04 Ekim 2013
Sayı: KB 2013/39

Gerçek çözüm ve kalıcı barış için devrimci mücadele!
‘Demokratikleşme paketi’ ucuz bir manevradır
Türk sermaye devleti Rojava’da katlediyor!
Gururu olmayanlar sözlerle oynuyor
Hasan Ferit’le horona duranlara... - T. Kor
Gülsuyu çetesi katletti, polis aklıyor!
Emekçilerden savaş tezkeresine hayır!
Kapsamlı yıkım saldırıları kapıda!
“Haklarımızı sokakta kazanacağız!”
Bursa Emek Forumu’nda direniş ruhu
Feniş işçileri kazanacak!
Feniş işçileri için kampanya
MİB MYK Ekim Ayı Toplantısı…
Başörtüsü, dinsel gericilik ve sosyalist tutum - Alper Suat
Devrimci, kitlesel ve coşkulu bir merkezi gece için ileri!
Suriye’yle ilgili BM kararı onaylandı

“İsrail olmasaydı biz icat ederdik…”

Tunus’ta dinci Nahda yönetimi yolun sonuna geldi
44 yıl önce Dev-Genç’i yaratan koşullar…
Sol içi yasakçı zihniyet ve şiddet hiçbir koşulda kabul edilemez!
Üniversitelerden haberler...
Gericilik kıskacında kadın!
Kanla yazılan tarih silinmez!
“Ulucanlar’dan Gezi’ye direniş sürüyor!”
Bahçelievler Katliamı 35. yılında...
“Çocuklarımız neden yargılanıyor?”
Komutan Che kavgamızda yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gururu olmayanlar sözlerle oynuyor

 

Abdullah Gül ABD’de Marill Lynch’in çalışma kahvaltısı için düzenlediği toplantıda röportaj vererek kendilerini “ileri demokrasi” mavallarıyla pazarlamaya çalıştı.

“Gezi olaylarının başlangıcıyla gurur duyarım” diyen Gül, bir yandan “ileri demokrasi” ile eylemlere duydukları saygıyı ifade ederken diğer yandan bunun AKP’nin eseri olduğunu iddia etti. Gül sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’yi bilenler tanıyanlar, 10-15 yıl önce Türkiye hangi gündemler ile dünya kamuoyuna gelirdi veya Türkiye’nin problemleri neydi, bugün ise Türkiye’nin problemleri nedir diye baksınlar. İstanbul’daki olayların başlangıcı aynı Washington’da, Londra’da, New York’ta olduğu gibi çevre bilinci, şehrin yapılmasıyla ilgili, buraya bu bina yakışır yakışmaz kaygıları ile ortaya çıkan bir olay.”

Gül’e göre eylemin zemini olan çevreci hassasiyet iddiası bile Haziran Direnişi’nin tüm gerçekliğini örtbas etmeyi amaçlamaktadır. Zira Abdullah Gül de iyi biliyor ki mesele Gezi Parkı’na sahip çıkmak ve Topçu Kışlası yapımını engellemek için başlayan eylemler, başlangıçta kitlesel sahiplenmelere dönüşmemişti. Fakat eylemlere yönelik polis saldırısının ivmelerek sürmesi başta İstanbul olmak üzere dört bir yanda yüz binleri sokaklara çıkarttı. Ve bu on yıllarca birikmiş bir öfkeydi. 31 Mayıs’ı anlamak için 1 Mayıs yasağına verilen tepkiye ve ardından yaşanan 6 Mayıs, 18 Mayıs, 25 Mayıs eylemlerine de bakmak gerekiyor. Haziran Direnişi’nin hemen öncesi polisin azgın saldırılarına ve yoğunlaşan yasaklara karşı öfke giderek mayalanmaya başlamıştı. Fakat Gül bu gerçekliği bilinçli olarak çarpıtarak Haziran Direnişi’ni “çevreci duyarlılık” sınırlarına indirgiyor. Direnişin Taksim Dayanışması üzerinden cisimleştirdiği temel talepler bile çevreci duyarlılığın ötesinde olunduğunu, polis şiddeti ve yasakçı dayatmalara karşı söz ve eylem özgürlüğü talebinin öne çıkarıldığını gösterecek kadar açıktır. Zaten bu çevreci duyarlılığı kat be kat aşan ve kendisini “Vali istifa!”, “Hükümet istifa!” gibi sloganlarda ifade eden politik platformdan duyulan rahatsızlıkla Haziran direnişçilerine anayasal düzeni bozmak, hükümeti devirmeye çalışmak, terör örgütü üyeliği gibi gerekçelerle davalar açılıyor.

Kaldı ki Gül, süreçle gurur duyma terimini kullanabilecek son kişidir. Sözde hükümetten bağımsız, kucaklayıcı, partiler üstü olarak sunulan Cumhurbaşkanlığı, sermayenin amaçları doğrultusunda hareket eden bir kurumdur. Aldatıcı bir kurumsallıkta görev alan Abdullah Gül, polis şiddetini, AKP’nin dediğim olacak zihniyetini, işlenen cinayetleri bilmekte fakat sessiz kalarak ortağı olduğunu göstermektedir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de en az AKP hükümeti, polisler, hakimler kısacası tüm düzen kurumları kadar yaşanan baskı ve zorbalıktan sorumludur. Tek başına Haziran sürecinde değil, sermayeye hizmet ettiği tüm dönemlerde işlenen cinayetlerden, onay verdiği sefalet ve sömürü yasalarından, emperyalistlerle işbirliği kararlarından dolayı da sorumludur. Gül’ün “gurur tablosu” olsa olsa bunlardan ibarettir. Zaten bu yapmacık replikler ABD’de dünya basını önünde sarf edilirken Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı sitesinde sansürlenerek kırpılması bile kendi ikiyüzlülüklerinin ifadesidir. Sermaye devleti Cumhurbaşkanlığı sitesinde bu manipülatif amaçlı cümleye bile yer vermeye tahammül edemeyerek gerçek kimliğini bir kez daha açık ediyor. Zira onların temsil ettiği “ileri demokrasi” ancak düzenin izin verdiği, düzenin çıkarına hizmet ettiği sınırda mümkündür.

Biz Gül’ün demokrasiden anladığını nice örneğiyle zaten iyi biliyoruz. Meclis’te yaptığı konuşma da ABD’dekinin bir tekrarıydı. Gül, “Bu süreç içerisinde zaman zaman şahit olduğumuz başta aşırı güç kullanımı olmak üzere tüm hukuk ihlalleri araştırılmakta, yargı süreçleri devam etmektedir. Millet olarak bu olaylardan gerekli dersleri çıkartmalı, yapılacak ayrıntılı sosyolojik çalışmalarla özellikle genç kuşakların hissiyatını anlamak için duyarlılık göstermeliyiz.” derken İstanbul’da uyuşturucu çeteleri tarafından katledilen Hasan Ferit’in cenazesinin karşısında polis ordusu dizilmişti. Cenazeye katılmak için gelen Abdullah Cömert’in abisi Zafer Cömert “kontrol” adı altında uzun süre alıkonulmuştu. Gül, duyarlılık kıstasının altını çizerken bunun pratik yansıması baskı düzeninin aynen devam ettirilmesiyle yaşanıyor. Aradan aylar geçerken katil polisler, palalı esnaflar tutuksuz yargılanmak için bırakılıyor.

Gül’ün hesabı havale ettiği yargı daha Roboski’nin soruşturmasını ‘bitirememişken’, mahkeme salonları ise katil polislerin aklandığı tiyatro salonlarıyken Gül’ün yargıyı işaret eden yönlendirmesinin ne anlama geldiği ise fazlasıyla açık.

Tehdit karşısında yılmayan, kırılmayan hareketi düzen kurumlarına, yargı yoluna saptırmak için yalanlara sarılan Gül’ün çabası karşılıksız kalacaktır. Haziran Direnişi düzen kurumlarının bir bütün olarak işlevini ve yüzünü deşifre etmiştir. Aynı zamanda düzen sözcülerinin maskesini de düşürmüştür.

 

 

 

 

Ethem’in katiline tayin

 

Ankara’da direniş eylemlerinde Ethem Sarısülük’ü başından vurarak öldüren katil polis Ahmet Şahbaz, Ankara’dan başka bir ile tayin edildi. Daha önce yakın koruma verilen ve aktif görevden pasif göreve çekilen katil polis Ahmet Şahbaz’ın “can güvenliği” bahanesiyle başka bir ile tayinin gerçekleştirildiği öğrenildi. Ayrıca katil polis hakkında verilen yakın koruma kararının, tayin edildiği bu ilde de sürdürüldüğü belirtildi. Katil polisin tayin edilmesinin davanın başka bir ile kaydırılması anlamına geldiği ifade ediliyor.

23 Eylül günü görülen ilk duruşmada yaşanan arbede sırasında Ethem Sarısülük’ün yakınları Ahmet Şahbaz’ın üzerine yürümüştü. Bu sırada Ahmet Şahbaz’ın kafasındaki peruk, Ethem’in kardeşi İkrar Sarısülük’ün elinde kalmıştı. Polis saldırısı ile geçen duruşmada mahkeme kararı 28 Ekim’e ertelemişti.

Ahmet Şahbaz’ın duruşma sonrasında darp raporu alarak, kendisine saldıranlar hakkında suç duyurusunda bulunduğu öğrenildi. Darp raporunda vücudunda ve yüzünde morluklar ve eziklikler oluştuğu iddia edildi.

 
§