19 Temmuz 2013
Sayı: KB 2013/29

 Kızıl Bayrak'tan
Haziran direnişinde yeni safha
Zorbalara karşı isyan haktır!
AKP iktidarının
“hayat suyu”
yabancı sermaye
çekilmeye başladı
Sermaye devleti
tam bir cinayet şebekesidir!
İzmir’den baskınlara yanıt...
Devlet yine
katilleri koruyor!
Onbinler Ali için sokaklara indi!
Binler TMMOB yasasına karşı sokağa çıktı
14. Evvel Temmuz Festivali tamamlandı
Kamu TİS’leri görüşme süreci devam ediyor…
“Sendika hakkımız engellenemez!”
“Sonuna kadar mücadele!”
Para basanlar hakları için grevde!
“Bu grev onur grevidir!”
Mısır’da halk hareketi ve yeni gelişmeler
Gezi Parkı Direnişi’nden ayaklanmaya... - 2 V. Yaraşır
Gençlik yol ayrımında… K. Ali

Dünyada işçi ve emekçi eylemleri sürüyor!

Toplumcu Eksen’den...
Ekim Gençliği temsilcisi ile Yaz Kampı üzerine konuştuk...
Forumlar taleplerin kürsüsü oluyor
ABD’de Trayvon Martin davası... T. Kor
Gezi tutsağından mektup…
Kavga bitmedi direnişe devam!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 


AKP iktidarının “hayat suyu”
yabancı sermaye çekilmeye başladı

 

AKP şefi Tayyip Erdoğan’la müritleri, Taksim Gezi Parkı’ndan başlayıp ülkeye yayılan halk hareketinin, “dış mihrakların işi” olduğunu iddia ederek, itibarsızlaştırmaya çalıştılar. “Ilımlı İslam” projesinin Washington patentli olduğu herkesin malumu iken, siyasal islamın Türkiye’deki İhvancı kolu olan AKP’nin ise, emperyalizme göbekten bağımlılığı bir sır değilken gündeme getirilen “dış mihraklar” söyleminin sahibinin elinde patlaması kaçınılmazdı.

Ülkeyi, işçi ve emekçiler için bir “sömürü cehennemi”, kapitalistler ve yabancı sermeye için ise “dikensiz gül bahçesi” haline getiren AKP iktidarı, bununla hem Türk burjuvazisinin hem emperyalist tekellerin takdirini kazanmıştı. Yabancı sermayeyi “dış mihrak” saymayan Ankara’daki İhvancı-Amerikancılar 350 milyar doları bulan dış borç, kaynağı belirsiz kara para ve Körfez şeyhlerinin petro-dolarları sayesinde, 2002’den sonra gerçekleşen seçimleri kazanabildiler.

Bilindiği üzere yabancı sermeye, riske girmeden yüksek rant elde edebildiği yerlere akar. AKP iktidarı, bu olanakları sunduğu için, yabancı sermaye akışı sağlayabildi. Ancak ülkeye girerken rejim efendilerini “vezir” eden bu yabancı sermaye, giderken de “rezil” edebiliyor.

Genelde “dış mihraklar”ın, özelde Washington’daki efendilerinin desteğiyle yükselen dinci-gerici iktidar, ülke sathına yayılan halk hareketiyle sarsılınca, yabancı sermayenin, yani iktidarın “can simidi” olan sıcak paranın aradığı “güvenli” ortam, berhava olmaya başladı. ABD’de faiz oranlarının yükseltilmesiyle, daha güvenli limanlara yelken açma olanağına da kavuşan yabancı sermeyenin, “vezir” ettiği AKP iktidarını, “rezil” etmeye başlaması, Ankara’daki İhvancıları derin bir telaşa sürükledi.

“Evlerinizde oturun, yoksa yabancı sermaye kaçar” diye sokaklara çıkan halka vaazlar vererek, içine düştükleri dehşeti hissettiren Tayyip’le müritleri, “yabancı mihraklar” ya da diğer adıyla yabancı sermaye gitmesin diye yatıp kalkıp dua etmeye başladılar.

Halk hareketini bastırmak için polis terörünü kuralsızca kullanan, gençleri katlederek, sakat bırakarak, yaralayarak, zindanlara atarak “destanlar yazan” İhvancı-Amerikancılar, tüm çabalarına rağmen yabancı sermayeye yaranamamış görüyorlar. Zira AKP iktidarı, gaz bombaları stokunu tüketmesine rağmen, yabancı sermayenin kaçış eğilimine girmesine engel olamadı.

Halk hareketini azgın devlet terörüyle bastırmaya çalışan AKP iktidarı, bu zorbalığı, “dış mihraklara karşı savaş” diye yutturmaya çalıştı. “Dış mihraklara” karşı “cihat” ilan eden Tayyip’le müritleri, aynı anda yalvar/yakar yabancı sermayenin ülkede kalması için çırpınıp durdular. Bunu başaramayınca da adeta yas tutmaya başladılar. Ülkenin dört bir yanındaki kent maydanlarını dolduran ve milyonları harekete geçiren “dış mihraklara” savaş ilan eden Ankara’daki İhvancılar, diğer dış mihrakların, yani ABD sermayesinin ülkede kalması için ise, her yola başvurdular.

AKP şeflerinin telaşı boşuna değil elbet. Zira dış mihraklara, yani yabancı sermayeye bağımlı bir rejim, herşeyini bu gücün ayakları altına sermeye hazır olmak zorundadır. Yabancı sermayenin çekilmesiyle döviz fiyatları fırlıyor, faiz oranları artıyor, cari açık yükseliyor, dış borçla çalışan işletmelerin daralmaları veya iflas etmeleri gündeme geliyor vb. Tüm bunlar işçi ve emekçilerin sırtına yeni yükler bindirmek anlamına geliyor ki bu, İhvancı iktidara karşı kitle hareketinin daha da güçlenmesi demektir.

Doların son günlerde 2 liraya yaklaşması, cari açığın geçen ay 7.5 milyar dolara ulaşması, Merkez Bankası’nın (MB) faiz oranlarının arttırılması için düğmeye basması, MB kasalarında bulunan döviz rezervlerinin erimeye başlaması… Tüm bu veriler, ekonomiyi sarsan dalgaların etkisini göstermeye başladığını kanıtlıyor.

Mayıs başında net rezerv 45,8 milyar dolardı, 12 Temmuz itibariyle bu rakam 39,9 milyar dolara geriledi, Yani Merkez Bankası bu dönemde net olarak 6 milyar dolara yakın döviz kaybetti. Bu dönemde kuru bastırmak için satılan döviz de aşağı yukarı bu kadar. (Aktaran Mustafa Sönmez)

Görünen o ki, yabancı sermayenin çekilmesini önleyecek güçten yoksun olan AKP iktidarı, bir yandan faiz oranlarını arttırarak öte yandan MB’nin döviz rezervlerini parça parça piyasaya sürerek çöküşü önlemeye çalışacak. Bunun anlamı ise enflasyonun yükselmesi, yani faturanın işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmasıdır.

AKP şeflerinin çöküşü önlemek için işçi ve emekçilerin sırtına yeni faturalar yüklemekten geri durmaları olası görünmüyor. Zira temel politikalarını, “işçi-emekçilere düşmanlık”, “sermayeye ve emperyalizme sınırsız hizmet” üzerine inşa eden Ankara’daki İhvancılar, bundan başka bir yol bilmiyor. Bundan dolayı başlayan ekonomik çöküş sürecinin, İhvancı-Amerikancı rejimin sonunu getirme ihtimali yüksek görünüyor. Yabancı sermayenin sırtına binerek yükselenler, bu sermayenin çekilmesiyle dibe vurmaya mahkum olurlar. Diğer sermaye partileri gibi, AKP’nin de kaçınılmaz sonu bu olacaktır.

Vurgulayalım ki, dinci-gerici rejim kendiliğinden gitmeyecek. Sonunu getirebilmek için işçi sınıfının, emekçilerin, gençliğin ve toplumun diğer emekçilerinin Taskim ruhuyla direnişe devam etmeleri gerekiyor. Hem Taksim Direnişi’nde yükseltilen taleplerin kazanımı hem ekonomik çöküşün koşullayacağı yeni saldırı dalgasını püskürtebilmek için direnişin fabrikalardan alanlara, okullardan mahallelere kadar geniş bir alanda örülmesi şarttır.

 

 

 

Ethem’in katiline yargılama ‘krizi’


Sarısülük davası iddianamenin sunulmasıyla tarih bekleme aşamasındayken “izin alınmadan yargılama” gerekçesiyle durduruldu. Şimdi savcılık katil polis Ahmet Şahbaz’ın yargılanması için izin talebinde bulunacak.

Cumhuriyet Savcısı Veli Dalgalı tarafından hazırlanan 15 sayfalık iddianame Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tevzi edildi. Savcı Dalgalı tanık ifadeleri, görüntü kayıtları ve katil polis Ahmet Şahbaz’ın savunmasının ardından hazırladığı iddianamede polise “meşru savunmada sınırın aşılması suretiyle öldürmek” suçunu yöneltiyor.

Bu da en başından beri bir aklama operasyonu ve polis cinayeti karşısında kitlenin öfkesini dizginleme çabasının yansıması oluyor. Katil polis yargılamaya konu olurken bu suçlamayla alabileceği en üst ceza sınırı ise 5 yıl oluyor.

Sermaye hükümeti AKP’nin Başbakan Yardımcısı Bülent Arnıç’ın açıkça savunduğu polis, böylece yargı tarafından da korunmuş olunuyor.

Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından alınan yargılamanın durması kararı ile “gereğinin yerine getirilmesi” için dosya yeniden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi.

Fakat sermaye devleti bu yargılamaya dahi tahammül edemeyerek müdahalede bulunmuşa benziyor.

Polis Ethem’i suçladı

Savcı iddianameyi mahkemeye sunduğu günlerde Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün, Ethem Sarısülük davası için hazırladığı rapor basına yansıdı.

Olayın soruşturmasını yürüten savcılığa gönderilen raporda polislere atılan 37 taş tek tek sayılarak numaralandırılırken Ethem’in başına isabet eden kurşun konusunda ise herhangi bir ifade kullanılmadı.

Ethem Sarısülük’ün “17 numaralı şahıs” olarak nitelendirildiği raporda şu ifadeler kullanıldı: “Atış esnasında tahmini 4-4.5 metre mesafeden 17 numaralı şahıs (Ethem Sarısülük) tarafından atılan 17 numaralı taş, polis memurunun sağ omuzuna çarpıp yere düştü” ifadesi kullanıldı. Savcılık iddianamesinde “polisin üçüncü atışta elinin yere paralel olduğu” belirtilmesine karşın Emniyet raporunda, polisin “elinin yukarıda olduğu” iddia edildi.

Olaya ilişkin görüntülerden katil polisin bir eylemciyi tekmeledikten sonra silahını çektiği açıklanmıştı. Ancak iddianameyi hazırlayan savcı Veli Dalgalı, tam tersi bir tespitte bulundu.

Olayı “meşru savunmada sınırın aşılması” olarak nitelendiren savcılık, “Şüpheli tarafından gerçekleştirilen ve TCK 81. maddeye mümas olan eylemin meşru savunma olup olmadığı, meşru savunma ise yasal sınırın aşılıp aşılmadığı, sınır aşılmış ise bunun kasten mi yoksa kasıt olmadan mı aşıldığı hususlarının takdir ve değerlendirmesi mahkemenin görevine girer” değerlendirmesi ile katil polisin en az ceza üzerinden yargılanmasını istemiş oldu.