14 Aralık 2012
Sayı: SİKB 2012/16 (49)

 Kızıl Bayrak'tan
Türkiye emperyalizmin savaş üssü haline getirilirken
Suriye’ye yönelik emperyalist saldırı hazırlıkları sürüyor
NATO’nun kanlı Yugoslavya
operasyonu
BDP’li milletvekillerinin dokunmazlıkları kaldırılıyor, KCK operasyonları genişletiliyor
Nebiha Aracı katledilmek istendi, sahip çıkanlar işkence gördü!
Onlar insanın, emeğin
ve umudun düşmanıdır!
Maraş’ın katili sermaye devleti!
Devrimci Kadın Kurultayı 10 Şubat’ta toplanıyor!
Devrimci Kadın Kurultayı deklarasyonu
Devrimci Kadın Kurultayı’na doğru
Ellerimizdeki kelepçeler dinci-gerici iktidarca takılsa da,
ayağımızdaki prangalar
kapitalizme aittir!
Devlet gözetiminde kadın cinayeti
NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - 2
Kemal Türkler'in kızı Nilgün Soydan'a 6 yıl hapis istemiyle dava açıldı
Suriye, Kürt sorunu
ve tutumumuz
Küresel Eylem Günü’nde DHL işçileri alanlardaydı!
HEY Tekstil’de direniş kazanacak!
Ölüm orucu gazisi Haydar Baran ile
19 Aralık katliamı ve
direnişini konuştuk
Destansı direnişin sırrı devrime kilitlenmektir - M. Kurşun
Doha Zirvesi’nde değişen birşey yok
İzmir’de nükleer atık skandalı
Yeni YÖK Yasası’nı
sokakta parçalamak için
Zaman’ın ve sermayenin ortak aklı:
“Yeni YÖK Yasası’nı istiyoruz!”
Çanakkale YÖK Karşıtı Platform
kuruldu!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Suriye, Kürt sorunu ve tutumumuz...

 

Sermaye devletinin Suriye Politikası tümden iflas etmiş bulunuyor. Deyim uygunsa tüm planları boşa çıkmış, hiçbir hesabı tutmamıştır. Dahası bir de yeni bir Kürt açmazının içerisine saplanıp kalmıştır.

Sermaye devleti, ABD ve diğer emperyalist devletlerin de devrede olduğu koşullarda, Suriye’deki kanlı Baas rejiminin kısa süre içinde çökeceğini umuyordu. Osmanlı’nın mirasçısı bu sömürgeci devlet, bu durumdan çok şey elde edeceğini hesaplıyordu. Fakat beklenen olmadı. AKP iktidarının Türkiye’de temel politika haline getirip uygulamaya soktuğu “Sünni” eksenli saldırganlık geri tepti. Esad rejimi beklenilenden de dayanıklı çıktı. Yeni Osmanlıcı AKP hükümetinin ‘Sünni eksenli’ politikası Suriye’de kanlı bir iç savaşa yol açmaktan ve her gün bunu derinleştirmekten başka bir işe yaramadı.

Suriye ve Suriye üzerinden kışkırtılan savaş çığırtkanlığının tozu dumanı içinde, çok da beklenmedik bir başka gelişme daha oldu. Yıllardır, bırakalım temel ulusal haklarının tanınmasını, (bir kısmının) kendine ait kimliği dahi kabul edilmeyen Kürtler, Batı Kürdistan’da fiili özerklik ilan ettiler. Bu gelişme, en çok Türk sermaye devletini rahatsız etti. Önce şaşkınlık ardından ise, sermaye devletine özgü saldırganlığı tetikledi. Sermaye devletinin başbakanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, dinci-Amerikancı rejimin tüm sözcüleri, Batı Kürdistan’da ilan edilen fiili özerkliği tanımadıklarını, tanımayacaklarını ve dahası bu duruma asla göz yummayacaklarını dile getirdiler. Yine, sömürgeci karakterlerine uygun olarak, buraların kendi doğal etkinlik alanı olduğunu iddia edip müdahale tehditleri savurdular. Fakat boşuna!

Batı Kürdistan halkı ve bölgede etkili olan PYD, başından itibaren Suriye’deki kirli ittifaklardan uzak durmuş, kanlı iç savaşa bulaşmamıştı. Ne kanlı Beşar Esad rejiminden ne “Özgür Suriye Ordusu” denen gerici çetelerden yana tutum aldı.

Haklılığından da aldığı güçle, tam zamanında harekete geçen Kürt siyasal güçleri, pek çok Kürt kentinde ilan edilmiş bulunan özerkliği halka mal etmek doğrultusunda adımlar attı. Referandum niteliği taşıyan büyük toplantılar yaptı, onbinlerce kişinin katıldığı yürüyüşler gerçekleştirdi. Her yerde “Yüksek Ulusal Konsey benim irademdir” sesleri yükseldi. PYD’nin etkin olduğu Yüksek Ulusal Konsey, sermaye devleti de dahil, dışa dönük barış mesajları ile bu yönlü çağrı ve girişimler tamamladı. Tüm bunlar sermaye devletine atılmış, onun saldırılarını da durduracak adımlardı. Hiç değilse fiili bir saldırıyı önlemişti.

Kirli ilişkiler, kirli yöntemler

Her gün biraz daha tırmandırdığı savaş çığırtkanlığına karşın, emperyalist müdahale çağrıları boşa düşen ve uluslararası bir savaş ve cinayet aygıtı olan NATO’yu bir türlü Suriye’ye, haliyle de Batı Kürdistan’a getiremeyen sermaye devleti, bu kez başka bir saldırıya geçti. Fiili yönetimi aşağılamaya, karalamaya ve onun hakkında kuşku yaymaya başladı. Bir kez daha, o çok mahir olduğu yalana dayalı kirli propagandayı devreye soktu.

Bu çerçevede, Batı Kürdistan’daki PYD’nin aslında kendine ait hiçbir gücü bulunmadığını, Kürt halkının fiili bir özerklik ilan etme iradesi ve gücüne sahip olmadığını, dolayısıyla ilan edilmiş bulunan özerkliğin gerçekte Beşar Esad’ın bir lütfu olduğunu ileri sürmeye başladı. Onlara göre, Esad taktik politika gereği, şimdilik Kürtlere dokunmamış ve alanı bilerek onlara bırakmıştı. Bu cepheyi daraltma taktiğiydi. Sermaye devleti, tam bir utanmazlıkla, bu yönlü yalanlarını, Kürtlerin aslında başından itibaren gizli biçimde Baas rejimini desteklediğine dek vardırdı.

Bununla da kalmadı. Bu kez, PYD’nin PKK’ye ideolojik-politik ve moral bakımdan yakınlığından hareketle, onun PKK’nin organik bir uzantısı olduğunu dile getirmeye başladı. PYD güçlerinin geçmişten beri PKK tarafından eğitildiğini, hatta PKK gerillalarının Batı Kürdistan’da konuşlandırıldığını, demek oluyor ki, Batı Kürdistan’daki fiili özerkliğin PKK tarafından oluşturulup yönetildiğini iddia etmeye başladı.

Sermaye devleti, şüphesiz ki, tüm bunlarla, PYD yönetiminin kendisi için tehlike olduğunu anlatmak istiyordu. Nitekim PKK gerillalarının Şemdinli ve Çukurca’da gündeme soktukları “Alan tutma” çıkışını bu şekilde anlamlandırdı. Bu yeni çıkışın dolaysız biçimde, Batı Kürdistan kaynaklı imkanlarla gerçekleştirildiğini belirtti. Bu bahanelerle, Başbakan Erdoğan aracılığıyla, ucu her yere açık tehditler savurdu, kabadayılık gösterilerine başladı.

Sermaye devleti bu alanda da başarılı olamayınca, gerçek niyetlerini sergilemeye yoğunlaştı. Önce de taraftı, artık açık bir taraf haline geldi. Kanlı bir cinayet örgütü olan El Kaide örgütünden, İngiliz ajanlarına, sermaye devletinin istihbarat elemanlarından CIA elemanlarına, gerici-dinci çetelerden Esad’tan kopan istihbarat elemanlarına kadar, tümünün içinde olduğu bir kanlı iç savaşı körükledi. Kendisine yakın çeteleri bizzat eğitti, silahlandırdı, emperyalistlerden aldığı desteklerle onları besledi, kirli savaşı finanse etti. Bu durum hala sürmektedir.

Günümüzde, savaştan kaçan halk yalanı ile Türkiye toprakları bu çetelere açılmış bulunuyor. Örneğin, Hatay tam bir kirli savaş üssü haline getirilmiştir. Burada Suriye’ye ve ilk durak olarak da Batı Kürdistan’a ve buradaki fiili özerk yönetime karşı hummalı bir hazırlık yapılmaktadır. Sermaye devleti ne yapıp edip, gitgide meşrulaşan bu yönetimi tasfiye etmek istemektedir.

Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesi engellenemeyecektir

Güney Kürdistan’ın ardından, Batı Kürdistan’da da fiili bir yönetimin oluşmuş olması, sömürgeci sermaye devletini iyiden iyiye sıkıntıya sokmuş bulunuyor. Şüphesiz ki gelişme önemlidir ve sermaye devletinin telaşı boşuna değil. Sermaye devleti bu gelişmenin, “An azadi an azadi!” şiarı ile her dört parçada da ayağa kalkan Kürt halkına ve özellikle Kuzey Kürdistan’daki Kürt hareketine büyük bir moral kazandırdığını çok iyi biliyor. Gerçek şu ki, bu durum, sermaye devletinin uykularını kaçırıyor.

Sermaye devleti, Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırabilmek için her türlü çareye başvurmaktadır. Her gün yeni bir kanlı plan üzerinde çalışmakta, bölgede sürekli kirli ilişkiler kovalamakta, kirli ittifaklar geliştirmektedir. O kadar ki, emperyalist doğrudan bir müdahale, bu çerçevede savaş ve cinayet aygıtı NATO’yu Suriye ve dolayısıyla Batı Kürdistan’a saldırtmak için her türlü tavize hazırdır. Her türlü provokasyona başvurarak kanlı ve kirli planları için sürekli zemin döşemektedir. Gaziantep’te, Hatay’da ve sınırda sürekli provokasyonlar tezgahlamakta, eğittiği paramiliter güçlerini bu amaç çerçevesinde kullanmaktadır. Bu çeteler sınır ötesinde ve sınırdaki kasabalarda kanlı saldırılarda bulunmaktadırlar. Buradan Suriye’ye ve Batı Kürdistan’a dönük, provakatif saldırıların yegane amacı bir Arap-Kürt savaşı körüklemektir. Özellikle belli bir nüfusun bulunduğu Batı Kürdistan’daki kimi kentlerde başvurulan provokasyonlar tümüyle bu amaçla yapılmaktadır. Son dönemlerde adından sık sık söz ettiren Ceylanpınar’da yaşananlar, karşılıklı fırlatılan bomba ve havan topları da bunun göstergesidir. Sömürgeci sermaye devleti, bir kez daha, kendisine yakışanı yapıyor. Kirli savaş hileleriyle iki kardeş halkı birbirine kırdırtmak için yoğun çaba sarf ediyor.

Bu arada, sözde Özgür Suriye Ordusu’nu, emperyalistlerin ve sermaye devletinin himayesi ve hizmetindeki bu kanlı cinayet örgütünü Suriye’nin yanı sıra, Batı Kürdistan’a saldırtan da sermaye devletidir. Nedir ki, bu saldırı da Batı Kürdistan halkının özgürlük yürüyüşünü durduramamış, PYD ile Kürt halkı kendilerini savunmuş ve saldırı gerisin geri püskürtülmüştür. Şimdi, tam olarak uygulanmasa da bir ateşkes vardır.

Sonuç olarak, emperyalizm ve sömürgeci sermaye devletinin tüm saldırılarına karşın, Kürt halkının özgürlük mücadelesi durdurulamamaktadır.

Kürt halkının kazanımlarını destekliyoruz

Sömürgeci sermaye devleti, başta ABD olmak üzere emperyalizmin tam desteğini de arkasına alarak sürdürdüğü kanlı ve kirli savaşa rağmen Kürt halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesini bastıramıyor. Tam tersine, emperyalist devletlerin siyasi, askeri ve diplomatik aktif yardımlarıyla gündeme soktuğu dur durak bilmeyen saldırılara, her gün bir yenisi inşa edilen kanlı ve kirli ittifaklara rağmen, Kürt sorunu daha da öne çıkmakta, daha etkin bir konum kazanmakta, Kürt hareketi daha etkin bir güç haline gelmektedir.

Güney’deki Kürt yönetimi, Batı Kürdistan’daki fiili özerklik ve Kuzey Kürdistan’da kazanılan her mevzi bu durumun ifadesidir. Açıkçası, sermaye devleti sürekli kaybetmektedir. Kürt açmazı derinleşmektedir. Onun, çılgınlık derecesindeki saldırganlığının gerisinde de bu yatmaktadır.

Kürt halkı haklıdır. Gerçek bir özgürlük ve eşitlik her halk gibi Kürt halkının da en doğal ve en meşru hakkıdır. Doğuda, batıda, güneyde ve kuzeyde, Kürt halkının dört parçasında yürütülen özgürlük ve eşitlik mücadelesi de, haklı ve meşru bir mücadeledir.

Komünistler olarak, Kürt halkının tüm kazanımlarını destekliyoruz. Bunlara dönük emperyalist-sömürgeci tüm saldırılara ya da bunları sınırlamaya dönük kirli çabalara karşı, Kürt halkıyla açıktan ve omuz omuza mücadele edeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.

Son söz yerine

Kürt halkı bundan böyle kendisine kurulan tuzaklara karşı daha uyanık olmalıdır. Özellikle unutmamalıdır ki, dönem anti-emperyalist olma dönemidir. Dönem emperyalizme karşı kesin ve kararlı mücadele dönemidir. Türkiye işçi sınıfı ve çeşitli milliyetlerden emekçilerle samimi ve candan bir ittifak, bunun ifadesi birleşik devrimci bir mücadele, kurtuluşun ve zaferin anahtarı budur. Kürt sorununda gerçek açılım bununla yapılabilir, çözümün kilidini de bu açar.

Enternasyonal-İnfo

 

 

 

 

Mısır’da referandum ertelendi

 

Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin kendisini ‘firavun’ yetkileri ile donatan anayasa taslağının onaylanacağı referandum ertelendi. Daha önce 15 Aralık’ta yapılacağı belirtilen referandum öncesi emekçilerin günlerce sokakta tepki göstermesiyle referandum henüz belirtilmeyen bir tarihe ertelendi.

Yasaya karşı sokağa dökülen emekçiler, günlerce Tahrir Meydanı’nı terk etmeyip, anayasa taslağının geri çekilmesini talep ediyorlardı. Mursi’nin tüm kirli saldırılarına rağmen emekçiler kararlılıklarını korudular. Öyle ki, Müslüman Kardeşler’in emekçilere dönük kanlı saldırısı eylemi kırmak yerine daha da biledi, başka bir dizi kentte de emekçiler sokaklara aktı. Saldırılara İhvan bürolarını, Kent Konseyleri’ni basarak yanıt veren emekçiler daha sonraki saldırılarda da Mursi’nin çapulcularını püskürttüler.

Yüzbinlerce emekçinin sarayı kuşatması ile süren eylemlerin karşısında Mısır Başbakanlığı’ndan referandum ile ilgili bir açıklama yapıldı. Başbakanlık, tepkiler doğrultusunda referandumun ileri bir tarihe ertelendiğini ifade etti.

Haberin duyulmasının ardından emekçiler zafer şarkıları söylemeye başladılar. Ancak yine de ertelemenin yeterli olmadığı, anayasa taslağının tamamen geri çekilmesi gerektiği belirtildi.

Mursi, Mübarek artıklarına sığınıyor

Emekçi halk tarafından “Diktatör” ve “yeni firavun” olarak lanetlenen Mursi, tehlikede olduğunu gördüğü diktatörlüğünü koruyup sağlamlaştırmak için, çareyi militarizmin kollarına sığınmakta buldu. Halkın dini duygularını kirli amaçları için kullanan din bezirganları, Mübarek diktatörlüğünün koruyucusu olan orduyu şehirlerde polisle birlikte güvenliği sağlaması için görevlendirdi. Mursi’nin emir verdiği ordu birlikleri, güvenliği sağlamak için polisle işbirliği yapacak ve gözaltı yapabilecek.

Müslüman Kardeşler’in ve çetebaşları Mursi’nin korkusu öylesine büyük ki, baltacılar ve ordu-polisin sokaklara salınması bile korkularını yatıştırmaya yetmiyor. Cumhurbaşkanlığı Sarayı başta olmak üzere pek çok devlet binasını da beton bloklarla korumaya alan Mursi çetesi, silahlandırdığı katiller grubunu günlerdir Tahrir Meydanı’na kamp kuran protestoculara saldırttı. 11 Aralık günü sabaha karşı, kamp kuran göstericilere ateş açıldığı ve en az dokuz kişinin yaralandığı bildiriliyor.

Mursi’nin polis teşkilatı, maskeli şahısların düzenlediği saldırının ardında kimin olduğunun anlaşılamadığını söyledi.

Oysa herşey ayan beyan ortada. Protestocular, Mursi’nin Müslüman Kardeşler yandaşı taraftarlarını, dini sloganlarla galeyana gelmiş eğitimli kadroları üzerlerine saldığını söylüyorlar.

Din taciri Mursi’nin şeriatı amaçlayan anayasa referandumunu protesto etme çağrısı yapılan gösteriyi provoke etmek ve darbenin koşullarını sağlamak için Müslüman Kardeşler ve yandaşları da aynı gün ve saatlerde, yakın merkezde Mursi yanlısı gösteri için çağrı yaptılar.

Kır ve kent burjuvazisine dayanan din taciri Mursi, diktatörlüğünü halkın öfkesinden kurtarmak için giderek daha çok militarizmin ve Mübarek artıklarının kollarına atılacaktır. Kurtuluşu onlara sığınmakta bulacaktır.

 

 

 

 

ABD’nin Sovyet korkusu!

 

Rusya’nın bir süredir gündeme aldığı Avrasya Birliği tartışmaları, eski Sovyet ülkelerini bir araya getirerek aralarında gümrük birliği ve ticari entegrasyon sağlamayı, Avrupa-AB sermayesine karşı odak oluşturmayı amaçlıyordu. Putin tarafından sunulan projenin Sovyetler Birliği ile aynı olmadığı sıklıkla vurgulanırken bir yandan da Sovyetler’in yıkılışının “20. yüzyılın en büyük felaketi” olduğu söylenerek Sovyetler’in hegemonik gücüne öykünüldüğü de görülüyordu.

Putin’in AB’ye güçlü bir rakip olarak tanımladığı Avrasya Birliği projesine en sert tepki ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’dan geldi. Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Suriye gündemli gerçekleştireceği toplantı öncesi Avrasya Birliği tartışmalarına değindi ve birliği “Sovyetler’in geri getirilmesi akımı” olarak tanımladı. Clinton “Biz bunun ne amaçlı olduğunu biliyoruz, bunu yavaşlatmak veya önüne geçmek için etkili bir yöntem geliştirmeye çalışacağız” dedi.

Soğuk savaş döneminde Doğu Blok ülkelerine karşı yürütülen propaganda çalışmaları büyük ölçüde komünizm tehlikesini anlatmaktan oluşuyordu. Özellikle ABD’de ve CIA eliyle tüm bağımlı ülkelerde yürütülen propaganda komünizm tehlikesine dikkat çekiyordu. Bu kapsamda ABD’de “red scare/kızıl korku” adıyla anılan soğuk savaş döneminde “kızıl tehlike” adı altında yürütülen tüm çalışmalar en kaba haliyle komünizm korkusunu anlatıyor, sürekli olarak komünizm gelirse neler olacağına dair propaganda yapılıyordu.

Yine ABD’de Senatör Mc Carty ile özdeşleşen Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nin (HUAC) ülkede yürüttüğü cadı avı aynı argümanlara dayandırılıyor, bir çok aydın ve sanatçı komünist olduğu gerekçesiyle baskı görüyor, yargılanıyor ve ülkeyi terketmeye zorlanıyordu. Bu propaganda etkisini Türkiye’de de meşhur “bu kış komünizm gelecek” sözüyle göstermişti.

Bugün ise artık tek kutuplu sistem, pervasızca sağa sola saldırıyor ve karşısında bir alternatif ya da odak görmüyor. Ancak Rusya’nın girişimi, sistem içerisinde de olsa bir alternatif olma amacı taşıyor. Kuşkusuz ki ABD ve diğer emperyalist ülkeler Sovyetler’in yeniden kurulmasına izin vermeyeceklerini söylerken esas olarak Rusya’da toplumcu bir düzen kurulması gibi ihtimal bulunmadığının farkındalar. Ancak eski Sovyet topraklarının bir araya gelerek oluşturacağı hegemonya ve kapitalist rekabet gücü, bu ülkeleri kendi hegemonyalarını yitirme korkusu ile yüzyüze bırakıyor. Bu da onları bir kez haha soğuk savaş argümanlarına sarılmaya ve Sovyet tehlikelerine dikkat çekmeye çağırıyor. “Kızıl korku” bir kez daha emperyalist-kapitalist sistemin imdadına yetişiyor...