5 Eylül 2008 Sayı: SİKB 2008/36

  Kızıl Bayrak'tan
  Gürcistan krizi ve Türkiye
   Burjuvazi solunu aramaya devam ediyor!
Komutan yeni, parola eski:
Toplu görüşme süreci ve devrimci sorumluluk!

Metal sektöründe mücadele dinamikleri ve görevlerimiz

Metal TİS’lerine müdahale
sorumluluğu
  Canovate’deki saldırıya gereken yanıt verildi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  12 Eylül faşizminden hesabı işçi ve emekçiler soracak!
  Mehmet Beşeli ile 2008-2010 Metal Grup Toplu Sözleşmeleri üzerine konuştuk…/2
  Memlekette sendika(cılık) var mı ?..
Yüksel Akkaya
  Kapitalizmin “güçlü” kadını değil, sosyalizmin özgür kadını!
  Gerici savaşlar halkların birleşik direnişiyle yanıtlanmalıdır!
  Dünyadan...!
  McCain ile Obama’nın başkan adaylığı kesinleşti…
  Çok kutupluluğa doğru…- M. Can Yüce
  Sol liberalizm: İllüzyon tüccarları ve
kolera günleri / 1
Volkan Yaraşır
  “İki, üç daha fazla Vietnam!”
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Komutan yeni, parola eski...

ABD'ye uşaklık, Kürt halkına düşmanlık! 

Ağustos ayında toplanan Yüksek Askeri Şüra'da Orgeneral İlker Başbuğ, yeni Genelkurmay Başkanı olarak atanmıştı. Siciline bakıldığında görev süresinin önemlice bir bölümünü NATO karargahlarında geçirmiş, sermaye düzenine bugüne kadar üstün bir çabayla hizmet vermiş, Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşta kritik görevler üstlenmiş İlker Başbuğ'un tam da düzenin ihtiyaçlarına uygun bir general profili çizdiği kolaylıkla anlaşılıyordu.

Hem Genelkurmay Başkanlığı’na Başbuğ gibi NATO'cu ve Amerikancı kimliği son derece güçlü bir generalin getirilmiş olması, hem de kendisinin devir-teslim töreninde yaptığı konuşma bundan sonraki süreçte yaşanacak kimi muhtemel siyasal gelişmelerle ilgili fikirler vermektedir.

Sınıf devrimcileri Yüksek Askeri Şüra toplantısının ardından yaptıkları bir değerlendirmede İlker Başbuğ'un Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmesinin önümüzdeki süreçteki siyasal gelişmelerle ilişkisi üzerine şunları söylemişlerdi: “Ergenekon operasyonuyla ordunun denetim dışına çıkmış anti-amerikancı ayak bağlarından temizlenmesi, ordunun yeni komuta heyetinin elini kolunu daha da serbestleştirmiş olacaktır. Dolayısıyla yenilik aranacaksa burada aranmalıdır. Bu koşullarda, ordunun yeni komuta kademesi Amerikan emperyalizminin politikaları konusunda çok daha tereddütsüz ve sakınmasız biçimde hareket edecek, gerek içeride ve gerek dışarıda işçilere, emekçilere ve kardeş halklara karşı tam bir NATO ordusu gibi harekete geçirilecektir. Nitekim, İlker Başbuğ ile onun yerini alacağı söylenen Işık Koşaner’in sicilleri durumun tam olarak böyle olduğunu net biçimde ortaya koymakta ve bundan sonra ordunun izleyeceği çizgi hakkında yeterince fikir vermektedir.”

İlker Başbuğ'un devir-teslim töreninde yaptığı konuşma burada çizilen çerçevenin tamamen doğru olduğunu bir kez daha teyit eder niteliktedir.

ABD emperyalizminin saldırganlık stratejilerine tam destek

İlker Başbuğ, nispeten uzun olan konuşmasının daha başlarında Türkiye'nin tam ortasında bulunduğu coğrafyanın önemine vurgu yapıyor. Napolyon'un “Bir ülkenin coğrafyası o ülkenin kaderidir” sözünü hatırlatan Başbuğ hemen peşinden şunları söylüyor: “Berlin duvarının yıkılışı ve 11 Eylül olayı uluslararası ilişkileri, ittifakları, stratejik düşünceleri, ‘tehdit’ ve buna bağlı olarak ‘güvenlik’ kavramlarını temelden sarsmıştır. Özellikle terörizmin öne çıkışı ve küreselleşmesi birçok ülke için coğrafi sınırlara dayalı savunmayı öngören stratejik düşünceden, coğrafi sınırlara bağlı olmayan güvenliğe dayalı stratejik düşünceye dönüşümü zorunlu kılmıştır. (...) Küresel anlamda barış ve güvenlik ya her yerde, ya da hiçbir yerdedir. (...) Dünyanın herhangi bir yerinde barış ve güvenliğin tehlikeye girmesi, dünyanın o yere en uzak köşesini de tehlike ve riskin içine çeker.”

Hiç şüphe yok ki bu sözler ABD emperyalizminin saldırganlık politikasına, Irak ve Afganistan'ın işgaline gerekçe yapılan “önleyici savaş doktrini”nin güzellenmesinden, benimsenip onaylandığının kesin bir dille ilan edilmesinden başka bir şey değildir. Amerikancı ordunun komuta kademesi açısından bu çok yeni bir şey değildir. Bir süre önce ABD istediği için Afganistan'a ve Lübnan'a asker gönderen, Irak'ın işgalinin söz konusu olduğu dönemde 1 Mart tezkeresinin meclisten geçmesinden yana tavır alan generaller zaten bu davranışlarıyla ABD'nin saldırgan politikalarını ve bunun ifade sayılan “önleyici savaş doktrini”ni benimseyip onayladıklarını göstermişlerdi. Yeni olan Amerikancı ordunun komuta kademesinin en tepesine yerleşen bir generalin bunu tam bir açıklıkla, göğsünü gere gere dile getirmesidir.

ABD'nin saldırganlık ve işgal politikalarına temel oluşturan doktrinlerin ordu adına bu denli açıktan savunulmasının gerisinde Ergenekon operasyonu sayesinde anti-Amerikan kimi unsurların susturulmasının sağladığı bir rahatlığın da payı var kuşkusuz. Fakat İlker Başbuğ'a bu sözleri söyleten asıl neden Türkiye ile ABD ilişkilerinin önümüzdeki yakın gelecekte alacağı biçimdir. Türkiye Ortadoğu'da ve Kafkaslar'da özellikle askeri alanda ABD'ye daha aktif bir hizmete hazırlanmaktadır.

“TSK ile ABD arasındaki ilişkiler mükemmel” diyen, “Türk Amerikan ilişkileri iki ülkenin ortak değerleri üzerine inşa edilmiştir, köklüdür ve tarihidir. Bugün bu ilişkiler, iki ülke için her zaman olduğundan çok daha önemlidir. Türkiye’nin ABD ile olan ilişkileri, belirli bir konuya bağlanamayacak kadar geniş ve kapsamlıdır”  diyerek Türk-ABD ilişkilerini göklere çıkartan İlker Başbuğ'un konuşmasının sonlarında söylediği “BM ya da NATO şemsiyesi altında alınabilecek barışı koruma görevlerine hazır olmalıyız” sözleri Türkiye'nin Afganistan'a savaşçı birlik göndermeye ve daha başka kriz alanlarında ABD jandarması olarak görev almaya hazırlandığını anlatmaktadır.

Kürt halkına dönük saldırılara devam

Kürt halkına yönelik inkar ve imha siyaseti özellikli son zamanlarda yeniden gözle görülür biçimde yoğunlaşmıştır. Teslimiyetçi Kürt platformunun düzen içinde yer tutmak için verdiği ödünler ve harcadığı çaba sonuçsuz kalmıştır. Kürt halkının meşru ulusal istemlerine dayalı bitmeyen mücadele enerjisinden ve Güney'deki devletleşme çabalarının bu mücadeleyi daha da geliştirmesinden çekinen sermaye devleti, bu nedenle Kürt halkının en meşru taleplerine dahi inkar ve imha siyasetini yoğunlaştırarak, kirli savaşı tırmandırarak yanıt verme yolunu tutmuştur. ABD ile belli bir uyumun yakalanmasından bu yana Güney'deki gerilla güçlerine dönük askeri operasyonları adeta aralıksız biçimde sürdüren devlet kendi sınırları içinde kalan Kürt kentlerinde de askeri operasyonlara aralıksız biçimde devam etmektedir. Yanı sıra Kürt halkının nispi kazanamları, kurumları devletin sistemli baskısı altındadır.

ABD ile kurdukları gerici ortaklığı öve öve bitiremeyen yeni Genelkurmay Başkanı’nın, Güney'deki devletleşme çabaları ile Kürt halkının demokratik taleplerine ilişkin söyledikleri inkar ve imha siyasetinin daha da yoğunlaşarak devam edeceğini göstermektedir.

İlker Başbuğ'un bu konudaki sözleri Kürt sorununa resmi yaklaşımın bir tekrarı niteliğindedir: “Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal ve arkadaşları, ulusu oluşturan bütün unsurların varlığını ve olabilecek farklı alt kimliklerini hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir. Farklı kimliklerini korurken, ortak paydalar üzerinde kendi istekleriyle birleşen ve bir üst kimlik altında yaşamayı kabul edenlere ‘Türk Milleti’ ismini vermişlerdir. Bununla birlikte elbette, ortak paydalara ve üst kimliğe zarar verebilecek faaliyetlere de hiçbir zaman müsamaha göstermemişlerdir. Bu anlayış çerçevesinde; Türkiye’nin bütün vatandaşları ‘Ne Mutlu Türküm’ ve ‘Ben Türk Ulusunun Bir Ferdiyim, Vatandaşıyım’ demekten çekinmemeli ve onların bu konudaki tereddütleri de giderilmelidir.”

“Tereddütlerin giderilmesi” sözü bir “ikna” ve “uzlaşma-hoşgörü” anlamı da içeriyor kuşkusuz. Fakat diğer bütün söylenenlerden sonra “tereddütlerin giderilmesi” lafı fazlasıyla ikiyüzlü ve diplomatça kalmaktadır. Cumhuriyetin tarihi Kürt halkına “Ne mutlu Türküm diyene” dedirtebilmek için, bu konudaki “tereddütlerinin giderilmesi” için ne tür politikalar izlendiğinin canlı ve kanlı örnekleriyle doludur. Sadece bugün yaşananlar bile yakın gelecekte Kürt halkına dönük ne tür politikaların devreye sokulacağı konusunda yeterli fikir vermektedir.

Bugün ordunun burjuva siyasal yaşam üzerindeki hakimiyeti kağıt üzerinde bir parça sınırlanmış görünmektedir. AKP'nin 27 Nisan bildirisine karşı duruşu ve son olarak da Ergenekon operasyonunda general eskilerinin cezaevine kapatılması vb. gelişmeler, ordunun politik etkisinin sınırlandığı gibi bir yanıltıcı görüntü yaratmaktadır. Ancak özünde ortada değişen bir şey yoktur. Türkiye'deki düzen siyasetinin esas olarak Beyaz Saray'da, Pentagon'da belirlendiği koşullarda değişecek gibi de görünmemektedir. Çünkü AKP uşaklık yarışında kırk takla atmasına rağmen, ABD emperyalizminin Türkiye'deki siyasi ve askeri alandaki temel dayanağı halen de Türk ordusu ve onun tepesindeki generallerdir. Bu gerçekler ışığında bakıldığında İlker Başbuğ'un sözlerini Türkiye'deki düzen siyasetinin yakın gelecekte izleyeceği yol haritası olarak okumak mümkündür.

Görüldüğü üzere bu yol haritasının her santimi bölge halklarına yeni acılar ve yıkımlar getirecektir. Bu oyunu bozabilecek olan ise işçi sınıfı ve ezilen halkların etkin biçimde mücadeleyi yükseltmelerinden başka bir şey değildir.