1 Şubat 2013
Sayı: KB 2013/05

 Kızıl Bayrak'tan
Sınıfın devrimci baharına yürüyoruz!
“İmralı görüşmeleri” sürecinin aylık bilançosu
Sendika üye istatistikleri açıklandı, gasp tablosu netleşti
Katliamcı devlet geleneğine devam!
Irkçı-şoven saldırganlığa karşı
mücadeleye!
Avukatlar tehlikede!
Çalışma Bakanı kıdem tazminatı için tarih verdi
28 Ocak eyleminin gösterdikleri ve
devrimci sorumluluk
Karayolu işçileriyle
özelleştirme üzerine
Daiyang-SK Metal grevi üzerine
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için... Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı!
İşçi kurultayları hazırlık
çalışmalarından

Kadın sorunu üzerine konferanslardan.../2Tarihten günümüze kadın ezilmişliği ve kapitalizm - H. Fırat

Devrimci Kadın Kurultayı sözcüsü ile kurultay ve kadın sorunu üzerine konuştuk

Feminizme savrulanlar, devrim iddialarını yitirenlerdir... - S. Soysal

Kadın sorunu, KESK ve feminizm
Devrimci kadınlar
kurultaya hazırlanıyor
Suriye’de yıkıcı savaştan çıkış arayışları
Esenyurt’ta coşkulu
karne eylemi
“Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı” mecliste
Zincirlere dolanmış dev üzerine... - T. Kor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Zorunlu işçilikten ihaleli köleliğe...

Zincirlere dolanmış dev üzerine...

T. Kor

 

Proletaryanın kimliği bil ki çeliğin dövülmesi gibi meşakkatli bir sürecin sonucunda şekillenmiştir. Öyle üç-beş yıllık değil, yüzyılları bulan ezilmişliğin yanında yüzyılları bulan özgürlük ve eşitlik düşlerinin sonucudur. Adını kazanmak için kan ve can bedeli mücadele edenlerdir bugün sınıfın ruhunu var edenler... Fakat sınıf kimliği yekpare mermer de değildir. Kazanacağı son savaşa kadar yengiden çok yenilgi almak zorunda olanlar, bedeninde geçmişin yaralarını taşır. Ruhunda rüzgarla savrulan şanlı kavga bayrakları vardır ama birkaç maddi çıkar uğruna çok ihanet görmüştür. Bugün ruhunu yaralayan, ayağa kalkmasını zorlaştıran bu yaralardır.

O ruh ki estirdiğinde yeli, dünden bugüne ne varsa yılgın, yorgun olanı alıp götürür. Lakin estirdiğinde...

Bu topraklarda burjuvazi geç öğrendi işçinin kanını emerken “gönüllülük” esasını, “istediğin yerde çalışabilirsin” demeyi. Bunun için tarihi, ezilen emekçileri zorla fabrikalara taşıyarak başladı. Köylerinden koparılıp alınan binlerce gencin hayallerini işgal ederek fabrikaları doldurdular. Zonguldak’ta zorunlu işçilik oldu yapılanın adı. Tercih şansı bulunmayanların tercihini yapan burjuvazi, 12 saatlik vardiyaları dayatıp, yemek ve barınmayı işçinin karşılamasını buyuruyordu. Günü geldi madende çalışmak zorunluluğu tercihe döndü. Sonu ölüm olan kara mezarlara her gün gönüllü indi işçiler. Zira yerüstünde çalışmaktan daha fazla ücreti vardı.

Zorunlu işçilik = kölelik, kölelik = taşeron!

Madenlerde hayat alan sistemin işçiyi köle olarak görmediğini söyleyebilir misin? İşçi hayatını riske ederek sermayesini katlama peşinde olanların “kayıp zaman” oluşmaması için, metan gazı ölçümünü olması gereken sınırın kaç katı aralıklarla yaptığını bilir misin? Madenlerde ücret şartlarını kazılan metre başına yapmak zaten ölümü dayatmaktır. Ölmeyen işçiyse sefalete mahkumdur. Çünkü adının önündeki sıfat taşerondur. Bunun için madenlerde zorunlu işçilik dönemleri unutulmuyor, bunun için yaşananı kimse inkar edemiyor.

Yasaları kendisi için paspas etmeyi adet edinenler, şimdi taşeronluğun kılıfını daha geniş dikiyor. Düne kadar “hizmet alanlarında çalıştırılabilir” denen taşeron işçiler artık üretimin omurgası haline geliyor.

Eski düzen, yeni kölelik!

Bölgesel asgari ücret, kıdem tazminatının fona devri, Ulusal İstihdam Stratejisi, Taşeron Yasası, Toplu İş İlişkileri Yasası vb. nice hazırlık bir yanıyla var olan hakları tırpanlamayı, burjuvazi için ekonomik bir kaynak yaratmayı hedeflese de diğer yanında psikolojik bir savaş yatıyor. İşçi sınıfının 12 Eylül darbesiyle kaybettiği mevzileri dolduran burjuvaziye aynı çatışma günlerinin yeniden doğmaması için kalkan oluyor. Bunun için tek başına kâr odaklı değil sınıf bilinçli bir harekat yürütülüyor. Patronlar “mahsulünü” sıkı denetliyor. Burjuvazi de bilir ki bereketli topraklardayız.

Lakin... toprak bereketliyken zararlı otlar da çabuk biter, topraktan o da yeni filizlenen çiçek kadar beslenir. Bunun için çiçeğimizi kurutmak isteyenlere inat toprağı iki kez eşelemek, kontrol etmek gerek. Zira gecelerin sessizliğinde zararlılar yürüyor filizi kurutmak için.

Sınıfın bilincine yönelen her adımla biraz daha kök salıp biraz daha nüfuz ediyorlar. Yasalara “işveren” diye isim değiştirip girenler, bugün sendikaların lügatına da “üretmek”, “daha çok kazandırmak” tanımlarını katıyor.

TÜLOMAŞ kapitalizmi özümsemiş yapı...

Eğer Eskişehir’de sanayinin gelişmesi bir efsaneye konu olmuş olsaydı, herhalde başlangıçta, ‘Eskişehir denen ilde gözün alabildiği kadar ufka uzanan sulak ve verimli topraklar vardı’ diye başlar ve şöyle devam ederdi: ‘...Günün birinde bu zengin toprakları iki demir çubuk ikiye böldü ve kızgın buhar soluyan bir demir araba bu çubuklar üzerinden geçip gitti. O zaman insanlar bir de baktılar ki, bu demir arabanın sayesinde ıraklar eskisi kadar ırak değil; yer değişmiş, gök değişmiş, insanlar değişmiş, yeni yeni işler yapmaya başlamışlar...

Bir hikaye anlatıyor bize Lokomotif AŞ fakat iki demir çubuğu döşeyenin, kızgın buhar soluyan demir arabayı yürütenin öznesi olmadan...

Hikayeler güzeldir lakin anlatıcı Türkiye Lokomotif ve Motor AŞ olunca sonu kirli bitiyor.

1 Şubat’ta gerçekleşecek olan ihaleye dair şartname ve ihale ilan da sitede yer alıyor. İhale ilanında işyeri hekiminin belirlenmesine dair ise ‘Ekonomik açıdan en avantajlı teklif sadece fiyat esasına göre belirlenecektir’ ibaresi yer alıyor. Bunun dışında gerekli şartlar ve belgeler uzun uzun sıralanıyor. Bu ihaleyle doktor alımı uygulaması bugün için belki de ilk.”*

Aktarılan haber sınıfı uyarıyor. Ufukta gelen bulutlar bereketi bırakmayacak bu topraklara. Zincirleri sıkıp, köleliği resmileştirmenin, bilinci esir almanın peşinde. Zorunlu işçilikle başlayan kölelik şimdi en az ücrete, en çok çalışacak işçiyi arıyor. Köle olmakta, ücretini belirlemekte özgürsün!

Onlara ödeme yapmak istiyorsan sen bilirsin… Burası özgür bir dünya!”**

İşçilere alın terinin karşılığını vermek üzerine iki taşeron patronunun replikleri bu gerçeklikte ne kadar filme aittir. Yaşanan da bu değil mi? İşçiler hak etmek için emeğini sömürüye açarken kazandığı hak dahi bir lütuf olarak sunulur. Biat etmek ve sistemi kabul etmek hak ettiğini almak için koşul olur. Saldırı bir kez daha ekonomik değil psikolojiktir. Hedef sınıf kimliğidir. “İşi veren” patron değil abi sıfatıyla anıldıkça sınıf kontrol edilebilir. Özgürlük sadece dilde kaldıkça izin verilebilir.

Son dememek için...

İşçiler devlet teröründen öğreniyor, bir kez daha kimin sınıfından olduğunu, sınıfını tanıyor ve de düşmanlarını... Çünkü en ufak hak talebine dahi saldırmak nasıl ki sınıf refleksiyse, yarattığı bilinç de o kadar sınıfsaldır. Patronların köpeği olan polis terörü, sınıf kimliğini parçalayan bu zehri de temizliyor. Son dememek için bilinci diri tutmaya, tarihe bakmaya, anıları geleceğe taşımaya ihtiyaç var. Etkiyle, acı tecrübeyle kazanılan bilinç, savaşı zorluyor. Büyütülecek umut, kazanılacak zafer için bizim haykırmaya, bizim yumruğumuzu vurmaya ihtiyacımız var. Yoksa her geçen gün saf kölelik, özgürlük adıyla önümüze sunulmaya devam edecek. Uyuyan dev ayağa kalksa da zincirlerine dolanıp kalacak. Gelecek güzel, özgür günler için ilk adım; zincirleri parçalayalım!

* Bkz. kizilbayrak.net “İhaleyle pompa, motor ve doktor!” haberi (20.01.13)

** Bugün yaratılmak istenen Kiralık İşçi Büroları uygulamasının Avrupa’daki örneği “İşte Özgür Dünya” filminde anlatılıyor. Filmde Ken Loach göçmen işçilerin “flexible/esnek işçi” olarak çalıştırılmasını ve aracı patronların işçilerin haklarını sömürmesini anlatıyor.