18 Kasım 2011
Sayı: SİKB 2011/43

 Kızıl Bayrak'tan
Gerici savaş ve saldırganlıkta sınır tanımıyorlar...
Kürt hareketini ezmek için topyekün saldırganlık devam ediyor
Mensur Güzel infaz edildi
“19 Kasım’da Alaattin’in vurulduğu yerdeyiz”
Arsızlığa doymuyorlar!
Esnek çalışma yoluyla
İşsizlik Sigorta Fonu peşkeşi!
Esnek Uzmanlaşma ve Toyotaizm -
V. Yaraşır
Türk-İş Genel Kurulu’na giderken
Güç Birliği toplantıları.
Bursa’da koltuk pazarlıkları…
Birleşik Metal genel kurulları ve derinleşen bürokratik yozlaşma
Yeni bir dönemin başında gençlik çalışması...
“Ekim Devrimi ve parti” etkinlikleri
Avrupa’da siyasal gelişmeler ve
sınıf mücadelesi
Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine - V. İ. Lenin
Wall Street eylemcileri pes etmiyor…
Novartis’te işçi kıyımına tepki...
Kürecikliler Kültür ve Dayanışma Derneği MYK Üyesi İbrahim Duman’la füze kalkanı projesi üzerine....
Tüm Bel-Sen’den İBB’de toplu sözleşme…
Yasanın çöpe atılacağına önce yöneticiler inanmalı
Kamu emekçilerine
güvencesizlik dayatması!
Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Bayazıt İlhan’la sağlıkta dönüşüm ve mücadele üzerine
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Bayazıt İlhan’la Tam Gün, sağlıkta dönüşüm ve mücadele üzerine:

“Saldırılara karşı direnmekte kararlıyız”

 

“Sağlıkta emeğin ucuzlaştırılması projesinin bir parçası”

- Tam gün yasası nasıl bir sonuç doğurdu? Hastanelerde nasıl bir tablo var?

- Tam Gün Yasası sağlık alanında son 2-3 yıldır en fazla tartışılan konulardan birisi. Sağlık Bakanlığı bilinçli olarak bu konuyu bir muayenehane meselesi gibi kamuoyuna sundu. Kimi zaman toplumun hoşuna gidecek birtakım ifadelerle bunu götürdü. Nelerdi bunlar? Örneğin, “artık sağlık hizmeti almak için yurttaşlarımız muayenehaneye gitmek zorunda kalmayacaklar” denildi. Yurttaşlarımız bunu tartışırken genellikle böyle algıladılar. Oysa ki Tam Gün konusu sağlık alanında sadece hekimler değil bütün sağlık çalışanlarının emeğinin ucuzlatılmasına yönelik bütünlüklü bir projenin bir parçasıdır.

Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının emeklerini ucuzlatabilmek için böyle bir hamleye ihtiyaçları vardı. Geçtiğimiz yıl bir yasa olarak çıkmıştı Tam Gün. Ama daha sona birtakım hukuki süreçler işledi. CHP Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu Tam Gün Yasası’nın mevcut halinin iptali için. Anayasa Mahkemesi de Tam Gün Yasası’nın birçok maddesini iptal etti. Bazı maddeleri uygulamalar nedeniyle Danıştay’a götürüldü. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmesine rağmen Sağlık Bakanlığı kararı kendince yorumlayarak fiili bazı uygulamalara geçmişti. Danıştay o uygulamaları da iptal etti.

Dolayısıyla hukuki süreç aslında belli bir noktaya ulaşmıştı. Yüksek mahkemeler bazı kararları önermişlerdi. Ancak ne yazık ki hukukun verdiği kararlara aykırı bir biçimde hükümet bu sefer konuyu bir Kanun Hükmünde Kararname’yle (KHK) getirdi. Şimdi mevcut haliyle Tam Gün Yasası, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde çalışan hekimlerin ikinci bir işte çalışmalarını yasaklıyor. Üniversite öğretim üyelerinin ise dışarıda ikinci bir işte çalışacak olurlarsa (bu muayenehane, özel bir hastane, tıp merkezi, başka bir sağlık kurumu olabilir) üniversitede gelir getirici bir faaliyette bulunamayacaklarına hükmediyor. “Gelir getirici bir faaliyette bulunamaz” demek öğretim üyelerinin hastanede hasta bakamayacakları, ameliyat yapamayacakları anlamına geliyor. Nitekim bu böyle yorumlandı ve neredeyse bir buçuk iki aydır üniversite hastanelerinde ciddi problemler yaşanmaya başladı. Şimdi öğretim üyeleri, dışarıda bir faaliyet yürütüyorlarsa hastanelerde ameliyat yapamıyorlar ve hasta bakamıyorlar.

Hâlbuki üniversite hastaneleri sadece sağlık hizmeti üreten yerler değil. Aynı zamanda tıp eğitimi veren, mezuniyet sonrası da tıp eğitimi veren (asistan yetiştiren) kuruluşlar. Bir anlamda tıp eğitimi hocayla beraber hasta görerek, ameliyat yaparak yapılan, pratik yönü de çok ağırlıklı bir eğitimdir. Bu yönüyle ciddi aksamalar yaşıyoruz. Hem hastalar mağdur, hem asistanlar mağdur, hem çok fazla yük bindiği için dışarıda çalışmayan öğretim üyeleri mağdur. Dışarıda çalışan öğretim üyelerinin yapamadıkları işler de, hastanede tam gün çalışan öğretim üyelerinin üzerine bindi. Şu anda böyle bir süreç yaşıyoruz, üniversite hastaneleri kilitlenmiş durumda. Ameliyat sayıları birçok hastanede dörtte bire kadar indi. Ankara’da da durum böyle. Bu öğretim üyelerinin takip ettiği hastalar mağdur durumda. Öğretim üyelerine ulaşamıyorlar, hekimlerine ulaşamıyorlar. Böyle ciddi bir tıkanıklık yaşanıyor.

Peki, biz hekim örgütü olarak tam gün konusuna nasıl baktık? Öteden beri biz hekimlerin tek bir işte çalışarak güvenceli ücret almalarını, emekliliklerine yansıyan ücret almalarını savunuyoruz. Bizim, “Hekimler gitsinler de iki tane üç tane dört tane işte çalışsınlar” diye bir prensibimiz hiçbir zaman olmadı. Ama bunu konuşabilmemiz için, öncelikle hekimlere ve sağlık çalışanlarına şu anda olduğu gibi performansa dayalı bir ücretlendirme değil, güvenceli bir ücretlendirme olması gerekiyor. Bu çok kritik! Güvenceli bir ücretlendirme ve emekliliklerine yansıyacak bir ücretlendirme olması gerekiyor. Bu, bizim bütünlüklü bir sağlık hizmeti anlayışımızın parçası. Hem hekimler hem diğer sağlık çalışanları (hemşireler, ebeler, teknisyenler) güvenceli ücretlerle çalışmalılar. Bir nevi parça başı ücret anlamına gelen performans sistemini biz reddediyoruz. Performans sistemi yurttaşlarımızın sağlığına iyi gelmiyor. Sağlık hizmetinde uygulanmaması gereken bir yöntem. Oysa ki Tam Gün Yasası tamamen performans sistemi üzerine ücretlendirmeyi öngörüyor. Dolayısıyla hem hekimleri hem sağlık çalışanlarını mağdur ediyor. Taşeronlaştırmanın önünü açan bir sistem. Sağlık alanı taşeronlaşmanın sonuna kadar açıldığı bir alan. Şu anda kamuda en fazla taşeronlaşma sağlık alanında yaşanıyor. Sadece Sağlık Bakanlığı bünyesinde yaklaşık 120 bin işçi çalışıyor. Üniversite hastanelerini sayarsak 150 binin üzerinde çalışanın olduğu bir sektörden bahsediyoruz. Dolayısıyla bizim kafamızdaki bütünlüklü sağlık hizmet sunumu anlayışının bir parçası, güvenceli ücretlendirme, performansın reddedilmesi ve taşeronlaşmanın kaldırılması. Biz bunların hepsini bir bütün olarak görüyoruz. Ve mevcut haliyle bu Tam Gün dayatmasının hukuka aykırı bir şekilde gerçekleştirildiğini, dayatmanın ne hekimlere ne de yurttaşlarımıza iyi geldiğini, vatandaşın sağlığına iyi gelmediğini anlatmaya çalışıyoruz.

“Hastaneleri şirketleştiriyorlar”

- Sağlık Bakanlığı, Tam Gün Yasası’nı eleştiren çevreler “rantın ve ticaretin devam etmesini isteyenler” olarak nitelendirdi. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

- İşte biz bu Tam Güne karşı çıktığımız zaman, bakanlık “Mevcut muayene hane sistemi sürsün vatandaştan gittikçe daha çok ceplerinden para ödesinler sistemini savunuyor bunlar” diyor. Ya da “Hastaneleri üniversite hastanelerini ticarethaneye dönüştürmek istiyor bunlar” diyor. Bunlar gerçekten gerçekle ilgisi olmayan suçlamalar. Şu anda muayenehaneler kapatılınca, topu topu iki bin tane muayenehane olduğu söyleniyor. Türkiye sağlık sisteminde problemler varsa sadece bu iki bin tane muayenehaneden kaynaklanıyor olabilir mi? 120 bin hekim var Türkiye’de, düşünebiliyor musunuz? Ama bakan getirip tartışmaları sadece iki bin hekim üzerinden yürütmeye çalışıyor, bir grup hoca üzerinden yürütmeye çalışıyor. Bunun gerçekle Türkiye’deki gerçek sağlık sorunlarıyla hiçbir ilişkisi yok.

Bunu söyleyen bakanlık getirdiği uygulamalarla muayeneden katkı payları alıyor, eskiye göre kat kat daha fazla, reçete yazıldığı zaman katkı payları alıyor. Şimdi aile hekimliği sisteminde de katkı payları alınması gündemde, ilaçtan katkı payı alıyorlar. Özel hastanelere gitseniz 15 lira, devlet hastanelerine gitseniz 8 lira muayeneye katkı payı ödüyorsunuz. Özel hastanelerde ayrıca aldığınız hizmetin her birisi için %70’e varan oranlarda katkı payları alınıyor. Sağlık Bakanlığı’nın kendi rakamıdır; şu anda yurttaşlarımız 2002’ye göre ceplerinden üç kat daha fazla para harcıyorlar sağlık hizmeti alabilmek için. Sağlığı ticarileştiren aslında kendileri, AKP hükümeti sağlığı ticarileştirmeye çalışıyor.

Bu Tam Gün kararnamesinden sonra bayram arifesinde bir kararname daha çıktı. Bu sağlık bakanlığı ve bağlı kurum ve kuruluşların teşkilatını düzenleyen bir kararname. Artık sağlıkta ticarileştirmenin son aşamasını bu kararnamede görüyoruz. Devlet hastanelerini ticarethaneye çevirmeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız! Düşünebiliyor musunuz Tam Gün Yasası’na itiraz edenleri ‘rantın ve ticaretin temsilcisi’ olarak gösteriyorlar ama kendileri bakıyorsunuz bir kararname çıkartarak devlet hastanelerini ticarileştirmeye çalışıyorlar! Devlet hastanelerini A,B,C,D,E diye sınıflandırıyorlar. Aslında devlet hastanelerini sınıflandırmak demek yurttaşları sınıflandırmak demektir. Oradan sağlık hizmeti alanları sınıflandırmak demektir. Aynı şeyi aile sağlığı merkezleri için yaptılar. Aile hekimleri de sınıflandırıldı. Hâlbuki biz her zaman ne söylüyoruz; yurttaşlarımız eğer bir sınıfsa her zaman A sınıfı sağlık hizmeti almaya layıktır. Bunu, aile hekimliğinde de hastanelerde de yapmanız gerekir. Şimdi devlet hastanelerinin başına bir anlamda ‘CEO’ getiriyorlar. Başhekimin üzerine hastane yöneticisi sıfatıyla bir yönetici getiriyorlar. Bu yöneticide 4 yıllık bir okul mezunu ve 5 yıllık bir iş deneyimi aranıyor. 5 yıllık iş deneyiminin de hastane yöneticiliği olması gerekmiyor. Kamuda çalışması da gerekmiyor. Özel sektörde de çalışmış olabilir, bir market de işletmiş olabilir. Düşünebiliyor musunuz hastaneleri bunlara emanet ediyorlar. Hastaneleri de birleştiriyorlar, kamu hastane birliği diye bir yapıya dönüştürüyorlar. Oraya da 8 yıllık bir iş deneyimi olan, bir anlamda CEO koyuyorlar. Şirket yöneticisi gibi.

Devlet hastanelerini “kamu hastane birliği” adında bir yapıya dönüştürüyorlar, başına da genel sekreter sıfatıyla bir şirket yöneticisi atıyorlar. Eğer şirketi de yeterli verimlilikte yönetemezse sözleşmeli olduğu için işten atılıyor bu CEO. Şimdi bu bakanın bir samimiyeti var mı? Biz mi istiyoruz sağlığın ticarileştirilmesini yoksa kendileri mi? Çok açık bu! Zaten biliyorsunuz sağlıkta dönüşüm programı adı altında bütünlüklü bir projeyi yürütüyor bunlar. Sağlıkta dönüşüm programı da Dünya Bankası’nın bir projesi. Sadece Türkiye’de de uygulanmıyor bu; Balkanlar’da, Güney Amerika ülkelerinde birçok ülkede benzer bir şekilde sağlığın ticarileştirilmesi programı bu. Ama burada vatandaşa şirin göstermek için, böyle muayenehaneydi, başka bir şeydi, gerçekle ilgisi olmayan tartışmalar yürütülüyor. Ne yazık ki gerçek bu. Bir kez daha vurgulamış olayım sağlıkta dönüşüm programı zaten sağlığın ticarileştirilmesinin ta kendisi. Bir yandan özel sektöre çok fazla kaynak aktarılırken, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun kaynakları bir yandan özel sektöre sonuna kadar aktarılırken, bir yandan da kamu hastanesi adı altında kalmış hastanelerimizi de ticarethaneye dönüştürmeye çalışıyorlar. Devlet hastanesi diye bir kavram bırakmıyorlar. Yurttaşlara ücretsiz sağlık hizmeti vermekle yükümlü bir yapı da bırakmıyorlar. Her tarafı bir ticarethaneye dönüştürüyorlar.

- Hükümetin ithal doktor ve hemşire kararnamesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu da aynı kararnamenin içerisinde geçiyor, bayram arifesinde gelen kararnamenin içerisinde. Sağlıkta dönüşüm programı nedir? Bir ticarileştirme programıdır, ucuz emek programıdır. Bu hem hekimler hem de sağlık çalışanları için geçerli, tüm yurttaşlarımız için geçerli. Yurttaşlarımıza kaliteli bir hizmet vermek gibi bir hedefi de yok. Bunlar sağlığın ticarileştirilmesi ve özelleştirme programıdır. Bu özelleştirme programı yürürken, sağlıkta serbest bölgeler oluşturulması, sağlık turizmi gibi kavramlar ortaya atıldı. Türkiye’ye çok büyük yatırım yapılması bekleniyor, sağlık sermayesi yatırımı bekleniyor. Sağlık alanı kar getirici bir alan olarak görülüyor. Burada ucuz emek gücüne ihtiyaç var. Bunun için hem hekim emeğini hem diğer sağlık çalışanlarının emek maliyetini düşürmek gerekiyor. Yurt dışından ithal hekim getirme operasyonu da böyle bir operasyon. Ama ne yazık ki burada hiçbir kalite aranmıyor. Normalde ciddi ülkeler, gelişmiş ülkeler yurt dışında eğitim almış kişilere kendi ülkelerinde hekimlik yapma hakkı verirken ciddi sınavlar yaparlar. Hem kendi dillerini bilmelerini isterler hem de ciddi denklik sınavları yaparlar. Türkiye’de öyle denklik sınavları yapıldı ki evlere şenlik. Aslında denkliği tümden kaldırmaya çalıştılar, yani belli ülkelerden diplomasını almış herkesin diploması Türkiye’de de geçerlidir gibi bir uygulama çıkardılar aslında. Yüksek Öğretim Kurumu böyle bir denklik yönetmeliği çıkardı. TTB bunu yargıya götürdü, iptal ettirdi. Bir sınav yapmak zorunda kaldılar. Yaptıkları sınavda ne oldu biliyor musunuz? Kamuoyuna bu yansıdı. 100 soru soruluyor bu denklik sınavında, 75’i bir yıl önce sorulanların aynısı. Düşünebiliyor musunuz, şıkları da dahil. Hiçbir ciddi ülke böyle denklik vermez. Hiçbir ciddi ülke halkının sağlığını bu kadar hafife almaz. Şimdi siz yurttaşlarınızı teslim edeceğiniz hekimleri böyle mi alırsınız! Türkiye’deki tıp eğitimine de zaten çok fazla darbe indirildi. İyi yetişmiş doktor tarafından iyi bir sağlık hizmeti verilir değil mi? ‘Bir an evvel hekim sayısını yükselteceğim’ diye, niteliksiz tıp fakülteleri açıyorsunuz, öğretim üyesi olmayan, kütüphanesi olmayan tıp fakülteleri açıyorsunuz, kontenjanları yükseltiyorsunuz, tıp eğitimini çok kötü noktalara getiriyorsunuz, bu da yetmezmiş gibi bir de ‘yurt dışından hekim getireceğim’ diyorsunuz. Bu hiçbir ciddi ülkenin yapacağı uygulama değil. Düşünebiliyor musunuz sanki ‘bu yıl yeterince pirinç üretemedik, kırmızı et üretimimiz yeterli değil yurt dışından ithal edeceğiz’ der gibi ‘Türkiye’de yeterli doktor yok dışarıdan getireceğiz’ diyorlar. Hangi ciddi ülke bunu yapar? Hekim yetiştirmek gibi uygulamalar ciddi uygulamalardır ve planlama gerektirir. Yıllar içerisinde siz kaç tane hekime ihtiyacınız olduğunu, hangi uzmanlık alanlarında hekime ihtiyacınız olduğunu planlarsınız, önünüzdeki on yıl, yirmi yıl ona göre hekim yetiştirirsiniz. Yurt dışından gelecek hekime göre sağlık planlaması olur mu?

“Türkiye’de büyük sağlıkçı ve hekim eylemleri izleyeceğiz”

- Peki, hekim örgütleri bu saldırılara karşı geçmişte nasıl bir mücadele verdi. Ve ilerleyen süreçte nasıl bir mücadele planlanıyor. Bir eylem programı var mı?

- Geçtiğimiz Mart ve Nisan ayları Türkiye’de hekim hareketinin, genel olarak sağlıkçı hareketinin yükseldiği aylardı. 12 Mart’ta cumhuriyet tarihinin en büyük mitingini gerçekleştirdi sağlıkçılar Ankara’da. Yaklaşık 30 bin sağlık çalışanının katıldığı dev bir mitingdi. 19-20 Nisan’da 2 gün iş bırakma eylemi yaptık. Bunlar oldukça başarılı eylemlerdi. Bu arada tabi hükümetin saldırıları bitmiyor. Dolayısıyla biz de hekimler olarak, sağlık çalışanları olarak saldırılara karşı direnmekte kararlıyız. Geçtiğimiz cumartesi Türkiye’de büyük bir hekim meclisi topladık. Burada masanın üstünde her tür eylemler var. Üretimden gelen gücümüzü kullanmak da var, yurttaşlarımıza sağlık hizmetinin nasıl daha iyi verilebileceğini anlatmak da var. Hekimler çok büyük eylemler yapmaya kararlılar. Önümüzdeki dönem Türkiye’de büyük sağlıkçı ve hekim eylemlerini izleyeceğiz.

“Sağlıkçılarla birlikte mücadeleye çağırıyoruz”

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

- Türkiye’de genel olarak emeğe bir saldırı var. Emeğiyle geçinen insanlara genel olarak bir saldırı var. Hekimler de tabii ki bundan nasibini alıyor, diğer sağlık çalışanları da bundan nasibini alıyor. AKP iktidarının programında insanları ucuza çalıştırmak, güvencesiz çalıştırmak var. Örgütsüz hale getirmek var. Ama biz sağlıkçılar olarak, hekimler olarak buna direnmeye devam edeceğiz. Bunun Türkiye’de emeğiyle geçinen insanların topyekûn mücadelesinin bir parçası olmasını istiyoruz. O nedenle eylemlerimizi TMMOB, BARO, KESK, DİSK ve diğer örgütlerle birlikte yapmaya çalışıyoruz. İşçilerle, memurlarla, kamu çalışanlarıyla beraber yapmaya çalışıyoruz. Burada sizin aracılığınızla tüm yurttaşlarımızı bize destek olmaya çağırıyoruz. Türkiye’de sağlığın çökertilmesine, kamusal sağlık sisteminin çökertilmesine itiraz etmeye çağırıyoruz. Bütün emeğiyle geçinenleri de emeklerine sahip çıkmaya, haklarına sahip çıkmaya çağırıyoruz. Sağlıkçılarla beraber alanlarda mücadele etmeye çağırıyoruz.

Kızıl Bayrak / Ankara