13 Temmuz 2012
Sayı: SYKB 2012/28

 Kızıl Bayrak'tan
Sermaye iktidarı topyekün
saldırıyor
Kürt halkının direnme kararlılığıyla
işçi ve emekçilerin mücadele azmi
birleştirilmelidir!
“Suriye Halkının Dostları” üçüncü toplantısını Paris’te gerçekleştirdi
Düzen/cemaat yargısı eliyle estirilen
devlet terörü makyajlanıyor
Kıdem Fonu’nda yalanlar
Toplu İş İlişkileri Yasası: Sınıfı teslim
alma ve örgütsüzleştirme saldırısı
“İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu”
yasalaştı
DHL’de kıyım sürüyor
Mersin’de sendika işgali
Grev yasağına ve işten atmalara karşı
mücadelenin tıkandığı nokta
Birleşik Metal-İş Sendikası İstanbul
2 No’lu Şube Başkanı Yılmaz Bayram ile
MESS Grup TİS süreci üzerine
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yönetim Kurulu Temmuz ayı toplantısı
sonuçları
Siyonizmin yeni işgal planları ve
Ortadoğu’nun geleceği
Özelleştirmelere karşı
sınıfsal birliktelik çağrısı
Dünyadan grev ve eylemler
Kadınların özgürleşmesinin
tek yolu mücadeledir!
Samsun’da açığa çıkan
kapitalizmin felaketidir!
“Samsun’daki felakette
suçlu doğa değil!”
“Tek ihtiyacımız destek!”
Mamak İşçi Birliği
Girişimi’nden çağrı
Dejavu:Aynı sınav, aynı skandal
Üniversitelerde gerici abluka
Bir direniş manifestosu:
‘96 Ölüm Orucu ve SAG Direnişi
Tabutsuz ölüleri gazete köşesinde
taşıyanlara ithafen
Tutsak sınıf devrimcisi Zeynel
Nihadioğlu'ndan THY direnişçilerine
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Siyonizmin yeni işgal planları ve Ortadoğu’nun geleceği

 

Siyonist İsrail, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın er ya da geç düşeceğini farzederek Lübnan’a, daha doğrusu Hizbullah’a karşı yeni bir saldırıya hazırlandıklarını söyledi. Lübnan sınırında bulunan tugay komutanının yaptığı açıklamaya göre, İsrail’in katliam makinesi “ciddi ve profesyonel bir başka Lübnan Savaşı’na” hazırlanıyor. Bu sözler ile siyonist rejim Ortadoğu halklarını yeni ve daha büyük katliamlarla tehdit ediyor, onlara gözdağı vermeye çalışıyor.

Suriye’de Baas rejiminin çökmesinden en büyük yara alacak taraflardan biri de Hizbullah. Hizbullah’ın Ortadoğu’da önemli bir faktör olmasının arkasındaki nedenlerden biri de Suriye ve İran’dan aldığı mali, askeri vb. destekler. Yanıbaşındaki müttefiki Esad’ın iktidarının sallantıda olması Lübnan’daki güç dengelerini de sarsıyor. Bu dengelerin oynamaya başlaması da bölgedeki gerici güç odaklarının dikkatlerini Lübnan’ın üzerine çekiyor. Lübnan’da iç savaşın üzerinden seneler geçmesine rağmen herkesin eli tetikte ve tüm taraflar “düşmanın” konumunu izliyor. Bu durum Ortadoğu’daki tüm kamplaşma için geçerlidir. Ancak bu gerici kamplaşma içerisinde en güçlü ve en pervasız taraf İsrail devletidir ve siyonist rejimin gündeminde üçüncü bir Lübnan işgal planı bulunmaktadır.

Üst düzey İsrail Ordu yetkilisinin yaptığı açıklama saldırının çok yıkıcı olacağına, Gazze’deki “Dökme Kurşun”u aşacağına işaret ediyor. 2006 yılında yaşadığı hezimetten sonra siyonist rejim tekrar “itibar” elde etmek istiyor, bölgede asıl gücün kendisinde olduğunun ve hiçbir direnişin kendisini dize getiremeyeceğinin mesajını vermeye çalışıyor. İşte bu yüzden açıkça “imha edeceğiz” açıklamaları yapıyorlar. Lübnan’ın son işgalinde İsrail ordusuna karşı sergilenen direniş halklara umut ve özgüven kazandırmış, işlerin her zaman emperyalizmin istediği biçimde gitmeyeceğini göstermişti. Emperyalizm ve siyonizm Ortadoğu’da, özellikle de Suriye’de konjonktürün değişmesiyle birlikte zayıflayacak olan Hizbullah’ı imha ederek bu cephede zafer ilan edebilmek istiyor. Birçok gerici Arap devleti ve Lübnan’daki karşıt mezhepler de onbinleri bulabilecek ölümlere rağmen bu imha savaşını diliyorlar ve istiyorlar.

Siyonist rejmin ve batılı emperyalistlerin bir diğer tehdidi de İran’a yönelik. İsrail periyodik bir biçimde İran’ı vuracağını açıklıyor. ABD ise şimdilik İsrail’i durdurmaya çalışıyor, “diplomatik ve ekonomik bir abluka” ile yetinilmesi gerektiğini söylüyor. Halihazırda önümüzdeki aylarda ABD’de seçimler var ve ABD’nin başındaki yönetim elini taşın altına koymak istemiyor. Bu yüzden Suriye’ye karşı salyalarını akıtarak saldırmak isteyen Türk sermaye devletinin de şimdilik tasmasını bırakmıyor. İran’a olası bir saldırı durumunda tüm Ortadoğu’nun ateştopuna dönmesi büyük bir olasılık, üstelik operasyonların başarı ile sonuçlanamaması ihtimali de bulunuyor. Batılı emperyalistleri korkutan etkenlerden biri de petrol sevkiyatının darbe yemesi.

Bir başka etken ise Rusya ve Çin’in “diplomatik ve pasif direnişi”. Ortadoğu’da batı nüfuzu dışındaki ülkelerin hamiliğini yapan bu iki devlet gelişmeleri kendi çıkarlarına göre dengelemeye çalışıyor. Özellikle Rusya Ortadoğu’daki önemli müttefiki Suriye’yi olabildiğince korumaya özen gösteriyor. Ancak Rusya bu hamiliğini batının kararlılığı karşısında ne kadar sürdürebilir ya da kapalı kapılar ardında ne gibi pazarlıklar döner bilinmez. Esad’ın artık iktidarda çok daha fazla kalamayacağının bilincinde olan Rusya da buna göre hareket edecektir. Keza Rusya’nın Suriye’ye silah satışları askıya alınmış bulunuyor.

Arap saçına dönen “bahar”

Devrimci önderlikler olmadığı sürece Ortadoğu’da “Arap baharı” denilen sürecin kışa döneceği en başından belliydi. Sistem kendini var ettiği sürece hakim güçler çıkarlarına göre müdahalelerde bulunacaklardı, bulundular da. Ayaklanmalar ilk anlarda sadece emperyalistlerde değil Oratadoğu’nun birbirine düşman kampları içerisinde de endişe yarattı. Körfez ülkelerinde özgürlük isteyen Şiileri İran savunurken, demokrasi havarisi Türk devleti Suudi Arabistan’ın Bahreyn’i işgaline hiçbir şey demedi. Aynı İran, Suriye’de ayaklanmalar başladığında sessizdi. Bu örnekler tüm taraflar için geçerlidir. Halihazırda süregelen bir nüfuz mücadelesiyle halkların ekmek ve özgürlük mücadelesi kirletilmiştir. Ve tüm taraflar ikiyüzlülükle şu sözü söylemektedirler: Ülkelerin kaderini halklar tayin etsin!

Emperyalizmin ve siyonizmin tüm çabaları Ortadoğu’nun onlar için gülbahçesine dönüşmesine yetmedi. Lübnan’a yönelik saldırgan açıklamalar ya da imhanın fiilen hayata geçmesi işgalcilere sadece zaman ve düşman kazandırabilir. Çünkü kökleşmiş ve arkasında yüzbinleri toplayan hareketleri yok etseler bile ardından yine direniş odakları doğacak ve direniş devam edecektir. Baskı ve zulmün olduğu her yerde direniş vardır.

Ortadoğu halkları yüzyıllardır işgaller, sultanlar, diktatörler altında yaşadı. Birçok katliam, iç savaş ve emperyalist saldırı yaşadı. Peki bundan sonra bölge halklarını neler beklemektedir? Halklar bazı ülkelerde kendi dinamikleriyle diktatörleri alaşağı ettiler. Bazı ülkeler siyozmin ve emperyalizmin tehdidi altında, aynı zamanda -Suriye örneğinde olduğu gibi- gerici odakların çatışması arasında kalmış durumda. Siyonist rejim nedeniyle bölgede koskoca bir “Arap-Yahudi” gerilimi var. Bütün bu karışıklıklar yeri geldiğinde emperyalizme ve siyonizme de sorun çıkartabiliyor.

Onlarca sorunun içiçe geçtiği ve tüm tarafların eninde sonunda çözümsüzlükle karşılaştığı bu kanlı coğrafyayı daha da büyük sorunlar beklemektedir. “Arap baharı” adeta arap saçına dönmüş, birçok ülkede amacından saptırılarak sokağın kazanımları kuklalar tarafından ele geçirilmiş ya da sinsi planların konusu haline gelmiştir. Ne kadar kirletilmiş olursa olsun “Arap baharı”nın kitlelere verdiği ve bundan sonraki süreçte de vereceği dersler bulunmaktadır. Tunus’ta başlayan gösteriler, on yıllardır suskunluk içerisinde bulunan kitlelere sokağın gücünü göstermiştir. Yüzbinlerce insan üzerlerine yağan kurşun ve bombalara rağmen alanları zaptetmiş, büyük bedeller karşılığında kazanımlar elde edebilmiştir. Bu süreç emekçi halkların mücadele tarihi için oldukça önemli dersler barındırmaktadır. Çünkü diktatörlükler sadece biçim değiştirmiştir, zaman emekçilere gerçek iktidarın kim olduğunu gösterecektir.

Ortadoğu’da içiçe geçmiş sorunlar yumağını çözecek tek bir güç vardır: Arap, Yahudi, Şii, Sünni, her ulustan ve her mezhepten emekçilerin enternasyol kızıl bayrağı tüm gerici kamplaşmaların, siyonist ve emperyalist işgallerin tek gerçek panzehiridir. Bu yegane alternatif dışında Ortadoğu halklarının hiçbir kurtuluş yolu yoktur.

M. Ak