12 Kasım 2010
Sayı: SİKB 2010/44

 Kızıl Bayrak'tan
Devlet terörüne karşı
mücadeleyi büyütmeliyiz!
Devletin zirvesinden füze kalkanına onay.

Sözleşmeli askerlikten profesyonel orduya doğru

Müdahil avukatların görüşleri..
Yargı Festus Okey cinayetini örtbas etmeye çalışıyo
TÜSİAD baronları hükümetle
“yuvarlak masa”da buluştu
MAS-DAF direnişinde
vahşi saldırı
Metalde
uyuşmazlık zaptı tutuldu.
MESS dayatmalarına karşı eylemler
MESS Grup TİS süreci üzerine
Ford Otosan işçisi ile konuştuk
Partinin kazanımları
ve yeni dönemde
yüklenme alanları
Ölüm Orucu Direnişi’nin benim için anlamı - Alaattin Karadar
İstanbul’da “Ekim Devrimi ve Ulusal Sorun” paneli.
Paşabahçe kazandı,
sıra BETESAN’da!
KESK’te bildik tartışmalar!
Eruslu’da baskılar sürüyor
Gençlik gelecek ve özgürlük
için alanlardaydı!”
Şura’da gerici
politikalalar öne çıktı
Irak’ta siyasi kaos
ve gösterdikler
ABD ara seçimlerinde Obama hezimete uğradı
İşçi ve emekçiler ayakta!.
25 Kasım’da mücadele alanlarına!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Müdahil avukatların görüşleri...

“Davanın kamuoyu desteğiyle birlikte yürütülmesi şart”

Avcılar polisi tarafından sokak ortasında infaz edilen devrimci işçi Alattin Karadağ’ın ikinci duruşması Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Öncelikle belirtmeliyim ki, bu davayı Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi ve davanın avukatları olarak başta İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Tunceli, Antakya ve Mersin olmak üzere her ilden 300 avukat takip etmekte. Ayrıca ÇHD, İHD ve TİHV’in mahkemece bu celsede reddedilmiş olmasına rağmen müdahillik talepleri vardı. Bu kurumlar doğrudan zarar gördükleri gerekçesiyle müdahillik taleplerinde bulundular ne var ki mahkeme bu talepleri doğrudan zarar oluşmadığı gerekçesiyle reddetti.

İkinci duruşma, sanığın ve önemli polis tanıklarının ve diğer mağdur İsmail Durmuş’un bir önceki duruşmada dinlenilmiş olmasından ötürü daha sakin, az gerilimli geçti.

Mahkeme heyetinin bu celsede hem Karadağ ailesinin hassasiyetlerini ortaya koyması, hem de iki celsede de avukatlar olarak bizlerin oldukça kalabalık ve dikkatli olmamızdan ötürü daha ihtiyatlı olduğu görülmekteydi. Polis telsiz ses kayıtlarının ham halleriyle mahkemeye getirilmesi, olay mahallinde keşif yapılması, mahallede yaşayan bakkal, kahveci gibi görgü tanıklarının bulunarak tanık olarak dinlenmesi, Alaattin’e ait elbiselerin Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesi gibi taleplerimizin tamamı mahkeme heyetince kabul edildi.

Aslında bizi de şaşırtan diğer bir olay ise mahkeme heyetinin, sanık polisin ‘duruşmalardan vareste tutulma’ şeklinde ifade ettiğimiz duruşmalara katılmama talebini reddetmesi oldu. Bu tür davalarda, genellikle mahkeme heyeti sanık polisin tümüyle yaşamına devam etmesi ve duruşmalara gelmesini gerektirecek bir durum olmadığı gerekçesiyle vareste tutulma kararı çıkartırdı. Bu davada ise neredeyse bir ezber bozulmuş ve mahkeme heyeti talebimizi dikkate alarak sanık polisin duruşmalara katılmasını mecbur tutmuştur.

Bundan sonraki seyre gelince, öncelikle 25 Mart’ta olay mahallinde keşif yapılacak. Keşifte kamuoyu desteği çok önemli, keza keşfin usulen yapılmasına engel olmak gerekiyor. Olayın üzerinden neredeyse 1 yıl geçti ve olay mahallindeki tanıkların orada bulunması, evlerin ve olay güzergahının dikkatle incelenmesi gerekiyor.

Duruşmanın 3. celsesi 21 Nisan 2011’de. Bu celsede şayet Alaattin’in elbiseleri bulunursa ikinci kez Adli Tıp raporu beklenecek ve öldürücü kurşunların atış mesafesi tayini belirlenecek. Yine diğer mağdur dolmuş şoförü İsmail Durmuş’un halen vücudunda olan kurşunun çıkarılıp çıkarılamayacağının tespiti için Adli Tıp raporu beklenecek. Yapılan keşif nedeniyle bilirkişilerin raporunun gelmesi beklenecek ve duruşma gününe kadar gelmişse telsiz kayıtları incelenecek.

Uzun lafın kısası daha uzun ve zorlu bir yolumuz var, daha bekleyeceğimiz çok rapor, incelenecek çok belgemiz var. Bu nedenle bu davanın kamuoyu desteğiyle birlikte yürütülmesi şart. Avukatlar olarak bu davanın, PVSK’ya karşı verilen savaşta aynı Engin Çeber davası gibi yüz akı davalarımızdan biri olması gayretindeyiz. Bunu sağlamak için de elimizden geleni yapacağımızın bilinmesini istiyoruz.

ÇHD İstanbul Şubesi YK Üyesi Av. Zeycan BALCI ŞİMŞEK


“Sanık kürsüsünde bir devrimci olsaydı tutuklama kesindi”

Bilindiği gibi 9 Kasım günü dosyanın ikinci duruşması görüldü. Karadağ Ailesi’nin avukatı olarak hazır bulunduğumuz duruşmada bir tanık daha dinlendi. Diğer bir kısım tanıklar hala duruşmaya gelip ifade vermedikleri için haklarında zorla getirme kararı çıkartıldı. Bu tanıkların neden duruşmaya gelip ifade vermedikleri bellidir.

Bilindiği üzere soruşturmayı Esenyurt polisi yürüttü. Bu nedenle olayın olduğu ilk günlerde televizyon ve gazetelere polis aleyhinde ifade veren tanıklar daha sonra bir türlü bulunamadı. Hala da bulunmuş değiller.

Dosyada dikkat çeken diğer bir husus da sanık polisin tutuksuz yargılanmasıdır. Ortada bir cinayet vardır, polis Alaattin Karadağ’ı yargısız infaz sonucu katletmiştir, ancak buna rağmen hala dışarıdadır ve görevini sürdürmektedir. Sanık kürsüsünde polis yerine bir devrimci olsaydı tutuklama kesindi.

Bu açılardan adalet sistemini sorgulasak da, en azından sanığın duruşmalardan vareste tutulması talebinin reddedilmesi bizim açımızdan olumlu olmuştur. Bunun yanısıra olayla ilgili olarak keşif yapılmasına karar verilmiştir. Dileriz yapılacak olan keşif, olayın aydınlatılmasına bir nebze de olsa ışık tutar. Bizler Karadağ Ailesi’nin avukatları olarak, davayı sıkı bir biçimde takip etmeye devam edeceğiz. Umuyoruz ki bu yargısız infaz cezasız kalmaz ve Alaattin Ka­­radağ’ı katleden polis gereken cezayı alarak, adalet ve hukuk sistemine olan güvenimizi biraz olsun yükseltebilir.

Av. Meryem Asıl


“Yılmadan mücadelemizi sürdürmemiz gerekiyor”

Ben de 25 yıldır yargısız infaz davalarına giriyorum. Bazı meslektaşlarım ve avukat arkadaşlarım da öldürülmüştür. Bu davaları takip etmemize rağmen hukukun, toplumun ve kamuoyunun beklentisini karşılayacak caydırıcı cezalar çıkartamadık. Genellikle sanıklar beraat etti, kollandı ve korundu. Bu davanın gelişiminde de şimdiye kadar tanıklar büyük bir önyargıyla geliyor. ‘Vatan sevgisi’nin bu davada sorgulandığını düşünüyorlar.

Müdahil olma talepleri reddediliyor. Bugüne kadar da Yargıtay incelemesinden geçip de olumlu bir sonuç aldığımız yok. Eğer böyle olursa insan hakları ihlalleri devam eder. Alaattin Karadağ’ın yakını da mahkemede son dönemde polis ihlallerinin arttığını ifade etti. En azından buradan caydırıcı kararlar çıkarsa, polisten ve emniyetten kaynaklanan hak ihlalleriyle ilgili kararlar verirlerse belki de bu ölüm ve işkence olaylarını azaltabiliriz. Bugüne kadar hükümet, yargı ve emniyet aşırı korumacı davrandı. Bu nedenle de biz bu davaları takip etsek bile sonuç alamıyoruz.

Bu davanın özel bir konumu da var. Genellikle böyle davalarda çatışma azdır. Kişinin silahlı olması öldürmeyi doğal göstermek için kanıt gibi kullanılıyor. Belki bu duruşmada alınan keşif kararıyla beraber olay yerine gittiğimizde bazı tanıkların korkmadan da ifade verebilmesi gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bugüne kadar istediğimiz sonuçları alamasak da bu davada polise belki hak ettiği cezanın verilmesini sağlayacağız. Ayrıca şu ana kadar kamuoyunda dava oldukça iyi takip ediliyor. Bu takip devam ettiği sürece istediğimiz sonucu almamız kolay olabilir. Bir üst mahkemede Engin Çeber davası takip ediliyordu. Başka davalarda kamera kayıtları olmasına rağmen sanıkların aklandığına şahit olmuştuk. Ama orada gerçekten  kamuoyunu tatmin edecek cezalar çıktı. Bizim bu konuda yılmadan mücadelemizi sürdürmemiz gerekiyor.

Av. Murat Çelik


“İlk iki duruşmadaki sahiplenme devam etmeli”

İkinci duruşmada verilen somut ara kararlar haberlere yansıdı. Bunları tekrarlamak çok gerekli değil ancak, özel olarak keşif kararının önemi üzerinde durmak gerekiyor. Duruşmada da ifade ettiğimiz üzere, geçmişte yürütülen benzer davalarda çoğu kez keşif kararları yıllara yayılarak reddedilirdi. Zaten, örneğin 5 yıl sonra kabul edilen bir keşif kararı maddi gerçeğin açığa çıkartılması anlamında hiçbir önem de taşımazdı. 5 yılda kent planının bile değiştiğini düşünürsek, bir infazla ilgili delillerin yerli yerinde kalmasını beklemenin anlamsızlığı ortada. Ancak, bu kez keşif kararının - yine çok yakın bir tarih olmadığı açık ama- görece yakın bir tarihe verilmiş olması anlamlı ve önemlidir. Telsiz kayıtlarının ham halinin dosyaya girecek olması ve yine Esenyurt Emniyeti’ne görevi suistimal ihtarlı yazı yazılacak olması da anlamlı bulunmalıdır.

Bütün bunlarla birlikte Karadağ infazının bu ikinci duruşması, hukuk ve sosyoloji alanında, bu davanın da sınırlarını aşarak tartışılması gereken birtakım başlıklar yarattı diye düşünüyorum.

Bunların başında, ÇHD, TİHV ve İHD’nin davaya müdahale taleplerinin reddi gelmektedir. Basit bir usul hukuku sorunu olarak algılanan ve algılatılmaya çalışılan bu red kararı, esasında toplumsal dayanışma ve hak arama/hesap sorma bilincinin kırılması, bu anlamda bir isteğe ket vurulması anlamına gelmektedir. Tartışma aslında basit bir kavram kargaşası gibi sunulmakta, mağdur tanımının yorumuna sıkıştırılmaktadır.

Hukuk terminolojisinin dar anlamda yorumlanışı, mağduru, suçtan zarar gören kişi/kişilere indirgemektedir. Bu yorum; hemen her suçun toplumsal düzeni bozduğu kabulüyle birlikte, zaten savcının mahkemede kamu adına konumlandığı kurgusu ile buradaki dar alanı genişlettiğini varsaymaktadır. Oysa ki, “sivil” bir vatandaşın, “sivil” bir vatandaşı herhangi bir nedenle öldürmesinin kamusal alt metni ile, resmi bir sıfata sahip kişinin, ideolojik bir meşruluğa yaslanarak ve “görev” kavramından faydalanarak cinayet işlemesinin kamusal niteliği aynı değildir.

İki sivil arasında geçen bir olayın adli mekanizmadaki tartışması en fazla bu kişileri tanıyanları ilgilendirirken, devlet görevlilerinin işlediği suçların yargılanması bütün bir toplumun gündemini oluşturmakta, burada suçun işlenişi bütün bir toplumda güvensizlik duygusunu derinleştirirken, hukuki sürecin yürütülüşü, ele alınışı da aynı biçimde toplumsal bir olaya dönüşmektedir. Bu anlamda özellikle yaşama hakkının ihlali, işkence gibi, devlet-birey ilişkisindeki eşitsizlikten beslenen suçlarla toplumsal anlamda mücadele yürüten demokratik kitle örgütlerinin, yine bu suçlara ilişkin yürütülen hukuksal mücadelenin de birer öznesi olmaları kadar doğal bir durum bulunmamaktadır. Çok basit bir yorumla mağdur kavramının kapsamı genişletilebilecekken, terminoloji ve tanımlar sıkça olduğu gibi burada da öz olarak mücadelenin önüne çıkartılmaktadır.

İkinci tartışılması gereken nokta ise, bu duruşmada dinlenilen tanığın verdiği beyanlar ve bu beyanların gerisinde saklı olan zihniyettir. Duruşma tutanağına da geçtiği üzere, tanık, kolluktan “arkadaş”, Karadağ’dan ise “şahıs” olarak bahsetmiştir. Başlı başına bu bile verilen ifadenin, görgüye değil, daha çok duygudaşlığa dayandığı hissiyatını yaratmaktadır. Toplumun geneli, güvenlik paranoyaları ile öyle bir düşünsel geriliğe mahkum edilmiştir ki, insanlar, “elinde silah olanın, öldürülmesi makbuldür” zihniyetini satır aralarında kusabilmektedir. Duruşmada tanık ifadesi sırasında bu algı, satır aralarından ana vurguya taşınmış; tanık kendi ifadesini “vatanseverlikle” savunmayı tercih etmiştir. Bu gerçekten de; “Vatan için ölmek de öldürmek de kahramanlıktır” içeriği ile empoze edilen çarpık düşüncenin toplum zemininde yarattığı etkinin basit bir örneğidir.

İkinci duruşma açısından bana kalırsa üzerinde düşünülmesi gereken ve esasta mücadele edilmesi gereken iki önemli başlık bunlar. Bundan sonrası açısından ise, yapılması gerekenler açık. İlk iki duruşmada açığa çıkan sahiplenmenin gelişerek devamı özellikle önemli. Yine duruşmada da belirttiğimiz üzere, geçmişte yıllarca polis avukatlığı yapmış bir şahıs çıkıyor ve bugün deyim yerindeyse günah çıkartıyor. Bu günah çıkartmanın özelde hiçbir anlamı olmasa da, genel olarak bir meşruluk yanılsamasının kırılması açısından önemli olduğunu görmek gerekiyor. Bu kırılma Karadağ dosyası ve benzeri davalarda harcanacak emekle biraz daha genişletilebilir, büyütülebilir. Ancak yine de bu kırılmayı, gerçek bir kavrayışa dönüştürecek olanın ve aslen yargısız infaz ve benzeri olguların önüne geçecek olanın mahkeme salonlarında yürütülecek mücadele değil ama toplumsal mücadele olduğu çok açıktır.

Av. Ceren Uysal


 


Alaattin Karadağ yoldaş ölümsüzdür! 

Partimizin seçkin üyesi komünist işçi Alaattin Karadağ yoldaş, geçtiğimiz yıl, 19 Kasım 2009 tarihinde, İstanbul-Esenyurt’ta, Avcılar-Esenyurt polisi tarafından alçakça katledildi.

Alaattin Karadağ partimizin işçi kökenli bir üyesiydi ve bir komünistti. Partimizin saflarına örgütlü bir devrimci olarak adım attığı andan, eli pek çok devrimcinin kanına bulaşmış Avcılar-Esenyurt polisi tarafından alçakça katledildiği güne kadar, onun tüm yaşamı, mensubu olduğu sınıfın, işçi sınıfının bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi çabası olarak, devrim ve sosyalizm davasına hizmetle geçti. Alaattin yoldaş sınıf bilinçli bir işçiydi ve safını bilerek seçmişti. Bu mütevazi işçi, başta mensubu olduğu işçi sınıfına ve emekçilere sınırsız bir sevgi besliyordu. Fakat öte yandan, sermaye devletine ve polisine karşı sınırsız bir kinle doluydu.

Düşman onu çok iyi tanıyordu, onun tüm bu niteliklerini de çok iyi biliyordu. Tam da bundan hareketle, Avcılar-Esenyurt polisi, Alaattin Karadağ yoldaşı bilerek katletti.

Kuşkusuz ki Alaattin Karadağ yoldaşın katlinden sadece Avcılar-Esenyurt polisi sorumlu değildir. Onlar sadece tetikçidirler. Dolayısıyla, başta yargısız infazlarıyla ünlü İstanbul polisi olmak üzere, tüm polis teşkilatı suçludur. Katliamların merkezi de, bir suç ve cinayet şebekesi gibi çalışan polis teşkilatıdır. Onların arkasında ise, sermaye devleti durmaktadır. Onları kirli ve karanlık cinayetleri için cesaretlendiren ve dahası koruyup, her defasında aklanmalarını sağlayan da sermaye devletidir. Alaattin Karadağ yoldaşı katleden asıl güç de, bu kirli ve katil devlettir.

Bu katil devlet baskı ve zor üzerine kurulmuştur. Baskı ve zora dayanarak yaşamaktadır. Milyarlar harcayarak sürekli kendisini tahkim etmektedir. İşçi ve emekçi düşmanı ordusu yetmezmiş gibi, şimdi de it ve kopuktan ibaret bir polis ordusu oluşturmuş bulunmaktadır. İşbaşındaki Amerikancı AKP hükümeti aracılığıyla bu katiller sürüsünü beslemekte, milyarlar akıtarak onları ileri teknoloji ile donatmakta, geceli gündüzlü komünist ve devrimcileri izletmekte ve günü geldiğinde de, onlara dönük kanlı operasyonlar yaptırmaktadır. Bir cinayet teşkilatı olan polis teşkilatını yetki ile donatarak, onlara ardı arkası gelmeyen yargısız infazlar yaptırmaktadır.

Fakat tüm bunlar boşunadır!

Paranın gücü işçi sınıfının ve milyonlarca emekçinin haklı davasını engelleyemeyecektir. Sermaye devleti ve polisi kendisini ne denli tahkim ederse etsin yıkılmaya mahkumdur ve eninde sonunda gerisindeki emperyalizmle birlikte yıkılacaktır. Bir kez daha, işçi sınıfı savacak, sosyalizm kazanacaktır. Komünist işçi Alaattin Karadağ yoldaşınki de dahil, sermaye devletinden tüm katliamların hesabını da yine işçi sınıfı soracaktır.

Alaattin Karadağ’ın yoldaşları olarak ona söz veriyoruz, onu asla unutmayacağız. Onun son nefesine kadar hep onurla taşıdığı parti bayrağını yere düşürmeyecek, her gün daha da yukarı kaldıracağız. Alaattin Karadağ yoldaşın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

Komünist işçi Alaattin Karadağ yoldaş ölümsüzdür!

Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!

Yaşasın Türkiye Komünist İşçi Partisi!

Yaşasın devrim ve sosyalizm!

TKİP-Yurtdışı Örgütü