25 Ekim 2013
Sayı: KB 2013/41

Güncel gelişmeler ve devrimci görevler!
Kürt hareketine “ayar çekme” manevraları
Dış politikada hazin çırpınışlar!
AKP-cihatçı çeteler ittifakı sona mı eriyor?
Asimilasyon saldırılarının taşeronları işbaşında!
Sermaye düzeni zor aygıtlarını güçlendiriyor!
Silaha yatırım da hegemonya krizi de büyüyor!
Beklemenin değil, eylemin zamanıdır!
Kiralık işçilik yeniden geliyor!
Patronların “kurbanı” işçiler...
“Görüntüdeki sessizliğin altında derin bir öfke mayalanıyor!”
KESK’e hakim çizginin iflası olarak toplu sözleşme süreci
“Suriye’nin Dostları” Londra’da toplandı
2. Cenevre Konferansı hazırlıkları yoğunlaşıyor

ABD’de ‘felaket’ ertelendi, kriz devam ediyor!

Göç etmeyen kuşlar kanatlarında umut taşır - T. Kor

Avrupa’da hayat grevle durdu!
Almanya’da Haziran Direnişi panelleri
ODTÜ’de ağaç talanı sonrasında yol ilerlerken...
ODTÜ yolu, ODTÜ AVM ve camisine gidecek yolu açıyor...
Üniversitelerde ODTÜ’ye destek eylemleri
2013 6 Kasımı’na doğru...
Hiçbir zorbalık bizleri devrimci faaliyetimizden alıkoyamaz!
“Şiddete karşı örgütlenmeli!”
Gezi tutsaklarına tecrit ve baskı!
“Özgürlük, Devrim, Sosyalizm” için ileri!
Özgürlük, devrim, sosyalizm için buluşuyoruz!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Görüntüdeki sessizliğin altında
derin bir öfke mayalanıyor!”

 

Ankara Sincan’da işçilerin birliğini sağlamak, sınıf kimliği ile tutum alarak haklarına ve geleceklerine sahip çıkmak için faaliyet yürüten Sincan İşçi Birliği temsilcisi ile Sincan OSB’deki koşullar üzerine konuştuk.

 

- Öncelikle Sincan Organize’deki çalışma koşullarından biraz bahseder misiniz?

- Aslında Sincan Organize’ye ya da bölgede yer alan fabrikalara baktığımızda, özellikle çalışma koşulları açısından Türkiye işçi sınıfı gerçeğinin doğal bir yansımasını görürsünüz. Düşük ücretler, her geçen gün ağırlaşan çalışma temposu, işsizlik sopası ile işçilerin üzerinde her geçen gün yoğunlaşan baskılar, bu koşulların en temel yanlarını oluşturuyor. Tabii ki buna geniş bir örgütsüzlük tablosu eşlik ediyor. Arçelik, Hidromek ve Kabel’de Türk Metal çetesinin varlığını bir yana koyarsanız bölgede en dar anlamda bir sendikal örgütlülük dahi bulunmuyor. Bu saydığım fabrikalarda, özellikle bir Koç firması olan Arçelik’te ise Türk Metal çetesinin varlığının işçiler için anlamını zaten hepimiz biliyoruz.

İlk başta da söylediğim gibi bu açıdan Sincan’daki tablo da kuşkusuz Türkiye gerçeğinin basit bir yansıması. Ama bunun dışında ya da bu durumu yaratan daha özel koşullar da Sincan için yok değil. Her şeyden önce her geçen gün genişleyen bir sanayi havzası olmakla birlikte Sincan’da sanayinin gelişimi esas olarak ‘90’lı yıllarla birlikte başlıyor. Sincan Organize dediğimiz Ankara 1. OSB, 1990 yılında kuruluyor ve her geçen gün genişleyerek büyümeye devam ediyor. Bugün, bu bölge ilk kuruluş alanının yaklaşık 5 katı büyüklüğe ulaşmış durumda ve yaklaşık 20 bin işçi buradaki fabrikalarda çalışıyor. Buranın dışında ise henüz yapım aşamasında olan ve sınırlı sayıdaki fabrikada üretimin başladığı Temelli Bölgesi var ki, burada açılan üç OSB’de toplam 50 bin civarında işçinin çalışacağı 300 civarında fabrika kurulacağı söyleniyor. Bunu şunun için vurguluyorum, yaklaşık 20 yıllık bir sanayi geçmişi demek, aynı zamanda buralarda çalışan insanlar için yeni bir işçileşme süreci anlamına geliyor. Yani Sincan üzerinden konuştuğumuzda ikinci kuşak işçiliğin henüz sınırlı olduğu bir sanayi bölgesinden bahsediyoruz ki, bunu ilçenin nüfus gelişimine baktığınızda da rahatlıkla görebiliyorsunuz. Bu sözünü ettiğim 20 yıl içinde ilçenin nüfusu tamı tamına 5 katına çıkmış bulunuyor.

Bu insanların büyük oranda Orta Anadolu’nun çeşitli kentlerinden geldiklerini düşündüğümüzde ise hem mevcut olan çalışma koşullarını, hem de işçi mücadelesi adına mevcut tabloyu tanımlamak da bir bakıma kolaylaşıyor. Yeni işçileşme süreci bir yana bu insanların belli bir bölümü için köyleriyle kurdukları ekonomik bağ halen güncelliğini koruyor, hatta Temelli Bölgesi’nde halen işçiliğin tarımsal üretimin yanında bir ek iş olarak görüldüğü bir tablo karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte Anadolu insanının itaatkar, şükürcü yapısı ile bilikte dinsel ve milliyetçi değerlere bağlılığı mücadele dinamikleri açısından temel bir engel olarak önümüze çıkabiliyor.

Bunlarla birlikte her yeri kesen bir veri olsa da sermayenin işçi sınıfının örgütlenmesine düşmanlığının Sincan’da çok daha çıplak bir şekilde yaşandığını söyleyebiliriz. Özellikle Organize içinde işçilere seslenen en küçük bir çalışmaya daha büyük bir tahammülsüzlük ile yaklaşılıyor. Fabrikalarda yaşanan iç huzursuzluklara karşı ise bu tahammülsüzlüğün çok daha katı bir şekilde açığa çıktığını söyleyebiliriz. Örneğin metal sektöründe geçtiğimiz toplu sözleşme döneminde Arçelik’te ortaya çıkan küçük bir tepki 50 kişinin işten atılması ile sonuçlanmıştı. Bu senenin başında ise Serdar Plastik’te sendika adının duyulması ile birlikte 50 civarında işçi işten atıldı. Yine TEGA’da sağlıksız yemeklere karşı gösterilen anlık bir tepki sonucu 5 kişi işten atılmış oldu. Geçtiğimiz günlerde ise bir ambalaj fabrikasında benzer bir gelişmenin yaşandığına dair duyumlarımız var.

Bunlar aslında son bir yılın sınırlı örnekleri. Biz Sincan Organize’de sermayenin işçilerin örgütlenmesine yaklaşımını esas olarak Ekstrametal ve TEGA örneklerinden biliyoruz. Daha önceki yıllarda bu iki fabrikada Birleşik Metal bir örgütlenme çalışması yürütmüş ve bu girişimler Sincan Organize patronlarının topyekûn saldırısı ile karşılanmıştı. Yansıdığı kadarıyla TEGA’da direnişin başladığı ilk gün Sincan Organize’nin belkemiğini oluşturan bir grup patron hızla biraraya gelmiş ve ne olursa olsun Sincan Organize’ye sendika girmesine izin vermeyeceklerini söylemişler. Hatta işçilere üç kuruş zam yapmayı çok gören bu asalaklar TEGA patronunun bu süre zarfında uğradığı zararı da büyük bir rahatlıkla kendi ceplerinden karşılama yolunu tutmuşlar.

Yani işin özüne dönecek olursak Sincan’a baktığımızda işçiler adına geniş bir örgütsüzlük ve bilinçsizlik tablosunun yanında sermaye adına güçlü bir sınıf bilinci ve kini göze çarpıyor. Ancak bu kinin ve tahammülsüzlüğün aslında büyük bir korkunun da ifadesi olduğunu söyleyebilirim.

 

- Korku derken…

- Evet korku. Aslında her yerde sermaye işçi sınıfından yüzyıllar önce insanlığın vebadan ve koleradan duyduğu korku gibi büyük bir korku duyuyor. Çünkü işçiler henüz farkında olmasa da sermaye işçi sınıfının elinde kendisini mezara gönderecek kürekleri taşıdığını çok iyi biliyor. Yoksa böyle bir bilinçsizlik ve örgütsüzlük tablosunda bu derece tahammülsüzlüğü nasıl açıklayabilirsiniz? Görünürde her şey sermayenin istediği gibi gidiyor. İşçiler bilinçsiz, örgütsüz, hükümete istedikleri her yasayı istedikleri an çıkarttırmak gibi bir avantajları var (hoş yasaya da ihtiyaç duydukları yok ya), ama yine de korkuyorlar. Çünkü görüntüdeki bu sessizliğin altında, derin bir öfkenin mayalandığını çok iyi biliyorlar.

Geçtiğimiz günlerde bir fabrikadan bir grup işçi arkadaş ile sohbet ediyorduk. Bu arkadaşlar “acaba bizim fabrikamıza sendika gelir mi, gelirse nasıl olur” diye bir düşünce içerisindeydiler. Ve bu arkadaşlar doğal refleksleri ile bir gerçeği o kadar yalın bir şekilde ifade ettiler ki: “Biz eğer bu işe girer ve başarırsak Sincan Organize’de devrim olur!” dedi örneğin bu arkadaşlar. İşte bir işçinin doğal refleksi ile ve belki de içinde bulunduğu koşullardan bunaldığı anda bilince çıkardığı bu gerçek sermayenin her gün zihninde yankılanıyor. O her gün “ya bugün bir kıvılcım çakarda orman yanarsa!” korkusu ile yaşıyor. Dediğim gibi bu korkuyu duymakta da fazlası ile hakkı var. Dahası biz onların bu korkusunu gerçeğe çevirmek gibi bir iddiaya sahibiz.

 

- O zaman biraz Sincan İşçi Birliği’nden bahsedelim?

- Sincan İşçi Birliği Sincan’da patronların bu korkusunu gerçeğe çevirmenin adı. Daha doğrusu bu doğrultuda attığımız bir ilk adım. Çünkü sermayenin her cepheden örgütlü olduğu ve sınıf bilinci ile davrandığı koşullarda işçilerin de kendi birliğine ve sınıf bilincine çok daha fazla ihtiyacı bulunuyor. Hele hele Sincan gibi örgütsüz, dağınık bir işçi bileşiminin olduğu bir bölgede bu çok daha önemli bir ihtiyaç. İşte biz de bu ihtiyacı karşılamak adına yola çıktık.

Aslına bakarsanız Sincan İşçi Birliği bu açıdan yeni bir proje ya da adım da değil. Bugün aramızda daha önce bölgede kurulan Sincan İşçi Derneği’nin çalışmalarını yürüten arkadaşlar da bulunuyor. Ve biz aslında yaklaşık bir senedir benzer bir adımı atabilmek adına bir tartışma ve hazırlık süreci işletiyorduk. Bu tartışmalarda ise derneğin bir amaç değil araç olduğu, asıl yapmamız gerekenin Sincan’da işçilerin birliğini sağlamak, yani hem kendi sorunlarına sahip çıkmasını hem de toplumsal sorunlarda kendi sınıf kimliği ile bir tutum alabilmesini sağlamak olduğu sonucuna vardık. Bir süredir bu açıdan çeşitli adımlar atmakla birlikte ise özellikle son bir iki aydır bu açıdan daha sistematik bir yönelime de girmiş olduk.

Bu açıdan geçtiğimiz ay çeşitli fabrikalardan bir grup işçi olarak bir toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıda düzenli olarak biraraya gelme, hem kendimizi eğiteceğimiz hem de diğer işçi arkadaşların da katılımını sağlayabileceğimiz etkinlikler gerçekleştirme kararı aldık.

Bu çerçevede 26 Ekim’de bir avukat dostumuzun da katılımı ile bir panel söyleşi gerçekleştireceğiz. Bu söyleşide hem yasal haklarımızı öğrenmeyi, hem de bu haklara nasıl yaklaşmamız gerektiğini tartışmayı planlıyoruz. Çünkü öyle bir tablo ile karşı karşıyayız ki, birçok işçi arkadaşımız halen yasal planda sahip olduğu hakları bile bilmiyor. Durum böyle olunca patronların istedikleri gibi at oynatması da çok daha kolay oluyor.

Önümüzdeki dönemde de iş kazaları, ücret sorunları, kıdem tazminatı vb. konularda benzer etkinlikleri sürdürmeyi planlıyoruz.

Bu hedeflerimizi gerçekleştirebildiğimiz oranda Sincan’da işçi sınıfının bir toplumsal güç olarak kendisini hissettirebileceğine de inanıyoruz. Az önce de ifade ettiğim gibi patronlar korkuyor ve bu korku boş bir korku değil. Her yerde olduğu gibi Sincan’da da mücadeleye atılmanın önünde birçok engel olsa da işçiler arasında büyük bir huzursuzluk var. Ve bu huzursuzluk aslında kendisini ifade edebileceği bir kanal arıyor. Az önce bahsettiğim çalışmaları asgari bir başarı ile gerçekleştirebilirsek, yani Sincanlı işçilere yalnız olmadıklarını hissettirebilir ve bugün için öncü potansiyeli şahsında da olsa onları biraraya getirmeyi başarabilirsek Sincan Organize için gerçek anlamda bir devrim olacaktır. Bu tablo az önce ifade ettiğim birçok sorun alanını da hızla geride bırakmayı sağlayacak, işçi sınıfının toplumsal bir güç olarak mücadele sahnesindeki yerini almasını sağlayacaktır.

 

- İşçi sınıfının toplumsal bir güç olması demişken, Sincan’da işçilerin Haziran Direnişi’ne yaklaşımlarından biraz bahseder misin?

- Kuşkusuz bugün için bu açıdan hiç de iç açıcı bir tablo bulunmuyor. Sonuçta Sincan az önce de ifade ettiğim gibi dinsel ve milliyetçi düşüncelerin ağırlıkta olduğu bir bölge. Dahası AKP’nin temel bir kalesi durumunda. Kuşkusuz sosyal temelleri olsa da Haziran Direnişi’nin görünen yüzünün daha çok laiklik-dincilik eksenine sıkışması bu açıdan Sincan’daki tabloyu daha da olumsuz bir şekilde etkilemiş oldu aslında. İşçiler büyük oranda sermayenin yarattığı o sahte kutuplaşmada taraflaşmış oldular. Doğal olarak ezici bir çoğunluğu AKP’nin arkasında konumlanırken sınırlı bir kesiminin de meseleyi AKP karşıtlığına indirgemesi sınıfsal birleşme noktalarını da zaafa uğratan bir yan taşımış oldu.

Ancak biz bu durumun geçici olduğuna inanıyoruz. Çünkü sermaye o kadar pervasız saldırıyor ki, işçiler açısından bu sahte ayrımları bir kenara iterek biraraya gelebilmek yakıcı bir ihtiyaç olarak ön plana çıkıyor.

Ama elbette ki bu durum tek başına böyle bir gelişmenin ürünü olarak kendiliğinden bir şekilde de yaşanmayacak. Bu açıdan bize oldukça önemli görevler düştüğü kanısındayız. Aslında az önce çalışma planlarımızdan bahsederken üzerinden atlamış oldum. Çeşitli etkinliklerle birlikte önümüzdeki dönem için “Reddediyoruz!” başlığını taşıyan bir çalışma planımız var. Mevcut koşulları ve sermayenin saldırı planlarının her birini bu başlık altında reddettiğimiz bir çalışma örgütleyeceğiz. Bunu ise aslında bir yandan da Haziran Direnişi ile ruhsal planda da olsa bir bağ kurabilmek hedefi ile gündemimize aldık. Çünkü Haziran Direnişi’ne baktığımızda insanların mevcut uygulamaları kabul etmedikleri, bir reddetme tutumu ile birlikte sokağa döküldüklerini söyleyebiliriz. Biz de burada sermayenin çeşitli uygulamaları karşısında bir reddetme tutumu açığa çıkartabilirsek bu hem yerelde baskın bir eğilim olan şükürcülüğe vurulmuş bir darbe olacaktır, hem de bugün için fiziksel bir birleşme anlamına gelmese de ruhsal planda Haziran Direnişi ile bağ kurabilmek adına mütevazi bir adım olacaktır.

Bu işin bir yanı. İşin diğer yanında ise Haziran Direnişi’ni ortaya çıkaran dinamikler ile buradaki gündelik yaşam arasında dolaysız bir bağ kurabilmek gibi bir sorumluluğumuz var. Özellikle çalışma yaşamı açısından. Örneğin polis devleti dediğiniz uygulama her birimizin işyerlerinde de doğrudan karşımıza çıkıyor. Kendileri de işçi olsa da birçok fabrikada formen ya da şefler patronun bekçiliğini yapan polisler olarak tepemize dikiliyor. Ya da hangi fabrikaya giderseniz gidin fabrikanın en ücra köşesine kadar sürekli kameralar ile denetim altında tutulduğunuz bir tablo ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Ya da yaşam alanlarına müdahale açısından düşündüğünüzde tepki göstermenize de gerek yok, bir gün yemeği beğenmeyip yemek yemeseniz ya da evden getirdiğiniz sandviçi yemeye kalksanız anında isyan çıkartmaya çalışmak ile suçlanabiliyorsunuz. Yani demeye çalıştığım şu ki gündelik çalışma yaşamında bile aslında Haziran Direnişi ile bağ kurabilecek o kadar çok örnek ile karşılaşıyoruz ki. Yeter ki bu olanakları değerlendirmeyi bilelim. Yeter ki yaşadığımız bu olaylar ile bugün karşı çıktıkları o büyük direnişin nedenleri arasındaki o kopmaz bağı işçi arkadaşlarımıza göstermeyi başarabilelim.

İşte bu yüzden bu konudaki mevcut tablonun geçici olduğuna inanıyoruz. Çünkü bu bahsettiğimiz uygulamalardan bir tekinden bile memnun olan tek bir işçi dahi bulamazsınız. Belki bugün birçok arkadaşımız bu yaşananlara tepki göstermekten çekiniyor ya da nasıl tepki göstereceğini bilemiyor. Ama biz Sincan İşçi Birliği ile birlikte bir çoban ateşi yakmış olduk. Bu çoban ateşi elbet çevresine ışık saçacak ve yayılacak. İşte o ateş ile birlikte Sincan’da da Haziran Direnişi ile birlikte sıkça kullanılan bir deyimi tekrarlarsak: “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”.

 

- Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

- Sonuçta işçi sınıfı adına arzuladığımız gelecek tek başına Sincan’da ya da Sincan İşçi Birliği ile gerçekleşmeyecek. Bugün biz tek bir fabrikada sendikalaşmak üzerine konuşurken bile Organize’de patronların ne kadar örgütlü olduğunu, tek başına bir fabrikada yaşanacak bir girişimin patronların nasıl azgınca saldırısı ile karşılanabileceğini konuşuyor, bunun karşısında Organize’nin ya da Sincan’ın toplamında işçilerin biraraya gelmesi, sosyal-kültürel-ekonomik her anlamda birleşmesi ve dayanışması için adımlar atıyorsak Ankara’nın toplamında ve aslında ülkenin dört bir yanında işçilerin biraraya gelmesi ve örgütlenmesi gerekiyor. Biz ülkenin dört bir yanında bizim gibi düşünen, bizim verdiğimiz çabayı kendi yaşadıkları alanlarda veren kardeşlerimiz, dostlarımız olduğunu biliyoruz. Onlardan da aldığımız güç ile birlikte işçi sınıfının onurlu geleceği için verilen mücadeleyi Sincan’da da büyüteceğimizi söylüyoruz.

Sizlere de bu mücadelede bizlere verdiğiniz destekler için teşekkür ediyoruz.

Kızıl Bayrak / Ankara

 

 

 

 

 

Sincan’da devrimci sınıf çalışması

 

Sincan İşçi Birliği, 26 Ekim’de yapacağı etkinlik için hazırlıklarını sürdürüyor.

Bu kapsamda Sincan’da yaygın bir faaliyet yürütülüyor. İşçilerle birebir görüşülerek etkinliğe çağrılıyor.

Ayrıca Etimesgut, Elvankent, Fatih, Ayaş Yolu, Cimşit, 12. Cadde, Sincan Merkez, Sincan OSB, Plevne ve birçok yerde etkinliğe çağrı yapan stickerlar yapıldı. Sabah erken saatlerdeyse işçi servis güzergâhlarına etkinlik çağrı bildirisinin dağıtımı yapıldı.
İşçilerin yoğun ilgisi ile karşılanan çalışmalar etkinlik gününe kadar artarak devam edecek.

Kızıl Bayrak / Ankara

 
§