Kızıl Bayrak'tan...
Sermaye iktidarı, geçtiğimiz aylarda büyük bir gürültü eşliğinde gündemin ön sıralarına taşıdığı, fakat somut bir karşılığının olmamasının da bir sonucu olarak tavsayıp geri plana düşen sahte “Kürt açılımı projesi”ni yeni hayal ve beklentileri canlandırmak üzere tekrar ısıtarak piyasaya sürüyor. Buna “Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi” ve Uluslarası Kriz Grubu'nun sermaye devletinin Kerkük-Musul'a yönelik sömürgeci hayallerini canlandıran raporunun yarattığı ilüzyonu da eklemeliyiz.
Burjuvazi ve onun adına ülkeyi yönetenlerin, emperyalist efendilerinin desteğiyle uygulamaya çalıştığı projeler, ham hayaller pompalamak için kullanılıyor. “Kürt sorunu çözülüyor, büyük gelir getiren anlaşmalar imzalanıyor, Irak'la ekonomik entegrasyon önemli mali olanaklar yaracak, Türkiye'nin önemini kanıtlayan bu projeler AB'nin kapılarını açacak” vb. söylemler, sahte umut tacirlerinin öne çıkarttıklarından bazıları.
Sermaye iktidarı tüm bunları bir iç politika malzemesi olarak kullanmakta; işçi sınıfı, emekçi kitleleri ve Kürt halkını boş beklenti ve hayaller içine sokmaya çalışmaktadır. Böylece dikkatler krizle birlikte iyice keskinleşmiş sınıf çelişkilerinden uzaklaştırılıp kapsamlı saldırıların uygulamaya konmasına uygun bir zemin de yaratılmak istenmektedir.
Oysa, devletin Kürt halkına karşı sistematik saldırılar hız ve yoğunluğundan bir şey yitirmeksizin sürüyor. “Kürt açılımı” söylemlerine rağmen geleneksel imha, inkar ve asimisyon politikarının özünde hiçbir değişiklik yoktur. Öte yandan, sermaye iktidarı krizin faturasını işçi ve emekçilere kesmek için yürüttüğü azgınca saldırılara yenilerini ekliyor. Şimdiden bir milyon işçiyi işsiz bırakması yetmezmiş gibi, Özel İstihdam Büroları Yasası ile işçileri tam bir köle haline getirmeye ve bütçe açığı için “kaynak sağlamak” adı altında yeni bir kapsamlı sosyal yıkım saldırınsıa hazırlanıyor.
Kuşkusuz ki, tüm iktisadi ve sosyal saldırılara dizginsiz bir devlet terörü eşlik etmektedir. Kürt halkı üzerin
de hız kesmeyen baskı ve terörün yanısıra, krizin faturasını ödemeyi reddeden işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin üzerine de kolluk kuvvetleri azgınca saldırmakta ve bunu çoğu kez yargı terörü tamamlamaktadır.
Bir başka dikkat çeken nokta, JİTEM'in kurucusu ve ikinci Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan emekli Albay Arif Doğan, sağlık sorunları gerekçesi öne sürülerek “şaibeli” bir biçimde tahliye edildi. Öte yandan, Adli Tıp Kurumu, Çukurova Üniversitesi, Adana Tabip Odası'nın “ölüm riski var” raporuna karşın 14 yıldır cezaevinde olan devrimci tutsak Güler Zere'yi tahliye etmedi. Ölüm Orucu Direnişi sürecinde “hayatın kutsallığı”nı dillerine dolayanlar, kontrgerilla elemanlarını şaibeli sağlık raporlarıyla birer ikişer salıverirken, bugün ağır sağlık sorunlarıyla boğuşan düzene muhalif siyasi tutsakları tahliye etmeyip açıkça ölüme terkediyorlar.
Kısacası, sermaye düzeni ve devleti; işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkına açlık, sefalet, baskı ve zulümden başka bir şey vaadetmiyor. Açıktır ki; sermaye düzeni ve devletinin tüm bu azgın saldırılarını püskürtmek, krizin faturasını kapitalistlere ödetmek, ırkçı-şovenist inkarcı politikayı boşa çıkarmak için başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi kitleler ve ezilen Kürt halkının birleşik, kitlesel ve devrimci bir çizgide mücadeleyi yükseltmekten başka bir seçenekleri yoktur.
|