21 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/03

 Kızıl Bayrak'tan
Artan sokak hareketliliği ve imkanlar
“Torba Yasa’’ya geçit vermeyelim!
Sosyal diyalog masalı ve sendikal rant hesapları
PTT işçileri mücadeleyi büyütüyor.
Birleşik Metal’den
grev kararlılığı
Metal işçileri greve
hazırlanıyor..
Sa-ba direnişi üzerine
DESA işçileri:
“Hakkımızı alana kadar
direneceğiz!”
Cıngıllıoğlu’nda sigorta
hakkı kazanımı
KESK Olağanüstü Genel Kurulu üzerine
Diktatör devrildi,
sıra diktatörlükte!
“Diktatör devrildi,
diktatörlük yerinde duruyor”
Kürt halkı ‘özgürlük’ için alanlarda!
Katledilişinin 4. yılında Hrant Dink anıldı.
Alevi hareketi toplumsal muhalefetle buluşmalır!....
Gençlikten
Avrupa’da bir “utanç duvarı” yükseliyor
Güvencesizler buluştu!
Kapitalizm ve kadına
yönelik şiddet.
İşçi sınıfının şanlı
Tariş direnişi 31. yılında!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

KESK Olağanüstü Genel Kurulu üzerine...

KESK 1. Olağanüstü Genel Kurulu 8-9 Ocak’ta Ankara’da Anatolia Kongre ve Gösteri Merkezi’nde yapıldı. Genel kurulun ikinci günü yalnızca seçimlere ayrıldığı gibi ilk gün de genel kurul geç bir saatte (12.00 gibi) başlatıldı. Bunlar bile genel kurula vitrin değişikliğine indirgenmiş biçimsel bir anlam yüklendiğinin göstergeleridir.

Bir grup KESK üyesi kadın emekçi tarafından yapılan basın açıklaması ile başlayan genel kurula gruplar adına yapılan konuşmalar ve geç saatlere kadar süren pazarlıklar damgasını vurdu.

Hesaplar var, ilkeler yok!

Bilindiği gibi KESK’i olağanüstü genel kurula zorlayan gelişmeler birbuçuk ay boyunca KESK kamuoyunu meşgul etmiş, bu süreç içerisinde çok sayıda sendikal grup konu ile ilgili açıklamalar yapmıştı. Bu açıklamalara ise iki grup arasındaki “taciz” ve “komplo” söylemlerine dayalı çekişmeler damgasını vurmuştu. Genel kurulda ortaya çıkan tablo ise bu söylemlerin gerisinde politik niyetlerin bulunduğunu göstermiştir. Bir ayı aşkın bir zaman boyunca KESK’i ve kamuoyunu bu söylemlerle meşgul eden ve KESK içerisindeki dinamikleri taraflaşmaya zorlayanların, genel kurulda bu söylemlerini geri bir düzleme çektikleri görülmüştür. Demokratik Emek Meclisi (DEM) adına konuşanlar “politik olmayan bir olayın politikleştirildiği” eleştirisini getirmişler, fakat olayın politikleştirilmesinde istifaların ve kendi tutumlarının oynadığı rolü görmezden gelmişlerdir. KESK organlarına konuyu açıklamak yerine istifalar biçiminde kamuoyuna taşımanın KESK’e verdiği zararlar konusunda herhangi bir özeleştiri vermeyen DEM, üstelik istifaları “fedakarlık” olarak açıklamıştır. Demokratik Emek Platformu (DEMEP-Yurtsever Emekçiler) ise komplo söylemini satır aralarına sıkıştırmış, genel kurula ilişkin bildiri dahi çıkarmamış, ilgili dönemde yaptıklarını iddia ettikleri soruşturma ve sonuçlarını paylaşmamış ve üstelik taciz iddiasına muhatap olan Emirali Şimşek’i genel kurul salonuna dahi getirmemiştir. Bu durum DEMEP’in iddiasının arkasında duramadığının ve “komplo” söyleminin politik niyetlere dayandığının açık kanıtı olmuş, üstelik bu dönemdeki tutumlarına ilişkin herhangi bir özeleştiri de getirilmemiştir. Bu iki grup halen de yaşanan olayların ağır sorumluluğunu taşımaktadırlar ve kamuoyuna dönük özeleştirel bir açıklama yapma yükümlülükleri orta yerde durmaktadır.

Genel kurulda tutumu ile öne çıkan bir başka grup ise Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) olmuştur. KEC adına yapılan konuşmalar “devrimcilik”, “devrimci hukuk”, “anti-emperyalizm” vb. ajitasyonlar üzerinden yürümüş, tüm bu devrimcilik iddiası, esas olanın sorunların “siyasal yapıların kendi hukukları içerisinde çözülmesi” olduğu söylemiyle tamamlanmıştır. Bunun anlamı ise “biz KESK ve sendikaların iç hukukunu değil, gruplar arasındaki hukuku tanırız” demektir ki, bugüne kadar çeşitli biçimlerde eleştiri konusu edilen olgunun temel mantığı da burada yatmaktadır. Siyasal ilişkiler temelinde gelişen sorunlarda başvurulacak yöntemleri bu minvalde olmayan ilişkilerde kullanmak, sap ile samanı birbirine karıştırmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. KEC adına yapılan konuşmalarda bu söylemi desteklemek üzere ortaya konulan, ancak bu söylemle tezat oluşturan ve “kadının beyanı esastır” söylemine yanıt verme adına ileri sürülen bir başka öne çıkan söylem ise “biz kadının beyanını değil, emekçinin beyanını esas alırız” söylemi olmuştur. Bir olayda “beyan eden veya edilen” değil olayların gerçek mahiyeti esastır ki, sorun bütünüyle olayın gerçek kapsamına ulaşmak için uygulanan yöntem sorunudur. “Emekçinin beyanını esas alırız” söylemi kendi içinde anlamlı görünse bile bu söylemi kullananların “taciz” iddiasını gündeme taşıyan kadının aynı zamanda bir emekçi olduğunu unutması, bunun yerine bir grubun açıklamasını (üstelik ötekilerini yok sayarak) esas alması anlaşılır değildir. Peki eğer siyasal gruplar arasındaki hukuk esas ise neden ÖDP Kadın Kolları adına yapılan açıklamalar, DEM’in açıklamaları ve diğer tüm sendikal-siyasal dinamiklerin açıklamaları değil de DEMEP’in açıklamaları kendi başına yeterli görülmüştür? Kısacası KEC aldığı tutum ve söylemleri ile fiilen DEMEP’in savunuculuğu rolünü üstlenmiş, sonraki konuşmalarda durumu toparlamaya dönük olarak “Emirali Şimşek’i neden getirmediniz, arayın buraya gelsin” denmesi de durumu kurtarmaya yetmemiştir.

Genel Kurul’da silik bir görünüm içerisinde bulunan Emek Hareketi’nin (EH) tutumu ise aslında öne çıkan ve üzerinde durulması gereken tutumlardan biri durumundadır. EH, olağanüstü genel kurula dönük görüş ve önerilerini bildiri haline getirmeyen az sayıdaki gruptan biri olmuş, kürsü kullanmakla yetinmiştir. EH adına yapılan konuşmaların ağırlığı ise “birlik, beraberlik” vb. söylemlere oturtulmuş, yalnızca öğleden sonra yapılan konuşmalardan birinde “biz siyasetler arasındaki hukuku tanırız” söylemine cevap niteliğinde KESK hukukunun işletilmemesi eleştirilmiştir. Bu söylemde ne kadar tutarlı olunduğu ise önümüzdeki dönemde MYK’da alacakları tutumla görülecektir. Genel kurulda KESK’in, direnişi sürdürme çabasında olan TEKEL işçilerinin 1 Mayıs’ta Mustafa Kumlu’yu konuşturmamaya dönük tutumlarını kınayan açıklamaya attığı imza yoğun eleştiri konusu olurken, EH bu konuda “hayırhah” tutumunu ve sendika bürokrasisine verilen örtülü desteği sürdürmüştür. Gerek KESK’teki yaşananlar üzerine ve gerekse de TEKEL direnişi karşısındaki tutumlar üzerine “suya sabuna dokunmamak” biçiminde geliştirilen tutum ile “birlik, beraberlik” söylemleri arkasına sığınılarak, kimseyle ters düşmeden yönetimlerde yer almayı güvence altına alma yolu tutulmuştur.

“Eksen kayması”, “doğal doku” ve DSD

Genel kurulda yoğun tartışmalara konu olan ise Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD) grubu tarafından uzun dönemdir dile getirilen “eksen kayması” ve “doğal doku” tartışmaları olmuştur. DSD, kendilerinin KESK MYK’sında yer almadıkları 2008 genel kurulundan bugüne KESK’te bir eksen kayması olduğunu ve KESK’in doğal dokusunun bozulduğunu ileri sürmekte, bu söylemleri özü itibariyle de “liberal sol akım” olarak nitelendirdiği DEM’in ve bu grubun izleyicisi olduğu siyasal akımın izlediği siyasal-sendikal çizgi ile ilişkilendirmektedir. DSD bu söylemini genel kurulda döne döne yinelemiş ve bu söylemler üzerine yoğun tartışmaların yaşanmasına kaynaklık etmiştir. Çok sayıda konuşmacı KESK’te eksen kaymasının 90’lı yılların ortalarından itibaren başladığını ve 4688 sayılı yasa sonrasında ise bunun daha da derinleştiğini dile getirmiş, bir konuşmacının “ne ekseni, şaftı kaydı” sözü ise KESK’in bugünkü tablosunu özetlemiştir. “Siyasal indirgemecilik” deyimini en çok kullanan grup olan DSD, sendikal hareketin yönelimlerini “temsiliyet” noktasına indirgeyerek, siyasal indirgemeciliğinin örneklerini sunmaya devam etmiştir. Kendisini KESK’in doğal dokusu olarak sunmaya çalışan DSD, 2008 öncesini ve KESK’i bugüne getiren zeminleri görmezden gelerek geçmişin olumsuzluklarının üzerini örtme çabasını sürdürmüştür. 17-18 Haziran’larda, 4-5 Mart direnişlerinde kamu emekçilerini yüzüstü bırakıp “evlerine dönmeye” çağıranları ise çok sayıda konuşmacı unutmamıştır. Gerçek şu ki, eksen kayması KESK’ten önce KESK içerisinde (DSD de içinde) etkin rol oynayan sol akımlarda yaşanmaya başlamıştır. Sendikal harekete ilişkin olarak en çok yayın ve değerlendirme çıkaran gruplardan biri olan DSD, sendikalarda aşırı merkezileşmeden, sendikaların yeniden yapılanması ihtiyacından bahsetmekte, ancak bu söylemlerinin altını somut önerilerle doldurmamakta, sorunu genel hatları ile “temsiliyet” sorununa indirgemektedir. Bu özü itibariyle KESK’te ve sendikalardaki bürokratikleşmeyi “yöneticilerin yönetsel anlayışına” indirgeyen bir söyleme denk düşmektedir. Sorunun çözümü ise KESK’in “doğal dokusuna” kavuşturulması, daha açık bir ifade ile kendilerinin KESK yönetimlerinde temsil edilmesi olarak sunulmaktadır. Çok sayıda sendikal grubun tabanında olduğu gibi DSD tabanında da “profesyonelliğin sınırlanması”, “geniş tabanlı yönetsel organlar”, “genel kurul sürelerinin 2 yıla düşürülmesi” gibi fikirler gelişmekle birlikte, bunlar DSD’nin yeniden yapılanma hedefleri arasına girememektedir.

DSD genel kurulda “eksen kayması” ve “doğal doku” üzerine yürüttüğü tartışmalar bir yana, eleştirilerinin dozajını da ittifak görüşmelerindeki duruma bağlamıştır. Kendi içerisinde çekilme eğiliminin baskın çıkması ile görüşmelerden çekilen DSD adına yapılan “beklentilere uygun bir zemin olmadı” açıklamasından sonradır ki, DSD adına yapılan son konuşmada eleştirilerin yönelimi genişletilmiş, dozajı yükseltilmiştir. Yapılan bu konuşmanın ardından DSD delegeleri salondan ayrılmışlardır.

Kısacası genel kurulda çok sayıda grubun tutumunu yönetim hesapları belirlemiş, sendikal hareketin sorun ve ihtiyaçları tartışılmamış, sınırlı sayıdaki konuşmacı dışında genel olarak eleştirilere dayalı ve eleştirilerin dozajının da yönetim hesaplarına göre şekillendirildiği konuşmalar hakim olmuş, sendikal hareketin geleceğine ilişkin öngörüler ortaya konulmamıştır. Genel kurulda şekillenen ittifak ilişkileri ise sayısal pazarlıklara dayanmış, hiçbir programatik zemin ve hedefler üzerinden şekillenmemiştir. Böylece olağanüstü genel kurul, yalnızca yeni yöneticilerin belirlendiği şekilsel bir platform olarak işletilmiştir.

Sendikal harekette dönüşüm ihtiyacı ve yeni MYK’nın sorumlulukları

Sosyalist Kamu Emekçileri olarak uzun zamandır sendikal harekette köklü ve devrimci temellerde bir dönüşümün ihtiyaç olduğunu dile getiriyor ve bulunduğumuz her zeminde bu dönüşümün yönüne ilişkin somut öneriler sunuyoruz. Sorunun iki ana yönü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi sendikal çizgi ve kapsamlı bir mücadele programının oluşturulması, ikincisi ise sendikalarımızın bürokratik yönetsel ilişkilerden çıkartılarak tabana dayalı bir yapının yaratılmasıdır. Sendikal harekette yaşanan tıkanmayı bu iki temelde ele almayan ve yönetimlerde bulunmaya kendi başına anlamlar yükleyen hiçbir düşünce ve tutum, yaşanan tıkanmanın aşılmasında anlamlı bir rol oynayamayacağı gibi aksine tıkanmanın daha da derinleşmesine hizmet edecektir.

KESK’in ve sendikalarımızın gelip dayandığı nokta, devrimcilik iddiasındaki tüm sendikal dinamiklerin önüne önemli sorumluluklar yüklemektedir. Seçilen KESK MYK’sı da ancak bu sorumlulukları yüklendiği oranda sendikal hareketin gelişimine hizmet edebilir. KESK MYK’sının ilk yapması gereken ise KESK’i olağanüstü genel kurula sürükleyen ve KESK hukukunu çiğneyen geçmiş MYK’yı ve cinsel taciz iddiasını disiplin kuruluna taşımak olmalıdır. Bu yapılmadığı ölçüde seçilen KESK MYK’sı taciz ve komplo iddiaları kadar KESK hukukunun çiğnenmesini de aklayan-üzerini örten bir işlev görecektir.

Devrimci, öncü kamu emekçileri olağan genel kurullar sürecinde kapsamlı bir mücadele programının oluşturulması, fiili-meşru mücadele anlayışının hakim kılınması ve sendikaların bürokratik yapılardan arındırılarak yöneticilerin değil geniş tabanlı kurulların-meclislerin yönettiği bir sendikal yapının inşası yönünde ısrar etmeli, tüm ittifak ilişkilerini bu temel üzerinde geliştirmelidirler.

Sosyalist Kamu Emekçileri

13 Ocak 2011


 


KESK’te genel kurullar...

Yapı-Yol Sen’de genel kurul

Yapı-Yol Sen İstanbul Şubesi 4. Olağan Genel Kurulu 15 Ocak Cumartesi günü Beşiktaş Balmumcu’daki Bayındırlık İl Müdürlüğü toplantı salonunda gerçekleştirildi. İki listenin yarıştığı genel kurulda çarşaf listeye gidildi. Sendikanın İstanbul Anadolu Yakası ve Avrupa Yakası ile Çorlu, Lüleburgaz, Tekirdağ ve Edirne’de bulunan delegeleri genel kurula katıldı.

Genel kurula; Yol-İş İstanbul 1 Nolu Şube yöneticileri, Tüm Bel Sen İstanbul 3 Nolu Şube, BTS İstanbul 1 Nolu Şube, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası ve Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube temsilcileri konuk olarak katıldı. Ayrıca Enerji Yapı Yol Sen sürecinde sendikanın yönetici kademelerinde yer almış olan kişiler de genel kurul salonundaydı.

Özelleştirmelere ve güvencesizliğe karşı mücadele

Divanın oluşturulması ve genel kurul gündemlerinin okunmasının ardından emek mücadelesinde yaşamını yitirenler için saygı duruşunda bulunuldu. Genel kurulun açılış konuşmasını yapan Yapı-Yol Sen İstanbul Şube Başkanı Çetin Dinçer, kamu emekçileri hareketinin tarihinden Kürt ve Alevi sorunu gibi pek çok noktaya değindi. Konuşmasında, kamu emekçileri ve KESK’in mücadele tarihine vurgu yapan Dinçer, neoliberal politikalarla çalışma yaşamının taşeronlaştırıldığını ve güvencesiz hale getirildiğini ifade etti. Dinçer’in ardından konuk konuşmalarına geçildi.

Genel kurulun öğleden sonraki bölümünde ise faaliyet raporu ve mali rapor okunarak delegeler tarafından oybirliği ile aklandı. Dilek ve temmineler bölümünün ardından seçimlere geçildi.

Sendikanın 3. Olağan Genel Kurulu’nda şube başkanı seçilen Çetin Dinçer ve 2. dönemki şube başkanı Nizamettin Orhan başkanlığında iki listeyle girilen genel kurulda çarşaf listeyle sandığa gidildi.

151 delegeden 130’unun oy kullandığı seçimde 7 kişilik yönetim kuruluna Kaan Dinç, Emel Altunkaya, Çetin Dinçer, Hasan Onay ve İsmail Yılmaz seçildi. Üçü de 67 oy olan Nizamettin Orhan, Hakkı Kirsiz ve Mersiye Öztürk arasında yapılacak kura çekimiyle yönetim kurulunda yer alacak iki kişi belirlenecek. Kura çekiminin ardından yeni yönetim kurulunun görev dağılımını önümüzdeki günlerde yapması bekleniyor.

Genel kurulda Kamu Emekçileri Bülteni’nin dağıtımı yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul


ESM İzmir Şube’de genel kurul

ESM (Enerji - Maden - Sanayi Kamu Emekçileri Sendikası) İzmir Şubesi 4. Olağan Genel Kurulu 15 Ocak Cumartesi günü Bornova TEDAŞ binasında gerçekleşti. Divan seçiminden sonra gündem maddelerine geçildi. Mücadelede yaşamını yitiren emekçiler anısına saygı duruşundan sonra sözü ESM İzmir Şube Başkanı Alim Murathan aldı.

İşkollarına ilişkin ayrıntılı bilginin yer aldığı bu konuşmada tarihsel bir döküm yapmanın yanında özellikle özelleştirmeler, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma saldırılarına değindi. Murathan, taşeronlaştırmalar ve “Torba Yasa” saldırısına dikkat çekti. “Türkiye’de işgüvenceli istihdamın ortadan tamamen kaldırılmaya çalışıldığını, 2001’de ESM’nin 29 kurumda örgütlü ve 7 bin üyesi varken bugün bu sayının 4 binlere düştüğünü belirtti.

Murathan’ın konuşmasının ardından konuklara söz verildi. Maden Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası ve Yapı Yol Sen İzmir Şubesi adına yapılan konuşmalarda birlik ve dayanışma mesajları verildi.

TMMOB ve enerji sektöründeki ilk örgütlenme çalışmalarına katılan bir emekli de söz alarak umutsuz olunmaması gerektiğini vurguladı ve mücadele tarihinden örnekler verdi.

Konuk konuşmalarının ardından faaliyet, denetleme ve mali rapor sunularak oylandı. Raporların oylanmasının ardından Şube Başkanı Alim Murathan şube çalışmalarına ilişkin bir konuşma yaptı. Eksik sayı tamamlanarak seçim gündemine geçildi. 251 delegenin katılma hakkı olan genel kurula seçim saatine kadar gelen sayı 50 ile 60 arasındaydı.

sosyalistkamu.com