ve yetkiye sahiptir.

Egemen sınıf bunu kendi amaçları doğrultusunda, devrimci mücadeleyi yumuşatmak, önünde set çekmek, zayıflatmak, devrimci sınıfın güç ve enerjisini paralize etmek, “bilincini karartmak” (Lenin) için reformları gündeme getirir.

Uzlaşmaz sınıf çatışmalarına dayalı kapitalist toplumda her reform, bir taraftan sınıf çatışmalarının üzerinde yükseldiği temel bir konu olarak, diğer taraftan mücadelenin ortaya çıkardığı sonuç açısından “ikili karakter” (Lenin) taşır. Devrimciler bunu sınıfın devrimleştirilmesinin önemli bir adımı olarak görürler. Burjuva ve küçük reformist yaklaşım ise, reform propagandasıyla temel toplumsal dönüşümün adım adım gerçekleşeceğini iddia ederler.

“Biz kapitalist bir toplumda yaşıyoruz. Bir sosyal demokrasi için mücadele ediyoruz ve umuyoruz ki uzun sürede sosyalizme ulaşacağız…” Mandela’nın mücadele arkadaşı ve komünist partisi temsilcisi Denis Goldbeg, Metal İsçileri Sendikası’nın (NUMSA), isçi sınıfına dayanarak hemen sosyalizme yürüme talepleri karşısında bu açıklamayı yapıyor. (3 Mart 3013 Junge Welt gazetesinde yayınlanan uzun söyleşiden...)

Burada iki yaklaşım arasında önemli bir ayrım ortaya çıkıyor. Reform veya reform mücadelesi içinde devrim yeşerebilir mi? Ya da reformlar, devrimi boğma tehditliyle yüz yüze mi bırakır? Her somut olayda çelişkili bir durumun ortaya çıkması kaçınılmazdır. Komünistlerin sınıfın devrimleştirilmesinde bir ilerleme, devrim yolunda kazanılan bir mevzi olarak değerlendirdikleri bu tavizler, devrimci mücadelede yer alan bazı güçler ve reformistlerde ise, düzen içinde konumlanarak elde edilmiş kazanımların korunabileceği, ilerletilebileceği vehminin güçlenmesine ve politik angajmanda gevşemeye yol açar.

Nitekim mücadelenin devrimci-proleter bir programatik perspektiften yoksun olduğu durumlarda, bu ulusal kurtuluş hareketleri, en radikal biçimiyle devrimci demokratizmin sınırları içinde kalabilmişlerdir. Egemen kurulu düzenin yıkılmasını ve özel mülkiyet ilişkilerinin tasfiyesini mücadelesinin merkezine koymayan bir hareketin, elde edilen ekonomik, sosyal, politik kazanımları koruma şansı dahi olamayacaktır. Egemen sınıfın siyasal iktidarı olan devlet, “reform” adı altında verdiği tavizleri koşullar değiştiği anda geri alacaktır.

Nitekim sistemin bir parçası haline gelen Denis Goldbeg söyle diyor: “NUMSA birçok sınıfı bir arada tutan bir kurtuluş hareketinin yapamayacağı şeyleri istiyor.”

Marx’ın deyimiyle, bütün devrimlerin ortak kaderidir bu durum. Ve bu dersin hiçbir zaman unutulmaması gerekiyor. Belli ölçüde bir devrimin zaferi için farklı sınıfların ittifakı, zorunlu bir ön koşuldur. Fakat bu ittifak uzun sürmez. Ortak düşman üzerinde zafer sağlandığı andan itibaren farklı kamplara bölünürler ve silahlarını birbirine doğrulturlar. Esasen bu farklı sınıf ve katmanların, yeni oluşan parti ve ittifakların hızlı, tutkulu çatışmalar, devrimci organizma için muazzam itici bir güç oluşturur. Tarihsel süreç böyle dönemlerde sıçrama yapar. (1848 Mart Devrimleri değerlendirmesi).

Ulusal kurtuluş, bağımsızlık hareketleri içinde yer alan burjuva ve küçük burjuva güçler genellikle kurulu düzenin sınırlarını aşmayan radikal reform talepleriyle yetinirler. Her sınıf ve toplumsal katman sürece kendi özgün çıkar ve sosyal, ekonomik, politik talepleriyle katılır. Bu açıdan ulusal olan başından itibaren sosyal boyutuyla vardır. Geçmişteki bütün ulusal kurtuluş hareketlerinde farklı sınıf ve katmanlar, köylü kitleleri, orta burjuvazinin bazı kesimleri, küçük burjuva ara katmanlar ve işçi sınıfı yer aldı. Objektif, sınıfsal konumlarından dolayı, mücadelede yer alan her güç, kurtuluşun kazanılması yolu ve beklentileri, alternatif toplumsal düşünceleriyle yer aldı. Bu heterojen sosyal bileşim ideolojik ve politik açıdan kurtuluş mücadelesinin sürecini belirledi. Burjuva ve küçük burjuva katmanların emperyalizm ve sömürge karşıtlığı bazı toplumsal, siyasal engellerin kaldırılmasıyla sınırlıydı.

Bu bağlamda ANC, Güney Afrika’da emperyalizme bağımlı Apartheid rejiminin sosyal temelini, yani kapitalizmin tasfiyesini hedefine koymadı. Başka birçok hareket de bazı politik tavizlerle yetinerek, egemen siteme angaje oldular ve elde edilen ekonomik politik kazanımları koruyarak mücadelelerini reformlarla sınırladılar. Oysa Güney Afrika’da olduğu gibi, sosyal kurtuluş olmadan, diğer bir ifadeyle sömürü ve kölelik ilişkilerinin kaynağı olan kapitalist sistem yıkılmadan Apartheid sisteminden kurtulmanın olanaklı olamayacağını, son 20 yıllık ANC yönetimi deneyimi de somut olarak göstermiştir. Maden işçilerinin bu açık fakat geç kalmış çıkışı yeniden gösteriyor ki, 21. yüzyılda tek gerçek devrimci sınıf proletaryadır ve gerçek ulusal kurtuluşu da ancak bu sınıf sağlayabilir!


 
§