23 Mart 2012
Sayı: SYKB 2012/12

 Kızıl Bayrak'tan
Newroz’un isyan ateşiyle
devrimci baharı kazanmaya!
Newroz provokatörü
“polis” çıktı!
İstanbul’da Newroz’a
devlet terörü
İstanbul’da Newroz coşkusu
Newroz coşkuyla kutlandı
Kürt halkı Newroz alanlarını doldurdu
Sivas katliamı davasında
zamanaşımına öfke
Elta işçileri hakları için direniyor
Bosch işçisi kazandı,
buz kırıldı yol açıldı!
Bosch işçileri yuvaya döndü
MEPA direnişi
patronlara korku salacak!
Tarihsel çağ ve yeni tarihsel dönem
H. Fırat
Suriye’ye emperyalist saldırı için
zemin düzleniyor!
NATO’nun Libya saldırısı
birinci yılında
Dünyada grev ve
eylemlerden
8 Mart eylemlerinin
ardından
4+4+4’e karşı grev uyarısı
Ekim Gençliği’nin
çalışmalarından
16 Mart’ın yıldönümünde
katliamlar lanetlendi
16 Mart eylemleri üzerine
HEY Tekstil penceresinden
kadın sorununa bir bakış
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

8 Mart eylemlerinin ardından…

Reformist-liberal cereyana karşı mücadele yükseltilmelidir!

 Z. İnanç

Bundan 8 yıl önce 2004 yılında Çağlayan Meydanı’nda gerçekleşen 8 Mart mitingi, 8 Mart Kadın Platformu tarafından örgütlenen, devrimci güçlerin de katıldığı son 8 Mart mitingi oldu. Hatırlanacağı üzere, 8 Mart mitinginde, önde kadın örgütleri, araya geniş bir mesafe bırakılarak ardından “karma gruplar” adının verildiği kadın-erkek devrimci güçlerin oluşturduğu kortejler yürümüştü. Mitingde, 8 Mart’ın kazanılmasının temel ögesi olan emekçi kadınlar yok sayılmış, sınıfsal ayrımlardan arındırılmış “kadın” vurgusu öne çıkarılmıştı. Bununla da yetinilmemiş, 8 Mart’ı bugünlere taşıyan devrimci güçler yok sayılmış, miting alanına girmek isteyen erkeklere her türlü kaba müdahale ve hakarette bulunulmuştu.

Devrimcilerin dışlanmasına, devrimci değerlerin ayaklar altına alınmasına, aşağılanmaya ve hakaretlere, dahası 8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal özünün karartılmasına yol açan bu tablo karşısında başta komünistler olmak üzere ilerici ve devrimci güçler, 2005 yılında 8 Mart’ı devrimci özüne uygun olarak kutlamak için harekete geçtiler. Son derece anlamlı olan bu ayrışma sonucu 8 Martlar, sınıfsal ve tarihsel özüne uygun olarak kutlanmaya başlandı.

Feministler ile liberal-reformist güçlerin oluşturduğu “Kadın Platformu” ile yaşanan ayrışma, “erkek”siz 8 Mart dayatması ve “emekçi” kavramının kullanılmaması gibi, bugün “biçimsel” görülmeye çalışılan iki temel noktada yaşanmıştır. Bu ayrışmanın gerisinde neyin yattığı, yıllar önce konuya ilişkin temel bir değerlendirmede yeterli açıklıkta ortaya konulmuştur:

Emekçi ve devrimci karakterinden arındırılmış ‘erkeksiz 8 Mart’ anlayışı, temel özelliği bu olan burjuva ve küçük-burjuva feminizminin solun reformist kesimlerindeki yankısından başka bir şey değildir. Bu yankının bu denli güçlü biçimde açığa çıkması da rastlantı değildir. Zira reformizm, ideolojik-programatik yönden, temel toplumsal ve siyasal sorunların düzenin sınırlarını aşmayan bir çerçevede ele alınmasından başka bir şey değildir. Onun ufku bu açıdan burjuva demokrasisi ile sınırlıdır ve bunun kadın sorunundaki yansıması konunun salt cinsler arası eşitsizliklere indirgenmesi, yani feminizm ve dolayısıyla ‘erkeksiz 8 Mart’ olmaktadır.” (8 Mart’ın tanıklık ettiği ayrışmanın ilkesel anlamı ve politik önemi- H. Fırat - EKİM, sayı: 252, Mayıs 2008)

Aradan geçen 8 yıllık süreçte, liberal-reformistler ile devrimci güçler, kendi çizgilerinde yürümeye devam ettiler. Kuşkusuz liberal-reformistlerle kapı aralamaya çalışan, uzlaşı arayışlarına giden ara akımlar hep oldu. Bir süre yalpalayan bu ara akımlar, kısa süre içinde yerlerini net olarak buldular.

Ancak gelinen aşamada, geçmişte Devrimci 8 Mart Platformu’nun bileşeni olan, asıl olarak devrim-reformizm ayrışmasında saf tutan kimi güçler nezdinde 8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal öneminin karardığını, ayrışmanın alabildiğine silikleştiğini, böylece reformizmin etki alanının genişlediğini görmekteyiz.

Soldan sağa, kızıldan mora!..

Gerçekleşen mitinglerin temel bileşeni olan reformistlere ve somut olarak Halkların Demokratik Kongresi bileşenlerine baktığımızda, geçtiğimiz yıllara nazaran bu yıl daha pervasız bir tutum sergilenmiştir. ANF’nin İstanbul’da devrimci 8 Mart Platformu’nun mitingine ilişkin “Bıyıklı 8 Mart!” haberi, soruna bakış açılarını ortaya koymaları açısından ibret vericidir. Devrimci 8 Mart Platformu’nun düzenlediği eylemde pankartları erkeklerin taşıdığı, kürsüyü erkeklerin kullandığı, kadınların anne figürü olarak alanda kullanıldığı, kadınların güncel taleplerinin işlenmediği vb. çarpıtmalara başvurulabilmiştir. Bu sözde eleştirinin gerisinde, kadın sorununu kadınların cinsel kimliğine dönük saldırılara indirgeme bakışı yatmaktadır. Ankara’da gerçekleşen Kadın Platformu’nun eylemine katılan Aka-Der kortejinde yer alan erkekleri alandan çıkartmak için saldırganlık sergilenmesi de bu bakışın bir ürünüdür.

2005 yılına kadar tanık olduğumuz bu bakış, kendini yeni bir düzeyde üretmektedir. Bu pervasızlığın gerisinde, irili-ufaklı grupların reformist cenahla birlikte hareket etmesinin yanısıra düne kadar Devrimci 8 Mart Platformu’nun içinde yer alan kimi grupların platformdan ayrılmaları ve bir kısmının kadın platformuna katılmaları yatıyor.

Devrimci 8 Mart Platformu bileşenlerinden DKH İstanbul’da ayrı eylem gerçekleştirirken, Mersin, Çorlu ve Bursa’da Devrimci 8 Mart Platformu’nun düzenlediği eylemin örgütleyicisidir. Ankara’da ise “sürekliliği olan, kadın sorununa yönelik güncel sorunlara karşı birlikte mücadele eden bir toplam olmadığı” gerekçesiyle Devrimci 8 Mart Platformu’ndan çekilmiştir.

Artık Halkların Demokratik Kongresi’nin bir parçası olan Kaldıraç, İstanbul ve Ankara’da iki mitinge de katılmıştır.

Partizan (Yeni Demokrat Kadın-YDK) ise, İstanbul, İzmir, Ankara’da kadın platformlarıyla katılım sergilerken, Bursa, Mersin vb. illerde Devrimci 8 Mart Platformu’nun eylemine katılmayı tercih etmiş, en tutarsız tutumu sergilemiştir.

İstanbul, Ankara ve İzmir YDK, ayrı ayrı yaptıkları açıklamalar ile, 8 Mart’a ilişkin tutumlarını ve neden Devrimci 8 Mart Platformu ile eylemlere katılmadıklarını açıkladılar. “Kadın çalışması”nı yeni “keşfetmenin” heyecanıyla davranan YDK, “‘emekçi’nin yanında kadının yok olmasının 8 Mart’ın sınıfsal özüne ve tarihine/ruhuna aykırı” olduğunu, “8 Mart’ı devrimcileştirmek adına özünden uzaklaştıran, kadınların sorunlarını, taleplerini yok sayan yaklaşımlara son vermek” gerektiğini ifade etmektedir. Devrimci 8 Mart Platformu’nun “bugünün tarihsel anlamının ötesine de geçerek emekçi kadınların birlik, mücadele ve dayanışma günü olma gerçekliğini kavramada yetersiz” kaldığını, sorunu 8 Mart’ı “örgütlü kadınların ve erkeklerin dayanışma günü” biçiminde ele aldığını iddia etmektedir. “Erkeklerle/erkekler olmadan ‘yürüme’üzerinden tartışılması aslında 8 Mart’ın devrimciler cephesinde ne kadar geriden tartışıldığının bir göstergesidir” diyen YDK, 8 Mart’ta erkek yoldaşlarla yürümeyi bir “ilke” meselesi olarak görmediğini belirtmekte ve “bizim için ilke, kadına dair politikalarımızı 8 Mart’ta en güçlü nerede ifade edebilmektir. Bu, dün Devrimci 8 Mart Platformu idi, bugün kadın platformu yarın da tek başımıza…” demektedir.

Bu açıklamalar, geçtiğimiz yıllarda 8 Mart’ın tarihsel özüne ve anlamına dair, Partizan’ın da altına imza attığı, arkasında durduğu yaklaşımların utanç verici bir biçimde tersyüz edilmesidir. Birincisi, 8 Mart’ı devrimcileştirmek adına özünden uzaklaşıldığı, kadınların taleplerinin yok sayıldığı eleştirisidir. YDK bunları söylerken bilinçli bir biçimde sorunu çarpıtmaktadır. Devrimci 8 Mart Platformu yıllardır kadının cinsel kimliğine yönelik saldırılardan kadın emeğine dönük saldırılara, emperyalist-kapitalist sistemin kadınlar üzerindeki çok yönlü baskı ve terörün karşı durmuş, bu kapsamlı saldırılar karşısında güncel talepleri ifade etmiştir. Burada, Devrimci 8 Mart Platformu ile Kadın Platformları arasındaki ayrım noktası, kadınların taleplerini daha az dillendirmesi ya da emekçilerin genel talepleri içinde ifade etmesi değil, sorunların kaynağında neyin olduğudur. Bugün kadının “kadın olmaktan” kaynaklı sorunlarının gerisinde, sistemin kadınlar üzerindeki çok yönlü baskılarının gerisinde, erkek egemen anlayışın kaynağında kapitalist sistemin kendisi yatmaktadır. Devrimci 8 Mart Platformu, Kadın Platformu’nun sıkıştırmaya çalıştığı cenderede olduğu gibi, ne kadınların sorunlarını “kadın olmaktan kaynaklı” sorunlara indirgemiş, ne de sorunların kaynağına “erkek egemenliği”ni yerleştirme çarpıklığına düşmüştür. Sorunun özü-esası, taleplerin çokça dillendirilmesi değil, sorunların kaynağı konusundaki ilkesel-politik tutum ve duruştur.

İkincisi; 8 Mart mitingine “erkekli/erkeksiz katılınması ne “geri” bir tartışmadır ne de “devrimci bir erkeğin 8 Mart’a gelmese duyarlılığından bir şey eksilmeyeceğini” üzerinden ifade edebilecek kadar sığdır. Erkeklerle birlikte yürüyüp yürümeme meselesi, kadın sorununa, kadının kurtuluş mücadelesine bakışla doğrudan bağlıdır.

Feministler, 8 Mart eylem ve etkinliklerini salt kadınlar olarak gerçekleştirmek konusunda kendi içlerinde tutarlıdırlar. Siz kadınların yaşadığı her türlü sorunda erkeği karşınıza alırsanız, erkeği bir mücadele arkadaşı, kavga yoldaşı olarak değil, kadınların gelişimi önünde bir engel olarak görürseniz, doğal olarak kadının kurtuluşunu da salt kadınların sorunu olarak ele alır, “kadınlara ait” saydığınız bu günü salt kadınlarla birlikte kutlarsınız. Ancak siz, kadın sorununun kaynağının kurulu toplumsal düzen olduğu gerçeğinden hareketle kadınların üzerindeki baskı, sömürü, eşitsizlik ve şiddeti, bu toplumsal sistemin sonucu olarak ele aldığınızda, sorunun da ancak kurulu toplumsal düzenin yıkılması ile aşılacağı konusunda bir açıklık taşıdığınızda, sizin için mitinglere kadın-erkek katılımı tartışması olamaz. Tam tersine, 8 Mart’ın tarihsel özüne ve sınıfsal anlamına uygun olarak kutlanmasında, kadın-erkek emekçilerin birleşik mücadelesi ayrı bir anlam kazanır. Dolayısıyla, YDK için asıl mesele, iki karşıt bakış açısı üzerinden nerede durduğudur.

YDK, yaptığı açıklamalarda, erkeklerle yürümeyi bir “ilke sorunu” olarak görmediğini ifade etmekte, “erkeksiz” yürümeyi bir tercih olarak sunmaktadır. Ama gerçekte yaşanan, bir dayatmaya/yasakçı tutuma ilkesizce boyun eğmedir.

Üçüncüsü, 8 Mart vesilesiyle ayrışma, hiç de kadın çalışmasının örgütlenmesinden, kadına dair güncel politikalardaki farklılıklardan kaynaklı yaşanmamaktadır. Sorun bu olsaydı, komünistlerin de içinde yer aldıkları Devrimci 8 Mart Platformu bileşenleri ortaklaşmazlardı. Burada asıl mesele, kadın çalışmasına bakış ya da kadınların taleplerinin ne ölçüde işlendiği sorunu değildir. Sorun özünde ideolojiktir, devrim ile reformizm arasındaki ayrışmada taraf olmaktır. DKH’nin bu 8 Mart’ta yaptığı gibi, her iki eyleme de katılmaması “durumu” kurtarmamaktadır. Bu temel ayrımın silikleştiği koşullarda, bugün olmasa bile yarın “tarafsız” kalmak olanaklı olmayacaktır.

Tercihini liberal-reformistlerle birlikte davranmaktan yana yapan Partizan’ın (YDK) tutumu şaşırtıcı değildir. 8 Martlar’a “Kadın Platformu”yla katılım, bir dönemdir reformist bloğa yedeklenen, son seçimlerde reformist bloğun adaylarını destekleyen, barış ve reform projesi olan HDK’nın yerel örgütlülükleri içinde yer almaya başlayan Partizan’ın yöneliminin doğal ve mantıklı bir sonucudur.

Sonuç olarak, 8 Martlar’da alınan tutum, devrimci-sol güçler için bir turnusol işlevi görmektedir. Ya kadın sorunu şahsında kurulu toplumsal düzeni karşınıza alırsınız, ya da kadın sorununu cinsler arası eşitsizliğe indirgeyen, salt kadınları ilgilendiren bir sorun olarak ele alan, ezilme, sömürülme ve baskının sınıfsal karakterini gözardı eden reformistlerin saflarında yerinizi alırsınız.




4+4+4 tartışmaları üzerine...

AKP iktidarının dayattığı “4+4+4 Zorunlu Kademeli Eğitim” tasarısı ile ilgili tartışmalar bir süredir ülkenin ana gündemi olmuştur. Baştan belirtmek gerekir ki “Kademeli Zorunlu Eğitim Yasası”, burjuva parlamentosundan çıkan pek çok yasa gibi emekçiler için hayırlı sonuçlar getirmeyecektir. Zira dayatılan bu düzenlemedeki temel amaç sadece eğitim sistemini gericileştirmek değil aynı zamanda eğitimi sermayenin talanına açmaktır.

“28 Şubat’ın intikamı” demagojisi ile perdelenen 4+4+4 sisteminde esas hedef devlet okullarında eğitimi paralı hale getirmektir. Çocukların mesleğe çok geç yöneltildiği yalanı ile de gizlenen, İmam Hatipler’in orta kısmını açma uğraşıdır. Burjuva eğitim bilimciler bile mesleğe yönelme yaşının gitgide ilerlediğini basbas bağırırken AKP iktidarının “çocukların geleceklerini düşündüğü” yalanı kör gözlerin bile dikkatinden kaçmamaktadır.

4+4+4’ün bir başka olumsuz getirisi de eğitim sistemindeki mevcut eksiklikleri daha arttıracağı gerçeğidir. Daha tam olarak 8 yıllık zorunlu eğitim için bile derslik, bina, öğretmen açığı gibi altyapı sorunları giderilmemişken bu yasa ile eğitim sistemi daha da kaosa sokulacaktır. Binlerce sınıf öğretmeninin norm kadro fazlası haline düşmesi ve atanmayı bekleyen binlerce sınıf öğretmeni adayının geleceğinin karartılması söz konusudur. Diğer yandan da yine binlerce branş öğretmeni ihtiyacı ortaya çıkacaktır. Ancak iktidarların, her yıl 10-20 bin öğretmen atadığını düşünürsek; bu ihtiyacı karşılamak için muhakkak ücretli, sözleşmeli öğretmen çalıştırmanın tercih edileceği açık bir gerçektir.

Zorunlu din dersinin kaldırılması talebi gitgide yükselirken, bununla ilgili AİHM kararları ortadayken okullarda “seçmeli ders” adı altında daha da çok din dersi (Arapça, fıkıh, Kuran okuma vb.) verileceği gerçeği de Erdoğan’ın “dindar nesil” yetiştirme hedefine uygundur. Bu sayede okulların tamamı İmam Hatip okullarına dönüştürülecektir.

4+4+4’ün, bir başka talep olan “anadilde” eğitim talebine ise “seçmeli dersler” şeklinde cevap vereceğini belirten AKP iktidarının bu konuda da samimi olmadığı kısa bir sürede anlaşılacaktır. Kürt halkının tepkisini dizginlemeye, bu şekilde geçiştirmeye çalışan iktidarın, yasa geçtikten kısa bir süre sonra değişik gerekçelerle bu “Kürtçe seçmeli ders” uygulamasını sumen altı edeceği bir gerçektir.

Okul öncesinin kapsam dışında tutulması, çocuk işçilerin ve gelinlerin sayısının arttırılması, kız çocuklarının aileleri tarafından okutulmamasının yaygınlaştırması, dershane sektörünü daha da palazlandıracak olması gibi sayamadığımız birçok sorunu daha doğuracak olan bu sistem, tamamen bilinçli ve planlanmış bir sistemdir. Verilecek olan mücadele ve tepkilerin büyümesi ile AKP iktidarı planladığı bu düzenlemelerin bazılarında geri adım atabilir. Ancak esas sorun, yukarıda bahsettiğimiz somut olumsuzluklar değildir sadece. Esas sorun, eğitimin nasıl bir zihniyetle düzenleme işine girildiği sorunudur ve hesaplaşılması gereken gerçek nokta da bu “zihniyettir”.

Eğitim Sen’in tutumu, tespitleri doğrudur ama eksiktir!

Eğitim Sen’in 4+4+4’e karşı ilk tespiti, düzenlemenin “çocuk gelinler” ve “çocuk işçiler” sorununu arttıracağı, eğitimi gericileştireceği yönünde olmuştur. Yasa ile “zorunlu eğitim parasızdır” ifadesinin ortadan kaldırılacağı ve eğitimin tamamen piyasanın insafına terk edileceği söylemleri ise “gericileşme, çocuk gelinler ve işçiler” ifadelerinin gölgesinde kalmıştır.

Tüm bu gelişmelere karşı Eğitim Sen’in ilk tepkisi ise 15 Mart’ta yapılan sevk eylemi ve illerde düzenlenen kitlesel basın açıklamalarını örmek olmuştur. Devamında planlanan ise tasarının meclise geldiği gün, bir günlük grev yapmak ve büyük ihtimalle Ankara’da bir kadro eylemi düzenlemek olacaktır. Ayrıca KESK’in nasıl bir tavır alacağı hala bir soru işaretidir. 4+4+4 saldırısına karşı, sadece Eğitim Sen bir mücadele verecekse, KESK basın açıklamalarıyla yetinecekse, başarılı bir tepki ortaya konulamayacağı açık bir gerçektir.

Eğitim Sen’in -her ne kadar geç kalsa da- yasa tasarısı karşısındaki tutumu ve tespitleri doğrudur; ancak eksiktir. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi gerçek sorun, eğitimin kapitalist ideolojinin elinde bir oyuncak haline getirilmiş olması sorunudur ve maalesef bu gelişmeye karşı Eğitim Sen tarafından alternatif bir yol da gösterilememiştir.

Başka bir yol daha var!

Son tahlilde şunu açıkça görmek gerekir ki; altyapısı olmadığı halde sırf İmam Hatipleri kontrol altına almak, statükosunu devam ettirmek için zorunlu eğitimi 8 yıla çıkartan asker-bürokrat kesim ile yine sırf İmam Hatipleri açmak için 4+4+4’ü dayatan dinci-gerici kesim arasında bir fark yoktur. Her iki kesimin ortak söylemi “eğitimi çağın gerektirdiği seviyeye çıkartmak”; daha doğru bir ifade ile eğitim sistemini, piyasanın ihtiyacını karşılayacak bireyleri yetiştirecek şekle sokmaktır. Hal böyleyken bu tartışmada taraf olmak isteyen Eğitim Sen ve KESK, halkın gözünde sadece muhalefet yapan, protesto düzenleyen bir kurum olma tehlikesine düşmemelidir.

Hızla örülmüş toplantılar ve eğitim çalışmaları ile piyasa için değil “insan” için eğitimin ne demek olduğunu anlatmak, somut öneriler ortaya çıkarmak ve bunları emekçilerle paylaşmak, eğitim emekçilerinin en ilerici-mücadeleci mevzisi olan Eğitim Sen için görev ve sorumluluktur. Mahallelerde, kahvelerde, sokaklarda, veli toplantılarında kısacası her fırsatta gerçekler emekçilere anlatılmalı ve bu gerçekler bilince çevrilmelidir. Önünde zorlu bir grev süreci olan Eğitim Sen, tüm gücüyle hem üyelerine hem de diğer eğitim emekçilerine başka bir eğitim sisteminin var olabileceğini anlatmakla yükümlüdür ve sendikayı gerçek vasfına, emekçiler için bir “mücadele okuluna” çevirmek zorundadır. Zira sırf “çocuk gelinler”, “çocuk işçiler” gibi söylemler, kitleleri harekete geçirmek için yeterli olmayacaktır.

Eğitimde başka bir alternatif yaratma uğraşısında, sosyalist devrimlerin deneyimleri bize yol gösterecektir. İşçi hakları, sağlık, sanat, bilim gibi birçok alanda tüm dünya halklarına kazanımlar sağlayan sosyalist deneyimler bugün eğitim alanında da bize ışık tutmaktadır. Kapitalizm var olduğu müddetçe “insan” odaklı bir eğitimin kurulamayacağı bir gerçektir. Ama şu da bir başka gerçektir ki birçok kazanım ve devrim “ütopyalar” uğruna olmuştur.

Sosyalist Kamu Emekçileri / Manisa