5 Temmuz 2013
Sayı: KB 2013/27

Halkın isyanı karşısında hiçbir güç duramaz!
Halkların direniş kardeşliği ve ortak mücadelesi kazandıracaktır!
Forumlar ve sosyalizm propagandasının önemi
Sermayenin başkentinde Haziran direnişi
Sivas Katliamı protestolarının gösterdikleri
Onbinler haykırdı: “unutMADIMAKlımda”
Feniş’te eylemli tepki
“Haklarımızı isiyoruz!”
Sınıf hareketinden...
Tekstilde “grev kararı”
MİB MYK Temmuz Ayı Toplantısı
Türkiye'de dinsel gericilik - H. Fırat
Nesin ve Aybar’ın ardından...
Suriye’de yıkıcı savaş
ve son durum…
Yurtdışında Sivas Katliamı’na öfke
Direniş dersleri ve
emekçi kadın mücadelesi!
Yaygın ve dinamik çalışma, kitlesel ve nitelikli yaz kampı!

Halk hareketinin ardından...

Direniş forumlarda güçleniyor!
Ethem’in katili korunuyor!
Lice’den alınacak gülümüz var! - T. Kor
“Her yer Lice, her yer direniş!”
Sermaye iktidarı yalana doymuyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye’de yıkıcı savaş ve son durum…

 

Suriye’deki yıkıcı savaş askeri, siyasi, diplomatik ve medya alanlarında devam ediyor. Suriye Arap Ordusu’nun (SAO) Haziran ayı başlarında El Kusayr kentini yeniden ele geçirmesiyle sahadaki durum değişmeye başladı. Son bir ayda başkent Şam’ın çevresi, Homs ve Halep’te yoğunlaşan çatışmalarda, emperyalistler güdümündeki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) çeteleriyle kökten dinci katiller şebekesi, tüm çatışma alanlarında mevzi kaybetmeye başladılar.

Körfez sermayesinin beslediği medyada mezhep kışkırtıcılığı devam ederken, 2. Cenevre Konferansı’nın toplanması yönünde harcanan çabalara, sabote edici çabalar eşlik ediyor. Ankara’daki dinci-Amerikancı rejimin şeflerinden Suriye’ye dair pek ses çıkmazken, körfez şeyhleri daha da pervasızlaşıyorlar. Rusya diplomatik çözüm için bastırırken, ABD ile AB’deki kuyrukçuları ise kararsızlık ve ikiyüzlü manevralar arasında gidip geliyorlar…

Tetikçiler mevzi kaybediyor

Son günlerde çatışmalar Halep ve Homs kentlerinde yoğunlaştı. SAO, ÖSO ile kökten dinci çetelerin, yaklaşık iki yıldan beri denetim altında tuttukları bölgeleri ele geçirmeye çalışıyor. Çok hızlı olmasa da, SAO, her iki büyük kentin çevresinde ilerleme sağlıyor. Sahada dengenin Baas yönetimi lehine değişmesi, emperyalistler güdümündeki tetikçileri moral açıdan da zayıflatıyor; bazı bölgelerin SAO ile çatışmaya girmeden terk edilmesi, bazı bölgelerin ise anlaşma sağlanarak boşaltılması, bu zayıflığın göstergelerindendir.

Sahada gerileyen çeteler, sivil halkı hedef alan saldırıları arttırdılar. Patlayıcı yüklü araçlarla intihar saldırıları düzenleyen çeteler, Şam ve Homs kentlerinde sivil halkı katletmekten medet ummaya başladılar.

Aczin göstergesi olan bu katliamlar devam ederken, ÖSO ile Nusra cephesi arasında da çatışmalar yaşandığı bildirildi. Baas yönetimine karşı birlikte savaşan bu güçler, şu veya bu alanın hakimiyeti uğruna, ya da Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi savaşı körükleyen ülkelerin gönderdiği silah, mühimmat ve diğer malzemelerin paylaşımı adına birbirlerine kurşun sıkmaktan da çekinmiyorlar.

Emperyalistlerden iki yüzlü manevralar

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile ABD’li meslektaşı John Kerry arasında varılan anlaşmaya göre, Suriye’deki savaşın bitirilmesi ve barışçıl bir çözüme ulaşılması için 2. Cenevre Konferansı en kısa sürede toplanacaktı. Haziran ayının başında toplanacağına dair açıklamalar yapılsa da, 2. Cenevre Konferansı’nın ne zaman toplanabileceği halen belli değil. 1 Temmuz’da Lavrov’la birkez daha görüşen Kerry, yaptığı açıklamada, konferansın Eylül ayından önce toplanamayacağını belirtti.

ABD, AB emperyalistleri ile bölgedeki uşakları, söylemde Suriye’deki savaşın bir an önce bitmesini istiyorlar. Pratik tutumları ise, tam tersi. Çünkü attıkları her adımla, savaşı körüklüyorlar.

Son toplantılarını Katar’ın başkenti Doha’da yapan ABD ve işbirlikçileri, ÖSO ve kökten dinci tetikçileri silahlandırıyor, sahada üstünlük sağlamasına rağmen Esad’ın yönetimden çekilmesi gerektiğini söylüyor, kimyasal silahlar konusunu gündeme getiriyor ve tüm bunların sonucunda, 2. Cenevre Konferansı’nın toplanmasını sabote ediyorlar.

Savaşı körükleme gerekçelerini, “önce sahada denge sağlansın, sonra konferans toplansın” şeklinde özetlemek mümkündür. Yıkıcı savaş tüm şiddetiyle sürmesine rağmen, silahlı çetelerin sahada gerilediği ortada iken, “sahada denge sağlansın” demek, savaşı sonu belirsiz bir zamana yaymak demektir. Bunun anlamı, Suriye parçalanana veya tümüyle yerle bir olana dek savaşın sürdürülmesidir.

ABD ile suç ortakları bu politikada ne zamana kadar ısrar edebilecek, sahadaki tetikçiler ise, uzun süre ayakta durabilecek mi? Bu soruların yanıtı henüz net değil. Fakat emperyalistlerle işbirlikçilerinin Suriye’ye savaş ilan etmeleri, Ortadoğu’ya egemen olma planının bir parçasıdır ve bu, tetikçileri sahada kaybeden taraf olmasına rağmen, yenilgiyi kabullenmek istememelerinin esas nedenidir. Kararsızlık göstermeleri, tedirginlik duymaları ve ikiyüzlü manevralara sarılmaları, içine düştükleri bu açmazdan kaynaklanıyor.

Körfez şeyhleri diken üstünde

Suriye’ye karşı yürütülen savaşın mali ve ideolojik finansörü olan Körfez şeyhleri, özellikle de Katar ve Suudi Arabistan’dakiler, sahadaki çatışmaların seyrinden dolayı diken üstündeler. Doha toplantısının ardından, özel bir toplantı düzenleyen Körfez şeyhleri, emperyalist efendilerinden Suriye’de “uçuşa yasak bölge ilan etmelerini ve Homs kentinde sıkışan tetikçilerin kurtarılmasını” talep ettiler.

Şu ana kadar milyarlarca doları, silahları çetelere aktaran ortaçağ zihniyetli bu şeyhler, histerik bir şekilde Beşar Esad’ı ve yönetimini yıkmak istiyorlar. Suriye’nin din/mezhep savaşlarıyla parçalanması veya yerle bir olması pahasına da olsa, bu emellerine ulaşmak istiyorlar.

Düşkün şeyh takımı, emellerine ulaşmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar; milyarlarca dolar harcadılar, güttükleri medya ordusunu seferber ettiler, kiralık alimlerine sayısız fetva yayınlattılar. Tüm bunlar emellerine ulaşmaları için yeterli olmayınca, emperyalist efendilerinden Suriye’ye savaş ilan etmelerini talep edecek derecede alçaldılar. Körfez şeyhlerinin bir diğer isteği ise, Hizbullah güçlerinin Suriye’den çekilmesidir. Hizbullah’ın, stratejik müttefiki Baas rejimini desteklemesini “işgal” olarak niteleyen şeyh takımı, emperyalist orduların saldırısını ise, pişkince, “Suriye halkının kurtarılması” için talep ettiklerini söylüyorlar.

Emperyalistler güdümündeki muhalefetten savaş çağrısı

ABD emperyalizmi, Afganistan ve Irak bataklığına saplandıktan sonra, “vekil savaşlar” dönemini başlatacağını ilan etti. Bu da işbirlikçi rejimleri ve ÖSO, Nusra gibi tetikçilerin ABD çıkarları için savaştırılacağı anlamına geliyor. Nitekim Suriye’ye karşı ilan edilen savaş, tam da bu yeni stratejiye uygun şekilde yürütüldü. Sorun, salt işbirlikçiler ve tetikçiler eliyle Baas yönetimini yıkmaya muvaffak olamamalarıdır.

Halk desteğinden yoksun, tüm umudunu emperyalistlere bağlayan gerici muhalefet, defalarca, emperyalist efendilerinden Suriye’ye resmen savaş ilan etmelerini istedi. Son açıklamalarında da “uçuşa yasak bölge ilan edilmesi” ve “SAO’ya bağlı seçilmiş hedeflerin bombalanması” isteğini yineleyen bu düşkün takımı, kendi aralarında bile anlaşamayacak kadar da muhterisler. Hal böyleyken, utanmadan, “Suriye’nin yerle bir olması pahasına da olası, bizi iktidara taşımalısınız” diye efendilerine yalvarıp duruyorlar.

Baas yönetimi diz çökmüyor

Belli bir sarsıntı geçiren Beşar Esad ve yönetimi, gelinen aşamada ayakta durabilecek güce sahip olduklarını gösterdiler. Son dönemde “Devirmeyen darbe güçlendirir” tezini işlemeye başlayan Baas liderleri, kendilerinden emin görünüyorlar.

İki yıldır devam eden yıkıcı savaşa rağmen siyasi, askeri ve diplomatik alandaki temel kadrolarının çoğunluğunu koruyabilen Baas yönetimi, son aylarda, bir kısmı gönülsüz de olsa, halkın kayda değer bir kesiminin de desteğini almaya başladı. ABD ile işbirlikçilerinin kuşatmasını ise İran, Rusya, Çin ve diğer ülkelerle geliştirdiği işbirliği sayesinde kıran Esad yönetimi, emperyalistler güdümünde tetikçi konumuna düşen silahlı muhalefetin kitle desteğinin de önemli ölçüde zayıflaması ile kısmen rahatladı. 30’u aşkın ülkeden devşirilen kökten dinci katillerin vahşeti ise, halkın hızla dış müdahalenin farkına varmasına ve zoraki de olsa, bir kesimin yönetime yaklaşmasına neden oldu. Gerilla savaşı konusunda eğitimli ve İsrail ordusuyla savaş deneyimine sahip Hizbullah güçlerinin desteği ise, askeri alanda taktik üstünlük sağlamış görünüyor. Sahada üstünlüğün parça parça SAO’nun eline geçmesi, esas olarak bu faktörler sayesinde mümkün oldu.

Suriye’de de olaylar, kitle hareketi olarak başlamış, Baas yönetimi zorbalıkla kitleleri sindirmeye çalışmıştı. Bu da hareketin askerileştirilmesini kolaylaştıran bir rol oynamıştır. Silaha sarılanların bir kısmı, rejimin zorbalığına duyulan tepkinin bir sonucu olsa da, emperyalistler ve gerici bölge devletleriyle işbirliği yapan tetikçilerin, çatışmaları başlatmak için hazırlıklı oldukları da bir gerçektir. Elbette bu olgu, Baas yönetiminin kitle hareketine karşı kullandığı zorbalığı meşrulaştırmaz. Sadece yönetim kadar, bu tetikçilerin de savaşın patlak vermesinden sorumlu olduğunu gösterir.

Hareketin askerileştirilmesi, Suriyeli emekçilerin başlattığı mücadelenin amacından saptırılmasına ve önemli ölçüde geri çekilmesine neden oldu. Bu da farklı sorunların ön plana geçmesini dayattı. 100 bini aşkın ölü, ülke içinde ve ülke dışında 4 milyon mülteci, harabeye çevrilen çok sayıda şehir, yaygın işsizlik ve yoksulluk…

Hareketin askerileştirilmesine, dış müdahaleye ve mezhepçiliğe karşı çıkan ilerici/demokrat muhalefetin faaliyetleri, geçmişe nazaran daha aktif görünüyor. Buna karşın süreç üzerindeki etkisi halen sınırlıdır. Öte yandan devam eden yıkıcı savaş, halen farklı olasılıklara açıktır. Halk politize olsa da, yıkıcı savaşın egemen olduğu bu atmosferde siyasal süreçlerde aktif değilmiş gibi görünüyor. Buna karşın koşulları oluştuğunda, bu politizasyonun hayatın her alanında kendini hissettirmesi kaçınılmazdır. Zira yıkıcı savaşa ve yıllardır devam eden kışkırtıcı seferberliğe rağmen din/mezhep savaşı tuzağına düşmeyen Suriye halklarının, kendi geleceklerini kurma sürecine katılmalarını artık hiçbir güç engelleyemeyecek.