16 Nisan 2010
Sayı: SİKB 2010/16

 Kızıl Bayrak'tan
Taksim kararlılığı kazandı
Liberal reformistler sendika ağalarının gerisine düştüler!
Erdoğan savaş baronlarının
huzuruna çıktı!
Metal İşçileri Birliği MYK’sının
Nisan Ayı Toplantısı Sonuçları
Akkardan’da uzlaşmacı-icazetçi
çizginin iflası
Baskı ve teröre rağmen
Ankara’da yaygın çalışma
Ahmet Türk’e saldırı yaygın protestolarla karşılandı 
BDSP’nin 1 Mayıs faaliyetlerinden.
İşçi ve emekçi hareketinden
TKİP 1 Mayıs’a çağırıyor!.
1 Mayıs ve 26 Mayıs
üzerine konuştuk
İzmir Emek ve
Mücadele Platformu kuruldu
EKK, işçi ve emekçi kadınları
mücadeleye çağırıyor..
Eğitim sisteminin gurur(!) tablosu
YTÜ’de direniş sürüyor!
İnsanca yaşanabilir kentler için sosyalizm!
MMO’da seçim süreci tamamlandı..
Sosyal-İş’ e üye olduğu için işten atılan Avukat Cem Gök ile konuştuk
Kırgızistan’da halk ayaklanması
ABD destekli yönetimi yerle bir etti!
9. BİR-KAR Gençlik Kampı gerçekleştirildi
Her kıtada grev var!
Kuzey Kürtleri’nin traji-komik paradoksları… - M. Can Yüce
kizilbayrak.net 1 Mayıs 2010 özel sayfası yayında.
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kuzey Kürtleri’nin traji-komik paradoksları…

M. Can Yüce


Kürt halkı, aynı dönemde, hatta aynı anda birçok çelişik ucu birlikte yaşayabiliyor. Bunların bazıları trajik, bazıları komik ve her ikisi de son derece düşündürücü…

Yeri geldiğinde Kuzey Kürtleri’nin politik-sosyal açıdan ciddi bir devrimi yaşadığı söylenir ve bundan belli bir övünç duyulur. Kendi ulusal kimlikleri açısından son 30 yıldır hatırı sayılır bir sıçrama yaşadıkları bir vakadır; ancak bu “sıçramanın” kendi içinde çelişik uçları barındırdığı, gölgeli, hatta tam karşıt ucu da aynı anda yaşadığı başka bir olgudur!

Kendi ulusal kimliğinin bilincindedir, ancak bu bilinç, sözcüğün tam anlamıyla özgürlük ve bağımsızlık bilinci midir? Bu soruya bir çırpıda “evet” demek mümkün müdür? Bir yandan var olma, tanınma ve saygı görme direnişini göstermektedir, ancak bu direniş, aynı zamanda karşısında ölümüne direndiği güçlerin, düzenin sınırları içinde eriyip gitmekte, bilinç ve program düzeyinde “düzenin içinin” ötesine geçememektedir!

PKK’nin ilk çıkışı, aynı zamanda geri, feodal, dinsel hurafelere karşı çok daha ileri toplumsal ilişkileri geliştirme çıkışıydı. Bu konuda belli bir mesafe alındığı da bir vakadır. Ancak tek özelliği A. Öcalan’ın kardeşi, yakını olan, bundan öte bir özelliği ve anlamı olmayanların elini eteğini öpmek, onların önünde huşu ile eğilmek, hangi kültürün, hangi gelenek ve politik sistemin resmidir!

Öcalan’ın doğduğu evi “türbeye” çevirmek, yakınlarının elini eteğini öpmek, bunu üstten dayatılan “irade” ile yapmak, hangi özgürlükle, hangi onurla açıklanabilir? Bunu yapanları, “müritler topluluğunun” dışında bir sıfatla tanımlamak mümkün mü?

Kuşkusuz bu, sıradan ve “masum” bir müritler topluluğu değil, bir politik-iktidar sisteminin geldiği noktayı ve ortaya koyduğu politik kültür ve davranışı anlatmaktadır. Öcalan da bundan son derece memnundur, bu “tapınmayı” onaylamaktadır. Ancak “içini de doldurun” uyarısını yapmaktan da geri durmadan… Bunun anlamı, “dinsel ayını, mutlaka mutlak boyun eğişle sürdürün, politik itaati elden bırakmayın” demektir…

Ortaçağ görüntülerini andıran ilkel türbe ziyaret ve el etek öpme sahneleri, gerçekten en genel anlamda Kürtler’i, Kürt halkını gururlandırıyor mu, sevindiriyor mu? Yoksa dolaylı da olsa “el âlem” karşısında utandırmıyor mu?

Bu, “bizim” geldiğimiz noktanın, katettiğimiz “sosyal gelişme düzeyinin” çarpıcı, ama aynı zamanda utanç verici bir resmi değilse nedir? Yine bu, ulaşılan “politikleşme” düzeyinin traji-komik bir paradoksu değilse nedir?

Böyle bir “sürü”, “müritler kültürü”, dinsel tapınma davranışı yaratılmasaydı ve buna güvenilmeseydi, en azından son on yılda enjekte edilen teslimiyet teori ve politikaları bu düzeyde egemen olabilir miydi? Bu tapınma düzeyi, aynı zamanda Öcalan iktidar sisteminin gücünün kendisi ve temel dayanak noktasıdır! Bu sürü kültürüne dayanılarak ve bu derinleştirilerek bir tapınma kültü, bir iktidar sistemi bugünkü noktaya taşındı!

İlginçtir, her fırsatta Öcalan, özgürlükten, özellikle kadın özgürlüğünden söz etmektedir. Peki, bu el etek öptürme ayinleri karşısında tek bir eleştirel söz söylediğini duydunuz mu? Bu ayinlerin, “üstten verilen” talimatlarla yaptırıldığı ve süreklileştirildiği bilindiği halde… O zaman dillendirilen “özgürlüklerin” koca bir demagojiden başka bir anlamı var mı? Olmadığı çok açık, ama tekrarlanıyor olması, bilinç ve ruhlardaki “yanılsamanın” derinleştirilmesi içindir!

Sosyal ve ruhsal açıdan el etek öpme-öptürme sahneleri ile Kürtler’i düzen ve devlete yamama çabalarının aynı döneme denk gelmesi bir rastlantı mı? Zamanlama açısından bu “denkliğin” pek bir önemi yok, ancak mantıksal “denklik” açısından çok çarpıcıdır. Yani Kürtler’i düzen ve devlete bağlama girişimi, ancak sürü ve mürit kültürünün geçerli olduğu bir ortam ve iklimde başarılı olabilir!

Anayasa değişikliği tartışmaları Türkiye’nin gündeminde, Kuzey Kürtleri’nin “kutsal lideri”, müritleşenlere “1921 Anayasası’nın” faziletlerini bir bir saymaktadır. Oysa 1921 Anayasası’nda iddia edildiği gibi, Kürtler’in kimliğini ve temel hak ve özgürlüklerini tanıyan tek bir söz bile yok. Orada var olan sadece “vilayetler” sisteminde “İl idarelerinin, İl Meclislerinin” biraz daha güç sahibi yapılmasıdır. Bu konuyu daha önceki bir yazımızda belgelere dayalı olarak yazmıştık. O nedenle bir daha tekrarlamak gerekmiyor. İlgilenmek isteyenler (http://www.sosyalist-kurd.net/yazarlar/m-can-yuece/1689-onurlu-coezuem-mue-yoksa-dilencilik-mi.html) linkini tıklayabilir.

Kuzey Kürtleri’nin yaşadığı ve onlara yaşatılan bu traji-komik paradokslar, politik ve sosyal açıdan gelişmemenin ve mevzi kazanamamanın en temel nedeni değilse nedir? Yine bu paradokslar inkar ve imha sisteminden daha mı az tahrip edicidir?

13 Nisan 2010

 

 

Anayasa mitingine polis saldırısı

10 Nisan günü Kadıköy’de “Sivil Demokratik Anayasa Platformu”nun çağrısıyla miting gerçekleştirildi. Yürüyüş ve miting boyunca provokasyon yaratmaya çalışan kolluk güçleri, miting alanında kitleye saldırdı.

Anayasa değişikliği tartışmalarına müdahil olmak ve 12 Eylül darbe anayasının değiştirilmesi için gerçekleştirilen miting polisin yoğun ablukası altında başladı. KESK, BDP, SDP, EMEP, ESP, Demokrasi İçin Birlik Hareketi’nin de aralarında bulunduğu sendika ve reformist sol parti, ilerici ve devrimci kurumun örgütlediği “Eşitlikçi özgürlükçü, çoğulcu, sivil, demokratik anayasa” mitingi için binlerce kişi Tepe Natilius önünde toplandı.

Kitle “Eşitlikçi özgürlükçü, çoğulcu, sivil, demokratik anayasa” ortak pankartı arkasında Kadıköy İskele Meydanı’na yürüdü. Ortak pankartın arkasında, TEKEL, Marmaray, İSKİ, itfaiye, Esenyurt Belediyesi, Samatya, Sinter ATV-Sabah emekçilerinin biraraya geldiği Direnişteki İşçiler Platformu da mitingin katılımcıları arasında yerini aldı.

Yürüyüş sırasında ara ara faşist provokasyonlar da yaşandı. “Yaşasın halkların kardeşliği!” sloganları ile provokasyonlar boşa düşürüldü.

Arama noktalarına yakın bir yerde iki gencin MOBESE direğine tırmanarak kabloları kesmesi üzerine polis uyarı yapmadan kitleye gaz bombaları ve tazyikli su ile saldırdı. Polisin saldırgan bir tutumla mitingi terörize etmeye çalışması dikkat çekti. Polis, müdahalenin olduğu yerin oldukça uzağında kalan aydın ve sanatçıların da bulunduğu protokol alanına gaz bombası attı. Saldırı sırasında Ahmet Türk kısa süreli bir rahatsızlık geçirirken, protokolde bulunan bütün aydın ve sanatçılar alanı terk etti.

Kitlenin de bu saldırıya cevap vermesi üzerine çatışmalar yaşanırken alanda çok sayıda kişi baygınlık geçirdi. Polis müdahalesiyle yaralanan 4 kişi ambulansla hastaneye kaldırıldı.

Yaşanan çatışma tertip komitesinin araya girmesiyle sona erdi. Yaşanan gerginliğin ardından saat 15.00’te miting programına geçildi. Miting programı Rojda’nın sunduğu müzik dinletisi ile son buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul