14 Haziran 2013
Sayı: KB 2013/24

 Kızıl Bayrak'tan
Kazanana kadar direniş!
AKP şeflerinin dışavuran histerileri
Bugün Taksim yarın her yer...
Emperyalist merkezlerin direniş korkusu
Taksim direnişi sınıfı mücadeleye çağırıyor...
Bir yalan makinesi:
Vali Mutlu
Direnen emekçiler
kazanacak!
Avukatlara saldırıya
kitlesel tepki
Taksim Direnişi’miz büyüyor!
Direnişin sesi yankılanıyor
“İsyanın sınırı, yaratıcılığın sonu yoktur!”
Korku duvarları yıkıldı
Ortadoğu’da halk hareketleri 1 - H. Fırat
Avrupa’da krizin olası seyri - Volkan Yaraşır
Birleşik Metal-İş yönetimi MESS-Türk Metal saltanatına boyun eğdi…
Emeğimiz, haklarımız ve geleceğimiz için
direnişe sahip çıkalım!
“Herkes mücadele
etmelidir!”
Taksim-Gezi’ye enternasyonal destek

Ethem Sarısülük’ü kaybettik...

Barikatın ardında...
15-16 Haziran,
sol hareket ve işçi hareketi - H. Fırat
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sınıfsal antagonizmanın küresel odağı...

Avrupa’da krizin olası seyri

Volkan Yaraşır

 

Avrupa’da kriz, yaygınlaşarak, derinleşiyor. Kriz kendini yıkıcı ve sürekli resesyon biçiminde dışa vuruyor ve krizin duble karakteri birbirini besliyor.

Kamu borç krizi ve bankacılık krizi şeklinde bir “gelişme” dinamiği gösteren kriz kıtayı, hızla sarıyor ve sarsıyor. Son beş yıllık süreç krizin bir dizi iç evreden geçerek, artarak sürdüğünü ortaya koydu.

Bu dönemde önce kendini Avrupa kıtasının Akdeniz havzasında dışa vuran kriz, hızla merkez ülkeleri etkisi altına aldı. Krizi kontrol etmeye yönelik Troyka’nın yaptığı her hamle, palyatif sonuçlar yarattı ve krizin etkisini artırdı. Kriz geniş bir spektrumda kendini yıkıcı bir şekilde göstermeye başladı. 2013 yılının daha ilk çeyreği bu yöndeki verilerle dolu. Özellikle önümüzdeki birkaç yıl (2013-2014-2015) bir dizi küresel dinamik, jeo-politik ve siyasi faktörlerle birlikte son derece kritik önem taşıyor.

Zombi şirket ve bankalar

Kıtada krizin, AB’nin birinci periferisi olan Akdeniz havzasına yansımasıyla kapitalist devletler aktif biçimde devreye girdi. Kapitalist devletler eliyle olağanüstü düzeyde “kurtarma” operasyonları yapıldı. Uluslararası şirketlere, sigorta şirketlerine ve bankalara sermaye aktarımı yanında, merkez bankası güvencesi ve desteği verildi. Hazine fonlaması yapıldı. Borç ertelemeleri gerçekleştirildi. Muazzam mali teşviklerle bu şirketler kurtarılmaya ve ayakta tutulmaya çalışıldı.

Kapitalist devletin bu “müşfik” adımları bütçe açıklarını mega düzeye ulaştırdı. Özellikle krizle birlikte yaşanan likidite “kıtlığından” dolayı borç çevrimi kırıldı. Periferide kamu bütçe açıkları kısa zamanda katlandı ve olağanüstü boyuta ulaştı.

Öte yandan kurtarılmaya çalışılan şirketler ve bankaların zombi karakterlerinden dolayı ekonominin tüm alanları enfekte oldu. Zombi bankaları ve şirketleri her kurtarma hamlesi enfeksiyonun etkisini artırdı. Geçici narkotik rahatlamadan sonra bankalar yeniden iflas noktasına geldi.

Avrupa bankacılık sistemi (başta İspanya, Portekiz, Yunanistan ve İtalya olmak üzere) narkotik bir bağımlılık içine girdi. Finansal teşvik ve parasal enjeksiyonlarla “soluk alıp veren” bir yapı özelliği göstermeye başladı. Bu adımların narkotik bağımlılığı ne ölçüde tatmin edeceği müphemdir ve sistemin daha ne kadar böylesi adımlar atabileceği de tartışmalıdır.

Bankacılık sisteminin tabiatında olan zombilik, spekülatif karakter kriz anlarında hızla açığa çıkar ve yıkıcı sonuçlar yaratır. Özellikle spekülatif sermayenin ulaştığı boyut ve 1970’lerin başından itibaren birincil sermaye tipi olma özelliği, uzun bir birikim ve öteleme sürecinden sonra 2000’li yılların ortalarından itibaren olağanüstü yıkıcı ve patlamaya hazır finansal köpükler yarattı. 2008’de yaşanan finansal tsunami bu gelişmenin bir yansıması oldu. Herhangi bir önlem alınmadığından ve alınamayacağından dolayı, bugün açısından finansal köpük balonları yeniden son derece sarsıcı bir şekilde patlamaya hazır bir durumdadır. Önümüzdeki süreçte böyle bir finansal fırtına sadece kıta da değil, küresel düzeyde de büyük çöküntülere yol açabilir. Önümüzdeki dönemde, Avrupa dahil, Japonya, ABD ve hatta Çin’de ortaya çıkacak, senkronize sonuçlar yaratacak büyük finansal dalgalanmalar beklenmelidir.

2013: Kritik eşik

2013 yılında Avrupa’da resesyonun yıkıcı etkisi sürüyor. Gelişmeler, resesyonun sürekli bir hal almasını ve “büyük” resesyona dönüşmesinin olasılıklarını yükseltiyor.

Eurostad 2013 yılının ilk çeyreğine ilişkin verilerle son derece olumsuz bir tablo çizdi. Bu veriler aynı zamanda 2013’ün ikinci, üçüncü ve son çeyreğinin de risklerle dolu olduğunu ortaya koydu.

Euro bölgesinde 2013 yılının ilk çeyreğini kapsayan dönemde, Euro ülkelerindeki büyüme, 2012 yılının son çeyreğine göre binde 2 oranında gerçekleşti.

Euro bölgesindeki on yedi ülkenin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’da (GSYİH) geçen yılın son çeyreğine oranla yüzde 1 civarında bir gerileme yaşandı.

Kıtanın Akdeniz havzasındaki ülkelerde (Yunanistan, Portekiz, İspanya, Kıbrıs, İrlanda ve İzlanda’da) büyüme oranlarında şiddetli düşüşler devam ediyor. Yunanistan, Kıbrıs, Portekiz ve İspanya ekonomileri tehlike sinyali veriyor. Bazılarının iflası tartışılıyor.

Kamu borç krizi ve bankacılık krizi sarmalından özellikle 2011’den sonra şiddetle etkilenen İtalya ekonomisi ise son derece ciddi problemler yaşıyor. İtalya’da burjuva siyasal rejimin stabilizasyonunda önemli sorunlar açığa çıkmış durumda. Genel seçimler siyasal krizi tetikleyici sonuçlar doğurdu.

Öte yandan AB’nin iki dominant ülkesinin durumu da kritik bir evreye girdi. Almanya’nın 2012’ye göre ihracatı yüzde 1.5 düştü. İthalatı yüzde 6.9 oranında geriledi. Almanya 2013 yılının ilk çeyreğinde binde 1’lik bir büyüme trendi gösterdi. Ama ülke ekonomisi 2012’ye göre yüzde 1.4’lük oranda küçüldü. Avrupa pazarındaki daralma, bir ihracat ülkesi olan Almanya’nın Asya ve Çin pazarına açılmasına yol açtı. Almanya’nın bu hamlesi bir düzeyde problemleri atlatmasını beraberinde getirdi. Almanya bu yönde bir dizi önemli adımlar attı. Örneğin trans Berlin-Pekin demiryolu hattının fiilen hayata geçirilmesi, Almanya’nın Asya pazarına ulaşmasını sağlıyor.

Fransa ise kritik eşiği geçti. Fransa 1945 sonrası en ağır resesyonunu 2009’da yaşamıştı. 2012’de girdiği negatif süreç 2013’de bir rutinde, şiddetlenmeden sürüyor. Fransa ekonomisi 2013 ilk çeyreğinde binde 2’lik bir gerileme içine girdi. 2013’de GSYİH’ın yüzde 3’üne ulaşan bütçe açığının, 2014’de 4.2 ye çıkması bekleniyor. Fransa’da üretim durma noktasına geldi. Yatırımlar 2012’den beri geriliyor. İhracat düşüyor. Özellikle otomotiv sektörü ciddi problemler yaşıyor. Fransa ekonomisi bir dizi etkenle birlikte hızla gerileme sürecine girebilir. Hollande’nin sosyal kapitalizm vaatleri bir yıl içinde çöktü. Hollande, Afrika’da Mali işgali gibi hamlelerle agresyon politikaları izliyor. Ayrıca ultra neo-liberal politikaları hayata geçiriyor. Bu süreçte Fransa halkının alım gücü şiddetle düştü. 1984’den bu yana en düşük noktaya ulaştı. Fransa’da hızlı ve kronik yoksullaşma süreci yaşanıyor. Fransa’da kısa zamanda siyasal krize yol açacak gelişmeler yaşanırsa şaşırmamak gerekiyor.

Yunanistan, Troyka’nın her türlü operasyonuna açık, “açık bir pazar” ülke haline geldi. Artık aldığı kredilerle dahi borçlarını çeviremez durumuna düşen Yunanistan, ancak borçlarının silinmesiyle iflasını erteleyebilecek aşamaya geldi.

İspanya’da ötelenen emlak krizi, birbirini tetikleyecek ve şiddetlendirecek bir krizin başlangıcı olabilir. Zombi bankacılık ve kamu borç krizi sarmalında olan İspanya, emlak sektöründe olası yıkımla olağanüstü bir sürecin içine girebilir. Bu süreç bir yandan olağanüstü rejimle sonuçlanacağı gibi, öte yandan Öfkelilerle, Asturias maden işçilerinin militan ruhu İspanya’yı sarabilir.

İtalya’da ekonomik kriz, siyasal krizin her an derinleşmesiyle kontrolsüz bir aşamaya ulaşabilir. Avrupa’nın bu üçüncü büyük ekonomisindeki çöküşün kıtanın bütününde şiddetli bir anafor yaratması kaçınılmazdır.

Kıbrıs’ta çürümüş ve zombileşmiş bankacılık sistemi Troyka tarafından kontrol edilmeye çalışıldı. Fakat Rus oligarklarının ve büyük spekülatörlerinin üssü olan Kıbrıs’ın, AB’ye etkisinin ne olacağı henüz netleşmiş değil. Bankaların kendisi bile mevduatlarına bütünüyle hakim değil. Off-shore hesapları kontrol edilemiyor. Kıbrıs’ta iflas riski devam ediyor. Kıbrıs ayrıca jeo-politik açıdan da önem taşıyor. Kıbrıs özellikle AB ve Rusya arasındaki hegemonya mücadelesinde Akdeniz’deki en kritik yer olarak dikkat çekiyor.

Bütün bunların yanında krizin dalgaları Fransa’yı da etkilemeye başladı. Doğu Avrupa ülkeleri de krizin yıkıcı etkisi altına girdi.

Avrupa’da kronik yoksulluk ve işsizlik

Bu koşullarda Avrupa’da kıta düzeyinde (buna emperyal çekirdekte yer alan ülkelerde dahil) yoksulluk ve işsizlik yaygınlaştı ve kronikleşti.

Özellikle 1980’lerin ortalarında neo-liberal politikaların radikal bir şekilde uygulanmasından sonra başlayan bu süreç, 1990’lı yıllarda bir üst aşamaya ulaştı. 2000’li yıllar ve özellikle 2008’de kapitalizmin yapısal krizinin depresyon şeklinde dışa vurmasıyla olağanüstü boyuta yükseldi.

Son beş yıllık süreç, son çeyrek asırlık süreçten daha alt üst edici oldu. Özellikle Yunanistan, Portekiz ve Doğu Avrupa ülkeleri bir anlamda yıkım ülkeleri olarak öne çıktı. Ayrıca her metropolün kendi içinde “güney” doğdu. Kronik yoksulluk gözle görünebilir bir aşamaya geldi.

Eurostad verilerine göre, Euro bölgesinde (2013 şubat ayı baz alındığında) işsizlik oranı yüzde 12’ye ulaştı. AB ülkelerinde ise yüzde 10.9’a yükseldi. İşsiz sayısı 19 milyon Euro bölgesi olmak üzere, AB ülkelerinde 26 milyonu geçti.

AB’de 3.5 milyon, Euro bölgesi ile toplam 6 milyona yaklaşan genç işsiz bulunuyor.

Yunanistan işsizliğin en yüksek olduğu (yüzde 27.2) ülke olarak öne çıkarken, genç işsizlerde bu sayı yüzde 58.4’e ulaşıyor. Yunanistan’ı İspanya (yüzde 27.16’yla) takip ediyor. İspanya’da genç işsizlerin oranı yüzde 55.7’ye ulaştı. İspanya’nın ardından yüzde 17.5 oranla Portekiz geliyor.

Almanya, Avusturya, Lüksemburg, Belçika ve Hollanda’da resmi verilere göre tablo olumlu bir seyir arz ediyor. Sırasıyla işsizlik oranı yüzde 5.4, yüzde 4.8, yüzde 5.5, yüzde 8.2, yüzde 6.2 olduğu açıklandı.

İspanya’da bu yılın ilk aylarında yayınlanan rapora göre, 2008’den bu yana ülke genelinde yoksulluk yüzde 8 oranında artış gösterdi. Ülkenin güneyi ve kuzeyi arasında (bunu zenginler ve yoksullar olarak da okumak mümkündür) fark ekonomik kriz döneminde hızla arttı. 1 yıldan uzun süre işsiz kalan İspanyolların sayısı 2006 yılına göre 7 kat arttı. Aynı yıla oranla halkın refah düzeyinde yüzde 13.7 gibi şiddetli bir düşme yaşandı.

İtalya’da da yoksullaşma derinleşti ve kronikleşti. İtalya’da yayınlanan Confcommercio’nun raporuna göre İtalya’da her gün 615 kişi yoksullaşıyor. Ekonomik krizle yoksulların sayısı dört milyona yaklaştı. Ayrı bir veriye göre 2012’de 8.6 milyon kişi yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Bu sayı 2013’te 14 milyona ulaştı. Gençler arasındaki işsizlik yüzde 40 sınırına dayandı. İşçi ve emekçilerin alım gücü 2012’ye göre yüzde 4.8 oranında düştü.

Kapitalizmin yapısal krizinin 2009 sonrası odak coğrafyasına dönüşen Avrupa, kriz ve Troyka’nın karşı devrimci operasyonları sonucu muazzam bir sosyal yıkımla karşı karşıya kaldı. Sistematik işsizleştirme, güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma, yoksullaştırma ve mülksüzleştirme politikaları kitlesel ve kronik yoksulluğa yol açtı. Aynı süreç kitleleri öfkelendirdi, işçi sınıfı ve emekçi yığınları ayağa kaldırdı.

Son 5 yıllık süreç sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirdi. Aynı dönemde Avrupa siyasal tarihinde, 1918-1923 yıllarını kapsayan 1. sol dalgadan sonraki en büyük sınıf ve kitle hareketleri yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.

Avrupa: Sınıfsal antagonizmanın odağı

Avrupa önümüzdeki yıllar yine küresel düzeyde sınıfsal antagonizmanın odağı olmaya devam edecek.

Avrupa sınıf ve kitle hareketinin yeni bir yükselişine sahne olabilir.

Kitleselleşen, yaygınlaşan ve kronikleşen işsizlik, yoksulluk kıtayı yeni öfke dalgalarıyla sarsabilir. Yaşanan yüksek konjonktürün farklı boyutları da Avrupa’da sınıfsal antagonizmayı şiddetlendirebilir.

AB’de kuruluş zemininden (bütün manipülatif propagandaya karşı emperyalist bir proje olmasından) kaynaklanan nedenlerden ve kapitalist eşitsiz gelişme yasasının doğal sonucu olarak, şiddetli merkez ve periferi gerilimi yaşanıyor. Bu melez tanımı biraz daha açarsak, kriz süreci AB’nin özellikle Almanya eksenli yeniden yapılanması ve periferinin ise yeniden “sömürgeleştirilmesi” olarak biçimlendi.

Bu süreç kitlelerin AB “büyüsünden”, halüsinasyonundan hızla kurtulmasına yol açtı. Yunanistan, İspanya ve Portekiz de yaşanan pratikler, senkronize sınıf ve kitle mobilizasyonları ve sokağın yaratıcı, yıkıcı ve öğretici gücü kıtanın bütününde emeğin “hayalet” gibi dolaşmasını beraberinde getirdi.

Kriz süreci ayrıca, AB’nin iki dominant ülkesi arasında gerilimi daha da şiddetlendirdi. Dev ekonomik gücüyle krizi kendi emperyalist projeleri için daha uygun bir biçimde değerlendiren Almanya, AB’nin homojenleşmesi ve yeniden yapılanması yönünde hamleler yaptı. Bir taraftan bu süreç emperyalist özneler arası hegemonya savaşına/krizine hazırlık olarak işledi. Öte taraftan Avrupa’da, özelde Doğu Avrupa’da Almanya’nın ekonomik ve nüfuz alanı genişledi ve derinleşti.

Fransa bu süreçte, Almanya’nın gerisinde kaldı. Sarkozy döneminde, Merkel-Sarkozy flörtü yanında, ABD ve İngiltere ile ilişkiler yoğunlaştırıldı. Libya agresyonu hem bu ilişkinin bir yansıması, hem de AB içinde Fransa’nın ikinci bir güce dönüşmesi karşısında kontr bir hamle oldu. Hollande iktidarı dönemi, Almanya-Fransa arasındaki “dengeli gerginliğin” çıplak gerginliğe dönüşmesine yol açtı.

Krize ilişkin AB, AMB politikalarında farklı yaklaşımlar gündeme geldi.* Fransa bu süreçte ekonomik sorunlarla daha fazla uğraşıp ve içe kapanırken, Mali operasyonu gibi hamlelerle eski sömürgelerinde ataklar yaptı. Bu ataklarla Fransa, yeni dönemde hegemonya savaşlarında “bende varım” dedi. Önümüzdeki dönem, var olan gerginliğin artması ve AB içinde yansımalar bulması yüksek bir olasılıktır.

Bütün bunların dışında Ortadoğu’da İran merkezli bir bölgesel savaşın yaşanması, Suriye’de iç savaşın, bölgesel savaşı tetikleyici yönleri AB içindeki bir dizi sorunu alevlendirecektir. Küresel jeo-politiğin düğüm noktası olan Ortadoğu’daki gelişmeler, küresel düzeyde yıkıcı sonuçlar yaratabilir.

Bu gelişmelere bağlı petrol fiyatlarındaki yükseliş, Japonya’da sürekli resesyon hali gösteren krizin, finansal krizi tetiklemesi, Çin’in büyüme oranında yaşanacak “radikal” düşüş, AB’yi ve özellikle Almanya’yı sarsması kaçınılmazdır.

Sözünü ettiğimiz bu faktörler AB’nin önümüzdeki yılları son derece kritik yaşayacağını ortaya koyuyor. Kıta çok yönlü ve çok boyutlu etmenlerle birlikte, kapitalizmin yapısal krizinin odak coğrafyası olmayı sürdürüyor.

İçine girilen süreç sınıf ve kitle hareketinde yeni bir momenti işaretliyor.

Kıtada sınıfsal antagonizmanın şiddetleneceği bir sürecin içindeyiz.

Yeni öfke patlamaları kıtayı sarabilir. Özellikle Yunanistan, İspanya, Portekiz bu patlamaların öncüsü olabilir. Ayrıca krizin derinleşmesinin en yıkıcı sonuçları, en hızlı bir şekilde bu ülkelerde kendini gösterecektir. İçine girilen konjonktürde İtalya’yı hatta Fransa’yı dikkatle izlemek gerekiyor.

* Hollande, kamu borç krizi ve bankacılık krizi içindeki ülkelere Troyka’nın Almanya eksenli dayattığı mali kısıtlama politikalarını olumlamıyor, bu politikalar yerine büyüme odaklı politikaları savunuyor. Ya da mali istikrar için büyüme odaklı stratejilere önem veriyor. Bu tavırda Fransa’nın, Akdeniz havzasındaki ülkelerde yaşanan kamu borç krizinden daha yoğun etkilenmesinin payı bulunuyor. Ayrıca Almanya’nın dış ticaret fazlası vermesi, Fransa’nın dış ticaret açığı veren ülkeler arasında yer alması, Fransa’nın mali tedbirlere mesafeli yaklaşmasına yol açıyor.

Fransa’nın son yıllarda bütçe ve ticaret açıkları büyüdü, kredi kuruluşlarında-güven endekslerinde-düşüşlerle karşılaştı. Hollande hükümeti mali istikrar için büyümeyi öne çıkarıyor. Bu da Merkel ve Hollande hükümetleri arasında gerginliğe yol açıyor.