“Patronlar acımasızdı fakat eksik olan işçilerin birliğiydi”
Nazım Hikmet ‘Ben İçeri Düştüğümden Beri’ şiirinde şöyle demişti:
‘Onlar ki suda balık havada kuş ve toprakta karınca kadar çokturlar. Korkak, cesur, hâkim ve çocukturlar. Kahreden ki yaratan onlardır destanımızda yalnız onların maceraları vardır ve gayrısı benim on sene yatmam lafı güzaf’
Ben işçi sınıfı saflarına yeni girmiş bir birey olarak yıllarımın laf-ı güzaf mahiyette geçtiğini düşünüyorum. İşçi sınıfını ve birey olarak işçi davranışlarını işçi direnişlerinden, grevlerden görmüştüm. Ama onlarla fabrikada tanışma fırsatım ilk defa oldu. Şimdilik kısa da olsa bu çalışma süresi bende işçileri gözlemleme ve bazı değerlendirmelerde bulunmama yol açtı. Ben de bu gözlemleri sizle paylaşmak istiyorum.
Daha önce bir aylığına hizmet sektöründe çalışmıştım. Çok ağır bir çalışma temposu olmayan bu sektörün kötü yanı ortamda hakarete varan söylemlerin çok olması ve işçilerin dejenere olmasıydı. Girdiğim fabrikada (metalde) işlerin ağır olduğunu duymuştum. İlk on günden sonra ağır çalışmanın ne demek olduğunu anlamış oldum.
Fabrikaya ilk girdiğim gün birkaç kişi dışında selam veren olmadı. Bu bende bir şaşkınlık yaratmasa da işçi sınıfının birlik olamadığına ve yabancılaşmaya işaret ediyordu. İlk gün Feyyaz Usta geldi ve işi gösterdi. Başladım çalışmaya. 10 saatlik işgünü vardı fabrikamızda. Üstelik bu saatlere mesai saatleri dâhil değildi. Günlük 3 saate varan her günkü mesai (isteğe bağlı ama patronun psikolojik baskısı da var) de eklenince 13 saatlik çalışma oluyordu. Eve gelen işçi kısa bir sürenin ardından yorgunluktan hemen uyuyordu. Bu tablo bana işçi sınıfının neden politikleşemediğini daha iyi anlama olanağı verdi. Buna bir de burjuvazinin yalan makinesi televizyonlar ve diğer propaganda araçları da eklenince işçi sınıfının kurtuluşunun zorlu bir süreç olduğu gerçeğini daha iyi kavradım.
Patron tarafından resmen sömürülüyorduk. Ama işçilerden buna karşı ufak bir tepki bile yoktu. Bir takım sızlanmalar dışında. Çoğunluğu tepkisini içine atıyordu. Patron gelip işçilere kolayca küfür ediyordu. İşçiler de patronlarını arkadaşları olarak gördüklerinden (sadece eski ustalarıydı) gülüp geçiyorlardı. İşe başladığım 3. gün beni başka bir fabrikaya gönderdiler. Daha sağlıksız ve ağır koşulları olan başka bir yere. Gittiğimiz fabrikanın patronu daha ucuza mal olacağından kadrolu yerine taşeron işçi çalıştırıyordu. İlk gün gayet düzenli bir biçimde çalışıyordum. Gün içinde bir kez hiçbir şey yapmadan 3-7 dakikalığına durdum bir kez de vinç ile bir şey kaldırırken ustaların uyarısı ile durdum. Patron ikisinde de bu durumu gördü ve beni hiç çalışmıyor zannettiğinden düzenli olarak kontrol etti. Kısa bir süre sonra da orda çalışmamama karar verdi. Bu fabrikada çalışırken oranın şefi benle ibretlik bir konuşma yaptı: Benim bir fabrikada değil de bir markette çalışmamı önerdi. Ve diğer işçileri kastederek “bunlar köylü cahil insanlar ancak böyle insanlar burada çalışır” diyerek işçilere nasıl bakıldığını gösterdi. Bu konuşma bende büyük bir öfke yarattı ve işçi sınıfını savunma isteğini bir kez daha doğurdu. O gün işten atılan işçilerin atılma psikolojisini anladım. Evet, yeni yeni işçi oluyordum ama bazı gerçekleri anlamak için yıllar gerekmiyor. Patronlar acımasızdı fakat eksik olan işçilerin birliği ve sınıf kimliğiydi.
B. Tahir
“Çömlekçi çöp olmasın!”
Giresun'un Görele ilçesinde katı atık tesisi yapılmasına karşı eylem yapan köylüler jandarma terörüne maruz kaldı.
Katı atık tesisinin yapılmak istendiği yere yürümek isteyen köylülerden 20'si, eylemi engellemek isteyen jandarmayla yaşanan arbede sonrasında gözaltına alındı.
Gözaltına alınan 20 kişi serbest bırakılırken, yöre halkı 13 Temmuz Giresun merkeze gelerek basın açıklaması yaptı.
“Çömlekçi çöp olmasın” pankartının açıldığı eylemde yöre halkı adına basın açıklamasını yapan Avukat Necip Kibar, Giresun Valisi'ne şöyle seslendi:
“Siz bizim doğal ve tabii güzellikleri olan orman alanımızı, yeşilimizi ve su depolarının bulunduğu alanı katlederek, heba ederek mi bunu yapacaksınız. Biz o bölgeden istifade eden iki Belde ve 16 muhtarlık ahalisi olarak buna ne pahasına olursa olsun müsaade etmeyeceğiz. Halk ne pahasına olursa olsun bu alanı katlettirmeyecektir. Bölge halkı çocuklarının ve torunlarının geleceğine kasteden bu karara karşı her türlü direnişi ve fedakarlığı göze almıştır, bu iyi bilinmelidir."
Polis terörüne hastane desteği
İstanbul'da sokak ortasında yaşanan polis terörünün ardından başlatılan göstermelik soruşturma süreci de düzenin aklama mekanizmalarını açığa çıkartıyor.
Ahmet Koca’yı sokak ortasında döven polislerin, kamera kayıtları sonrasında başlayan soruşturmada hastane raporları da incelendi. Koca'ya saldıran 12 polisten üçü hastaneden darp raporu alırken Koca'nın darp izi ufak sıyrık olarak işlenmişti.
Kayıt barkodlarıyla hastanenin güvenlik kamerası kayıtları karşılaştırıldığında işlemlerin polisler lehine hazırlandığı kanıtlanıyor.
Darp raporu alan polisler hastaneye bile gitmezken Koca'nın muayenesi sadece 16 saniye sürüyor.
Polisler, Koca’yı karakol önünde yakınlarının toplandığı iddiasıyla başka karakola götürdüklerini iddia etmişlerdi. Fakat ekip otosundaki araç sinyal bilgileri, Koca’nın anlattığı gibi boş bir binada uzun süre tutulduğunu gösterdi.
|