6 Ocak 2011
Sayı: SYKB 2012/01

 Kızıl Bayrak'tan
Amerikancı rejim saldırganlıkta sınır tanımıyor
Kürt halkıyla omuz omuza!
Tecrit saldırısına karşı birleşik-militan mücadeleye!
Uludere katliamı protesotlarla lanetlendi
Kürt hareketinden katliama tepkiler
Sermaye hükümeti katliamı sahiplendi
Ücretler asgari, sömürü azami
Aralık ayında 52 işçi öldü
Maltepe Belediyesi taşeron işçileri: "Süresiz direnişteyiz!"
Metal İşçileri Birliği MYK Ocak ayı toplantısı sonuçları
Anayasal hayaller üzerine - V.İ.Lenin
Yemen'de yüzbinler alanları terketmiyor
Dünyadan işçi ve emekçi eylemleri...
Büyük madenci yürüyüşü 21. yılında...
2011'de sınıf hareketinin tablosu
Billur Tuz'da direniş başladı
Zulmünü arttır ki çöküşün hızlansın!
Kampüslerden "boykot" sesleri yükseliyor
Üniversitelerde faşist saldırılar...
"Baskılar bizi yıldıramaz!"
'96 Ümraniye: Bir kez daha katliam ve direniş!
Hüzün hasatçısı bir halkın "kaçağa çıkan" 35 evladına
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

4 Ocak '96 Ümraniye: Bir kez daha katliam ve direniş...

“Devrimci irade teslim alınamaz!”

Sermaye devletinin 4 Ocak 1996 tarihinde Ümraniye Hapishanesi'nde gerçekleştirdiği katliamın ve devrimci tutsaklarca örülen direnişin üzerinden 16 yıl geçti. Zindanlarda devrimci iradeyi teslim almak için bugüne dek sayısız katliama başvuran sermaye devletinin Ümraniye'de gerçekleştirdiği vahşet hafızalardaki tazeliğini koruyor.

Ümraniye Hapishanesi'nde yaşanan katliam, 12 Eylül faşist darbesinin ardından devrimcileri teslim almak için devreye sokulan sistemli zindan politikalarının sonuçlarından biriydi. Bu vahşi katliam, aynı zamanda dönemin yükselen devrimci dalgası karşısında işçi ve emekçilere verilmek istenen bir gözdağıydı.

Sermaye devleti '91 yılında çıkarttığı Terörle Mücadele Yasası ile devrimcilere dönük hücre tipi saldırısını öne çıkarttı. Devrimci tutsakların zindanlardaki direngen tutumu karşısında ertelenen bu saldırıyı 21 Eylül 1995'te Buca Hapishanesi'nde gerçekleşen katliam izledi.

Haklarının gaspedilmesini sayım vermeme eylemiyle yanıtlayan Buca cezaevindeki devrimci tutsaklar 21 Eylül gecesi düzen güçlerinin saldırısıyla karşılaştılar. Çevik kuvvet polislerinin ve jandarma ekiplerinin plastik mermiler, gaz bombaları, demir sopalar ve zincirler eşliğinde gerçekleştirdiği azgın saldırı sonrası Yusuf Bağ, Turan Kılıç ve Uğur Sarıaslan isimli üç devrimci tutsak direnerek şehit düştü.

Katliam, içeriden ve dışarıdan dalga dalga yükselen kararlı eylemlere konu oldu. Devrimci ve ilerici güçlerin katliamı ve düzenin zindan politikalarını teşhir etmek için gerçekleştirdiği sokak eylemlerini, çeşitli hapishanelerden 1300 devrimci tutsağın başlattığı açlık grevleri takip etti.

Devrimciler cephesinden ortaya konan karalılık sonrasında sermaye devleti tutsakların taleplerini kabul etmek durumunda kaldı. Ancak düzen güçleri, her zaman olduğu gibi, bu süreçte de kabul edilen şartları tam olarak yerine getirmedi. Birçok hapishanede devrimciler yeni saldırılarla karşılaşırken, Ümraniye Hapishanesi'nde devrimci tutsaklar görüş haklarının engellenmesi üzerine direniş başlattılar. Devlet, tutsakların direnişini kırmak için 13 Aralık akşamı Ümraniye Cezaevi'ne polisler ve jandarmalar eşliğinde operasyon düzenledi. Düzenin eli kanlı cellatlarınca gerçekleştirilen operasyonda, 4’ü ağır 70'in üzerinde tutsak yaralandı. Sayıları 104’ü bulan diğer tutsaklar koğuşlarda barikatlar kurarak katil sürüsünün ilerlemesini engellediler. Üç gün boyunca elektrik ve suyu keserek devrimcilerin iradesini kırmaya çalışan düzen güçleri yine başarılı olamayarak geri adım atmak zorunda kaldılar.

“Yarım kalan” saldırının tamamlanması için yeni katliam hazırlıkları hızla devreye sokuldu. Her dönem başvurulan “cezaevleri terör yuvalarına döndü” demagojisi bu kez dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar'ın ağzından günler öncesinde burjuva medyanın gündemine taşındı. Düzen güçleri, 4 Ocak 1996'da bir kez daha saldırıya geçti. 4 Ocak günü Ümraniye Hapishanesi'ne operasyon düzenleyen eli kanlı cellatlar, demir sopalar ve kalaslar eşliğinde devrimci tutsaklara saldırdı. Jandarma, özel tim ve gardiyanların ellerindeki fotoğraflarla hedef gözeterek gerçekleştirdiği katliamda, onlarca tutsak yaralandı. Rıza Boybaş, Orhan Özen, Abdülmecit Seçkin, Gültekin Beyhan isimli tutsaklar ise şehit düştü.

Dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Müdürü Zeki Güngör'ün “askerler aşırıya kaçtı” sözlerini sarfetmek zorunda kaldığı bu kanlı katliam, yine zindanlarda devrimci tutsakların militan eylemlerine konu oldu. Çanakkale, Bursa, İskenderun, Kayseri, Ceyhan, Malatya hapishanelerinde açlık grevi eylemleri devreye sokulurken Buca, Bayrampaşa, Ulucanlar, Bartın hapishanelerinde ise idare amiri ve gardiyanlar rehin alındı.

Devrimci ve ilerici güçler tarafından gerçekleştirilen protesto eylemlerine saldıran sermaye devleti, katliamcılara dönük öfkenin doruğa çıktığı cenaze törenlerinde de azgınca saldırmaya devam etti. 8 Ocak günü, şehit devrimcilerin cenaze törenine katılımı engellemek için Alibeyköy çevresini adeta ablukaya alan düzen güçleri, günboyu gerçekleştirdiği gözaltı terörü neticesinde alana gelmeye çalışan 1000'e yakın kişiyi gözaltına aldı. Gözaltındaki devrimci ve ilerici güçleri Eyüp Spor Salonu'na götüren ve coplar-kalaslar eşliğinde işkenceye alan katiller sürüsü, burayı adeta toplama kampına çevirdi.

Faşist cellatlar aynı gün bir başka katliamın daha altına imza attılar. Cenazeleri izlemek için Alibeyköy'e girmeye çalışan Evrensel muhabiri Metin Göktepe, “sarı basın kartı” olmadığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra polisler tarafından dövülerek ve işkencelerden geçirilerek katledildi. Göktepe’nin katledilmesine ilişkin bildik türden yalanlara başvuran düzen güçleri, savcılık eliyle “Göktepe sandalyeden düşüp öldü” açıklamasında bulundular. Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar ise “Gazeteciymiş, sarı basın kartı nerde? Biz onun nasıl gazeteci olduğunu biliyoruz!” diyerek katliamı açıktan savundu.

Katliamcı devlet, kendisine dönük öfkenin önünü her şeye rağmen alamadı. Metin Göktepe'nin cenazesi sırasında Yenibosna’dan Esenler’e onbinin üzerinde katılımla yedi saatlik bir yürüyüş gerçekleştirildi. Cenazede, kitlenin sahiplenmesiyle birlikte devrimci basının susturulamayacağı ve devrimci iradenin teslim alınamayacağı vurguları öne çıktı.

Ümraniye Hapishanesi'nde gerçekleştirilen katliamın ardından yargı süreci de bildik şekilde işledi. Takipsizlik kararlarıyla hasıraltı edilen yargı süreçleri neticesinde katiller her zamanki gibi aklanırken, katliam protestoları sırasında gözaltına alınanlar hakkında davalar açılabildi.

Ümraniye Hapishanesi'ndeki katliamın ardından da sermaye devletinin zindanlarda 'teslim alma' saldırıları devam etti. 1996 yılında yayınlanan 'Mayıs genelgesi' ile F tipi tabutlukları yeniden gündeme alındı ancak 12 devrimcinin şehit düştüğü Süresiz Açlık Grevi ve Ölüm Orucu eylemleriyle bu saldırı püskürtülmüş oldu. 24 Eylül 1996'da Diyarbakır Hapishanesi'nde bir kez daha katleden sermaye devleti, ’97 yılındaki “Ağustos genelgesi” ile F Tipi hapishanelerin yapımına başladı. 26 Eylül 1999'da Ulucanlar Hapishanesi'nde 10 devrimciyi alçakça katlederek hücre tipi saldırısının yolunu düzleyen sermaye devleti, aynı zamanda 19-22 Aralık'ta gerçekleştirdiği katliamla saldırı halkasını doruğa ulaştırmış oldu.

Sermaye devleti, tecrit dayatmasıyla hapishanelerde devrimcileri teslim alma çabalarını bugün de sürdürüyor. Bu zamana dek düşmanın tüm katliamlarını destansı direnişlerle yanıtlayan devrimci tutsaklar ise, sermaye düzeninin cellatları karşısında başeğmeden dimdik ayakta durmaya ve kavgaya katılmaya devam ediyorlar.