28 Aralık '02
Sayı: 50 (90)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa karşı direniş!
  Bunlar vatan haini!
  Hummalı savaş hazırlıkları yalan ve aldatmacalar eşliğinde sürüyor
  "Müslüman" AKP'nin savaş hükümeti...
  Saldırılara ve sendikal ihanete karşı mücadeleyi örelim!
  ABD emperyalizmine karşı öfke büyüyor!
  Kamu çalışanlarının toplu tasfiyesi, sosyal hakların gaspı, ...
  Kıbrıs'ın geleceği satılık değildir!
  Şeker fabrikaları özelleştirme kıskacında
  AKP-YÖK çatışması...
  Ciddiyetsizliğin son perdesi
  Filistin: İşgal, sürgün, katliam ve direniş/2
  Emperyalist küreselleşmede bir dönemin sonu
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Venezüella'da Amerikancı darbe girişimi giderek güç kaybediyor
  Amerikan emperyalizminin unutamadığı yenilgi: Küba Devrimi
  Ölüm Orucu Direnişi'nin 102. şehidi: Berkan Abatay
  19 Aralık etkinliklerinden...
  2003'e girerken...
  Şans oyunları: Çürüyen düzenin asalak sektörü
  Biz de yokuz! Hadi bakalım!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kamu çalışanlarının toplu tasfiyesi, sosyal hakların gaspı, sadaka zamlar...

Saldırı dalgası devrimci çizgide
bir mücadele ile püskürtülebilir

Kamu emekçileri ücret artışları, nemaların, sosyal hakların gaspı ve en önemlisi iş güvencesinin ortadan kaldırılması saldırısı ile yüzyüzeler. Böylesine yoğun saldırıların gündemde olmasına rağmen emekçiler cephesinden yaşanan suskunluk kabul edilebilir bir durum değil.

Sadaka bile sayılmayacak ücret artışları

Kamuda 2003 yılı ücret artışı sessizce yapıldı. Hükümet, ilk üç aylık dönem için en düşük memur maaşına yüzde 13.7, en yüksek memur maaşına ise yüzde 6.5 zam yaptı. Yanı sıra, aile yardımı 10 milyon artırıldı, taban katsayılarında yüzde 5 oranında zam yapıldı. Memur maaşlarıyla ilgili düzenlemeden sözleşmeli personel de aynı ölçüde yararlanacak. Artış İMF’ye taahhüt edilen oranda yapıldı. Zaten AKP’nin hükümet programında yer alan Acil Eylem Planı, İMF politikalarıyla aynı kapsam ve içerikte. Bundan dolayıdır ki Başbakan Yardımcısı ve hükümet sözcüsü Abdüllatif Şener kendisine yöneltilen bir soru üzerine şunları söylüyor: “Bu daha önceden öngördüğümüz ödenek düzeyindedir. Yani makro ekonomik hedeflerimize uygun, belirlediğimiz ödeme çerçevesinde bir artıştır”

Yapılan artışın komikliği bir tarafa, Türk-İş’in araştırmasına göre 4 kişilik bir ailenin minimum aylık gıda harcaması 380 milyon liraya, yoksulluk sınırı ise 1 milyar 155 milyon liraya yükseldi. Şimdi kamu emekçilerinin ücret artışından sonra alacağı rakamlara bakalım; en düşük memur maaşı 424 milyon lira, en yüksek memur maaşı ise 2 milyar 318 milyon lira.

Kalan aylara ilişkin artış ise 2003 yılı bütçe çalışmaları sırasında belirlenecek.

Hükümet yetkilileri, sadaka bile olamayacak oranda ücret artışı yetmiyormuş gibi bir de düşük ücret alana daha fazla, yüksek ücret alana ise daha az oranda artış yaptıklarını söyleyerek utanmadan “adil” davrandıklarını dile getiriyorlar. Bu arada basına “fedekarlık” örneği bir haber de yansıdı, “Milletvekillerine üç ay zam yok” (!). Bununla denilmek istenen şu, “siz hiç olmazsa net yüzde 5 de olsa bir artış aldınız ama, bakın vekilleriniz onu bile alamadılar”. Bununla sermaye vekillerinin yolsuzluktan, hortumlamadan çaldıkları-çırptıkları bir yana, aldıkları milyarlarca lira maaş görmezden gelinerek emekçilerle alay edilmektedir. Üç ay sonra armudu sapıyla götüreceklerinden de kuşku duymamak gerekiyor. Emekçiler üç kuruşla ay sonunu getiremezken, bu hırsızlar takımı, hem bizi sırtımızdan bıçaklıyorlar, hem de bizden ¸aldıklarıyla maaşlarını artırıyorlar.

Sendikaların yasak savma tutumu

57. Hükümet, geçen toplu görüşme sürecinde İMF anlaşmalarını öne sürerek ellerinden daha fazlasının gelmediğini açıktan ifade etmişti. Sendika başkanları yağmayacakları halde gürlemiş, “Alanlara ineriz, iş bırakırız” vb. altı boş demagojik söylemlerle sözde hükümete gözdağı vermişlerdi. Önce ağızlarını net bir milyardan açmışlar, daha sonra 200 binlere inmişler, en sonu da brüt yüzde 5-10’lara razı olmuşlardı.

Bu görüşme sürecinde derslerini almışa, kuyruklarını kısmışa benziyorlar. Bugün yağacakları kadar gürlemeyi tercih ediyorlar. KESK 700 milyon liralık taban aylığının temel alınmasını ve bunun üzerinden sosyal hakların uygulanmasının doğru olacağını belirtmekle yetindi. Kira yardımının 200 milyon liraya yükseltilmesini, yemek parası, harcırahlar gibi konularda Uzlaştırma Kurulu kararlarının baz alınmasını vurguladı. Kamu-Sen ise 651 milyon liralık taban aylığının üzerine 2003 yılının ilk 6 ayı için yüzde 20, ikinci 6 ayı için de yüzde 20 oranında zam yapılmasını istemekle yetindi. Nemalar ise gündeme dahi getirilmedi.

Tabii bu görüşler dikkate bile alınmadı. Hükümet İMF’nin öngördüğü artışı verdi ve sendika başkanlarının “bunu kabul etmeyiz, alanlara çıkarız, demokratik tepkimizi kullanırız” vb. cılız söylemlerini dışta bırakırsak, konu sessizce kapandı. Ne İMF’ye ne emperyalizme karşı tek söz edilmedi, hükümet politikaları lafta da olsa eleştirilmedi, bunlara karşı mücadele kararlılığı sergilenmedi.

Anlaşılacağı üzere hükümet de, kamu emekçileri de sendika başkanlarını ciddiye almadı. Çünkü dost da düşman da biliyor ki sendikalar ne zaman ağızlarını “demokratik tepkimizi gösteririz, alanlara çıkarız” tehdidiyle açsa, pratikte en fazla merkezi bir hava boşaltma eylemi yapılır. Gerisi her zamanki gibi meclis koridorları, bakanların odaları, bürokratlarla yapılan kulisler ve postane önlerini aşındırmaktan öteye geçmiyor. Bu nedenle sendikal ihanet konusunda hükümet de kamu emekçileri de yeterince deneyime sahipler.

Başta da belirttiğimiz gibi kamu emekçileri iş güvencesinin ortadan kaldırılması, sosyal haklarının gaspı saldırısı ile yüzyüze. Bu hem kamu emekçilerinin kazanılmış haklarına hem de örgütlülüğüne yönelik ciddi bir saldırıdır. Mücadeleci geçmişi gözönüne alındığında, görüşme sürecinde, söylem düzeyinde de olsa KESK’in bu saldırıları gündeme getirmemesi ve buna karşı tok bir duruş sergilememesi kabul edilir bir tutum değil. Bu, aynı zamanda, bu süreci nasıl karşılamaya hazırlandıklarının da bir göstergesi. Bugün ellerini kollarını bağladığını iddia ettikleri ve dün uzlaşmacı tutumları nedeniyle yasalaşan 4688 sayılı sahte yasanın püskürtülmesi, toplu görüşmeyi fiilen toplusözleşmeye çevirecekleri iddialarının da ne kadar boş olduğunu göstermektedir.

KESK bürokratları bu iddialarında samimi olsalardı kamu emekçilerini bilinçlendirmeye ve eylemli bir sürece çekmeye yönelik bir çalışma içinde olurlardı. İşyerlerinden başlayarak kamu emekçilerini, Toplam Kalite Yönetmenliği (TKY), yeni personel rejimi yasası vb. saldırılar ve sonuçları hakkında bilgilendirme yoluna giderlerdi. Saldırıları püskürtecek ve yeni haklar kazanacak tarzda hak alıcı bir eylem programı çıkarırlar ve birbirini aşan eylemliliklerle süreci örerlerdi. Ancak ne yazık ki böyle bir süreç işlemediği gibi alınan sınırlı eylem kararlarının duyurulması dahi son güne bırakılıyor, vb.

Sermaye devletinin savaş ortamının yarattığı atmosferi de arkasına alarak kamuda tasfiye yoluna gideceği açık. Bunu birden değil parça parça yapacak. Mezarda emeklilik sürecinde olduğu gibi yıllara ve yaşlara göre kamu emekçilerini bölecek, TKY gibi yönetmeliklerle ve personel rejimi yasalarındaki değişikliklerle mevcut çalışanların yarısını sözleşmeli konumuna getirecek. Yeni göreve başlayacakları da sözleşmeli statüsünde işe alacak. Geri kalanını da verimsiz, fazla istihdam bahaneleriyle işten atarak tasfiye edecek. Sosyal güvenlik kurumlarını da birleştirme adı altında tasfiye ederek sosyal hakları gaspedecek vb., vb.

Devlet, bu kadar önemli ve ciddi bir saldırı hazırlığında iken bugün kamu emekçilerinin durgunluğuna ve sessizliğine bakarak varolan tepkiyi görmezden gelmek yanıltıcı olur. Mevcut tepkinin eylemli bir tepki olarak sokağa dökülmüyor olması, kamu emekçilerinin ataletinden ya da duyarsızlığından kaynaklanmıyor. Mücadeleci bir geçmişe ve fiili-meşru mücadele geleneğine sahip kamu emekçileri, bir yandan daha önce 4 Mart gibi şanlı bir direnişle püskürttükleri bir saldırının yasalaşmasının yarattığımoral bozukluğunu yaşarken diğer yandan da KESK’e hakim reformist önderliğin neden olduğu güvensizliği yaşıyorlar. Bu güvensizlik hem hareketin öz gücüne hem de reformist önderliğe karşı yaşanıyor. Genel anlamda sınıf ve kitle hareketinde yaşanan durgunlukla birleşen bu tablo hareketin bugünkü urgunluğunu açıklıyor.

Kamu emekçilerinin alması gereken tutum

Bu olumsuz tabloya rağmen kamu emekçileri saldırıların nasıl püskürtüleceği, hakların nasıl kazanılacağı ve korunacağına dair yeterince birikime ve deneyime sahip. Temel sorun, reformist önderliğe karşı devrimci bir önderlik yaratamamaktan, kitlelere bu anlamda bir güven verememekten kaynaklanıyor.

İlkesiz ittifaklar sonucu reformistlerin gaspettiği yönetim kademeleri, hareketin bugünkü durumundan sorumludurlar. Reformist önderliğin yarattığı tahribatı görebilen ve buna yönelik haklı eleştirilerde bulanan devrimci kamu emekçileri de kendi paylarına hareketin bugünkü durumundan sorumludurlar. Bir gerçekliği görmek ve eleştirmek işin bir yanı. Ancak buna karşı devrimci bir alternatif yaratmak noktasında gösterilen pratik çabanın yetersizliği de ortada.

Bugün yapılması gereken, geniş kamu emekçisi kitlesine mücadelede devrimci ve hak alıcı çizgiyi göstermek ve devrimci önderliği yaratmaktır. Bunun için öncü, devrimci kamu emekçilerinin yapması gereken ilk iş, yüzlerini işyerlerine ve sektörlerine dönmek olmalıdır. Devletten ve reformist önderlikten bağımsız bir taban çalışması yürütmeden ne kamu emekçileri hareketi ileri taşınabilir, ne de yeni saldırılar püskürtülebilir.
Bu zorlu, ancak yerine getirilmesi gereken temel önemde bir görev ve sorumluluktur.