7 Haziran 2013
Sayı: KB 2013/23

 Kızıl Bayrak'tan
Sarsıcı büyük halk hareketi!
Kuzey Afrika gezisinde şamar üstüne şamar
“Model” AKP, hedef “ılımlı İslam” sonuç: FİYASKO!
Mücadelemizi kırmak için tuzak kurdular, tuzağa düşmeyelim...
Taleplerimizin
arkasındayız!
‘Çözüm’ Taksim’de!
Büyük emekçi halk hareketi üzerine... - M. Emsalsiz
Orta yol yok! - Z. Rençber
Taksim: Direniş ve zafer!
Ankara: Günler süren direniş!
İzmir’de direnişin adı Gündoğdu!
“Her yer Taksim, her yer direniş!”
Tunus ve Mısır: Devrim için dersler...
Gezi direnişine sınır ötesi destekler...
Türkiye’nin 1 Mayıs’ı:
15-16 Haziran direnişi - Volkan Yaraşır
15-16 Haziran işçi direnişi yol gösteriyor…
“Yeni 15-16 Haziranlar yaratabiliriz!”
“Festival çalışmamız
ilgiyle karşılanıyor”

Türk Metal çetesini kovalım!

“Hepimiz ÇAPULCUYUZ!”
Polis şiddetine
karşı koymak meşrudur!
Direnişin içinden...
Halklar mücadelede
kardeşleşir!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

‘Çözüm’ Taksim’de!

 

“Taksim direnişi” birçok siyasal özne açısından bir turnusol işlevi görmektedir. Fakat özellikle de bir süredir “çözüm süreci” adı altında Kürt sorunun çözümünü sermaye iktidarıyla kurulan pazarlık masasına havale eden Kürt hareketinin ve onun siyasal temsilcisi BDP’nin tutumuna ayna tutmuştur.

Zira yaklaşık bir haftayı bulan ve hala da devam etmekte olan kitlesel patlamaya, hem de sermaye hükümetini hedef alan bir boyuta varacak denli büyüyen bir direnişe karşı adeta “çözüm süreci sekteye uğrar” korkusuyla sergilenen uzaklık, girilen yolun “açmazlarını” net ve çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiştir.

“Barış ve demokratik çözüm” için hiç olmadığı kadar uygun bir ortamın doğduğu propagandası, Taksim’de başlayan ve giderek ülkenin tümüne yayılan isyan dalgasının gerçekliğine çarparak dağılmıştır. Çünkü demokrasi ve özgürlüklerin sermaye iktidarıyla kurulacak pazarlık masalarından değil sokaklarda ve mücadele ile elde edilebileceği bir kez daha görülmüştür. Elbette ki bunu en iyi bilen de yine yıllardır ulusal hakları, kimliği inkar edilen yok sayılan ve bu yüzden eşine benzerine rastlanmayan zorbalıklara muhatap kalmış Kürt halkıdır.

Fakat gelinen aşamada sanki bu zorbalığın dayandığı sınıfsal iktidar alaşağı edilmiş, onun dayandığı ve beslendiği özel mülkiyet ilişkileri ortadan kalkmış gibi ve bu düzenin siyasal icra kurumu olan AKP hükümetinin polis devleti ve faşizan uygulamaları hayatın her alanında hakim kılınmıyormuş gibi “barışın” elde edileceğini ileri sürmek bilinçli bir tercih değilse tam bir şaşkınlıktır.

Taksim’de ve ülke genelinde bir haftayı aşkındır azgın bir polis terörü uygulayan bir siyasal iktidarın Kürt işçi ve emekçilerine “barış ve özgürlük” sunmasını beklemek ancak beyhude bir çabadır. Çünkü gerçek bir “barış” siyasal özgürlüklerin önündeki en büyük engel olan sermaye iktidarlarıyla değil halklar arasında sağlanabilir ancak.

Bugün böyle bir barışın adresi “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganında özetlenen direniş alanları ve meydanlarıdır. Ama BDP’nin olaylar başladığı andan itibaren Kürt emekçilerine sokağa yönelik çağrılarda bulunmaması, Selahattin Demirtaş’ın “bugüne kadar Kürt halkı bu terörü yaşıyordu şimdi biraz da Türk halkı anlasın” mealinde açıklamaları vahim bir hatanın ötesinde bir sınıfsal şaşkınlık ifadesidir. Bugüne kadar mücadelelerinde “Türk halkından yeterli desteği görememek” biçimindeki haklı eleştirilerini de boşa düşüren bir sonuca yol açmaktadır. Öte yandan bu tutum AKP hükümeti tarafından BDP isminin MHP ile birlikte anılarak teşekküre konu edilecek kadar trajik bir duruma dönüşmesini sağlamıştır.

Tüm bu gerçeklikler karşısında ve muhtemelen Kürt işçi ve emekçilerden gelen basınç sonucunda da olacak ki Demirtaş, BDP’nin grup toplantısında direnişi “desteklediklerini” belirtmekle birlikte neden içinde aktif bir şekilde yer almadıklarını izah etmekte zorlanmıştır.

Demirtaş, kendilerini eleştirenlere Taksim dışında yaşanan eylemlere ve direnişe bakmaları gerektiğini ve bu eylemlerde “ulusalcılığın” öne çıktığını ve Kürtler’e yönelik kışkırtmalara açık olduğunu belirtmiştir. Oysa ki kendiliğinden gelişen bu kitlesellikteki hareketlerin doğasında vardır bunlar. Yani bir yandan harekete geçen kitleye katılmayıp, müdahale etmeye çalışmadan kenardan izleyip sonra da ortaya çıkan mesafeyi müdahale etmemenin mazereti yapamazsınız.

AKP hükümetine “niyetleri ne olursa olsun” diye tanınan toleransın emekçi kitlelerden esirgenmesi tam bir tezatlıktır. Bir an için bu gerekçeyi kabul etmiş olsak bile Kürt halkının zaten özgürleştirmiş olduğu Diyarbakır’da, Roboski, Hakkari gibi Kürt kentlerinde nasıl bir “provokasyonla” karşılaşacağı Demirtaş’ın hiç mi aklına gelmemiştir? Oysaki tam tersine şimdi sokağa dökülen yüzbinlerde BDP’nin AKP ile siyasal pazarlık nedeniyle olaylara sessiz kaldığı ve yeterli desteği sunmadığı algısı ve hissiyatı oluşmaktadır. Bu durum da Demirtaş’ın hedefe koyduğu ulusalcı çevreleri sevindiren bir sonuca yol açar sadece.

Elbette her siyasal partinin olduğu gibi BDP de bir sınıfsal kimliğin siyaset tarzını ve anlayışını temsil etmektedir. Bu yüzden burada izlenen tutum aslında Kürt orta sınıfların mücadele anlayışına uygun bir politik bakıştan kaynaklanmaktadır. “Çözüm süreci” bahsinde nasıl ki sermaye devletine “Türkiye’nin Ortadoğu ve bölgede büyük politik bir aktör olması” yönünde “okşayıcı” sözler ileri sürmenin bu sınıfsal tercihle bir ilişkisi varsa, Taksim direnişi şahsında AKP hükümetine ve Erdoğan’a karşı gerçekleşen toplumsal muhalefete destek vermenin de benzer bir ilişkisi vardır. Bu, yoksul Kürt işçi ve emekçilerinin değil sermaye düzeniyle sınıfsal çelişkileri olmayan Kürt orta sınıfların politik bakışı olabilir ancak.

Her şeye rağmen mücadelenin bu ayrıştırıcı ve saflaştırıcı etkileri, Kürt işçi ve emekçiler nezdinde sınıfsal farkları giderek daha anlaşılır ve görülür bir hale gelecektir. Mücadelenin birleştiriciliği ile halkların kardeşliği gerçek toplumsal zeminlerine kavuşmuş olacaktır.

Sınıf devrimcileri bu iddia ve hedefle mücadeleyi büyütmelidirler.

 

 

 

 

Twitter Tayyip’i korkuttu

 

Sermaye devletinin emekçi halk hareketinden duyduğu korku her geçen gün büyüyor. AKP gericiliğinin direniş ve halk hareketinin daha ilk günlerinden itibaren sosyal medyaya karşı ortaya koyduğu tepki, bu korkunun bir başka yanını oluşturuyordu.

Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz günlerde AKP şefi Tayyip Erdoğan sosyal medyayı “bela” olarak tanımlamış, Bülent Arınç’ın ise “istesek bağlantıyı engellerdik” diye tehditler savurmuştu. AKP gericiliğinin sosyal medya düşmanlığı nedensiz de değildi. Zira başta gençler, bu alanda kendilerini ifade ediyor ve büyük direnişin tüm gelişmelerini paylaşabiliyorlardı. Keza Arap halkları da ayağa kalktığında sosyal medyanın oynadığı rolün altı döne döne çiziliyordu.

Hal böyle olunca AKP iktidarı da sosyal medyayı hızla düşman ilan etti.

Tarihe geçecek bir pervasızlık:
Twitter operasyonu

Her ne kadar Twitter vb. sosyal medya ağını düşman bellese de, AKP iktidarı bu alandan faydalanmayı da ihmal etmedi.

Polis Twitter üzerinden topladığı “deliller”le İzmir’de operasyon gerçekleştirdi. Yapılan polis operasyonunun gerekçesi ise halkı isyana çağırmak. Şimdiye kadar Twitter üzerinden iletişim kurduğu için gözaltına alınan insan sayısı 29 oldu. Bu sayının artabileceği söyleniyor.

Operasyonun gerisinde ise her geçen gün büyüyen direniş karşısında duyulan korku yer alıyor.

Fakat AKP gericiliği tamamen beyhude bir çaba içerisinde. Zira direnişçiler mevcut atmosferin de yardımıyla hayli yaratıcı yöntemler kullanmaya devam ediyor. Dahası, artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağına inanıyor.