28 Aralık '02
Sayı: 50 (90)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa karşı direniş!
  Bunlar vatan haini!
  Hummalı savaş hazırlıkları yalan ve aldatmacalar eşliğinde sürüyor
  "Müslüman" AKP'nin savaş hükümeti...
  Saldırılara ve sendikal ihanete karşı mücadeleyi örelim!
  ABD emperyalizmine karşı öfke büyüyor!
  Kamu çalışanlarının toplu tasfiyesi, sosyal hakların gaspı, ...
  Kıbrıs'ın geleceği satılık değildir!
  Şeker fabrikaları özelleştirme kıskacında
  AKP-YÖK çatışması...
  Ciddiyetsizliğin son perdesi
  Filistin: İşgal, sürgün, katliam ve direniş/2
  Emperyalist küreselleşmede bir dönemin sonu
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Venezüella'da Amerikancı darbe girişimi giderek güç kaybediyor
  Amerikan emperyalizminin unutamadığı yenilgi: Küba Devrimi
  Ölüm Orucu Direnişi'nin 102. şehidi: Berkan Abatay
  19 Aralık etkinliklerinden...
  2003'e girerken...
  Şans oyunları: Çürüyen düzenin asalak sektörü
  Biz de yokuz! Hadi bakalım!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist savaşa karşı direniş!

Hazırlıklarda ve pazarlıklarda son perde

Aylardır gündemde olan Irak savaşının perde arkasından yürütülen kirli pazarlıklar bir bir açığa çıkıyor. Bölgede dengeleri alt-üst edecek bir savaşa gün sayılıyor. ABD emperyalizmi Irak’la başlayacak daha geniş bir işgal peşindedir. Saldırısına hukuki bir kılıf bulması için BM üzerinde yoğun bir baskı uygulamakla yetinmemekte, silah denetçilerinin hazırladığı raporu çalıp üzerinde tahrifatlar yapacak kadar arsızlaşmaktadır. Fakat öte taraftan gerekirse hiçbir uluslararası kuralı takmayacağını da sık sık ifade etmekte, böyle de davranmaktadır. Daha şimdiden Ortadoğu ve Asya’yı yüzbine yakın asker, savaş gemileri ve uçak filolarıyla kuşatmış bulunmaktadır. Askeri yığınak ve tehditlere paralel olarak siyasi baskı ve rüşvet yoluyla işbirlikçi iktidarları kendi hizmetine almak için koşullarını gitgide daha pervasız biçimde dayatmktadır. Bu dayatmalar karşısında en zayıf ülke, aynı zamanda ABD egemenliğinin bölgedeki en kritik halkası olan Türkiye’dir.

ABD emperyalizminin Türkiye’yi savaş arabasına bağlamak için elinde pek çok koz bulunuyor. Herşeyden önce her açıdan yıllardır kendisine bağlı bir ülkedir. Siyasetinden ekonomisine, dış politikasından savunmasına kadar ipleri ABD’nin elindedir. Son 40 yıldır hiçbir alanda ve hiçbir konuda bağımsız bir politika izleyemeyecek kadar Amerikan emperyalizmine kölece bağlanmıştır. AB kapısında beklemeye alınan, borç ve borç faizlerinin bütçeyi aştığı bir iktisadi tablo ve yapısal krizler içinde debelenen sermaye iktidarı, tek çıkışı, savaş rüşvetinden ve ABD yardımından yararlanmak için Türkiye’yi savaşa sürüklemekte görmektedir.

Kuzey Irak’ta ABD’ye bağlı bir Kürt devletinin kurulması ihtimali de bir başka cepheden sermaye iktidarının elini kolunu bağlamaktadır. Tüm bunlar, sermaye iktidarının pazarlık şansının olmadığını da göstermektedir. Olduğu kadarıyla da bu pazarlıklar, savaşa katılımın, yani uşaklığın sınırı ve alınacak savaş rüşveti miktarı üzerinde dönmektedir.

Savaş için savaş hükümeti!

Devlet ve hükümet temsilcilerinin katılımıyla 23 Aralık’ta yapılan zirvede kirli savaş pazarlıklarının ve yapılacak hazırlıkların genel çerçevesi tartışıldı. Çerçeve aylar öncesinden Genelkurmay tarafından çizilmiş, bu yönde askeri hazırlıklar başlatılmıştı. Daha yaz aylarında ordunun yetkili ağızları “biz hazırız” mesajını verdiler. Bu zirvenin amacı, kirli savaş hazırlıklarına siyasal bir meşruiyet ve işlerlik kazandırmaktı. Başka bir ifadeyle, kaba hazırlıkları sürdürülen ve pazarlıkları bağlanmak üzere olan savaşa hükümeti de dahil ederek bir resmiyet kazandırmaktı. CHP’nin başı Baykal bile çerçevesi çok önceden çizilmiş bu dayatmaların rahatsızlık verici boyutlar aldığını açıklamak durumunda kaldı. Baykal açıklamasında, “Başbakan baskılara dayanamayıp savaşa teslim olmuş, CHP’yi de buna ortak etmek istiyor” dedi. Ger&ccdil;ekte ise teslim olan bir bütün olarak sermaye iktidarıdır, devlettir.

Pazarlık için öne sürülen şartlar Türkiye’nin savaşa sürülmesi; Türkiye topraklarının süre ve sayı sınırı olmaksın ABD askerlerinin konuşlandırılmasına açılması; havaalanları ve limanların ABD ordusunun kullanımına açılmasıdır. Karşılığında önerilen savaş rüşveti ise 5 milyar doları ilk etapta olmak üzere, toplam 20-25 milyar dolarlık mali destek ve Türkiye’nin kredi notunun yükseltilmesidir.

Bu kirli pazarlıklar aylardır sürdürülmekte, gerekli hazırlıklar yapılmaktaydı. Ne hükümetin ne de meclisin bu savaşta bağımsız bir karar alması söz konusu olabilir. Hatta kendi tabanından yükselecek basıncı karşılamak üzere AKP’nin –ve sermayenin diğer temsilcilerinin- uluslararası hukukun gereklerinin yerine getirilmesi ya da aslında savaşa karşı olduğunu açıklaması da bir şeyi değiştirmiyor. Tayyip Erdoğan daha baştan “bu konuda Genelkurmay ne derse o olur” yaklaşımını sergilemişti. Bundan sonra da tersi bir eğilim içinde olmayacaktır. Meclis, yapılan pazarlıkların gereği olarak, önüne gelen savaş kararını onaylamak durumunda kalacaktır.

Türkiye’nin kirli Amerikan savaşına hangi ölçülerde ve kaç dolar karşılığında sürüleceğine ilişkin pazarlıklar devam ededursun, bu arada savaşın pratik hazırlıkları da son hızıyla sürüyor. Sermaye devleti limanlarını, havaalanlarını peşpeşe Amerikan ordusunun hizmetine açmaya başladı. Mersin Limanı’nındaki 6 rıhtım, savaş gemilerinin kullanımı için sivil kullanıma kapatıldı. Antalya ve İskenderun limanlarında da benzer bir tadilata hazırlanılıyor.

Adana İncirlik Üssü zaten yıllardır Amerikan’ın tam denetiminde. Şimdi buna diğerleri (Malatya-Erhaç, Batman, Muş, Diyarbakır ve Merzifon) katılacak. Amerika’dan gelen bir heyet bu havaalanlarını savaş uçaklarına açmak için aylardır çalışıyor. ABD askerlerinin Türkiye’ye yerleşmesi çalışmaları sürerken Türkiye Irak topraklarında bulundurduğu onbeş bin kişilik askeri gücünü, kolordu düzeyine (30-40 bin asker) çıkarmanın pratik hazırlığı içinde. Tüm bunlara bakınca, hükümet, meclis ve uluslararası diplomasi cephesinde vitrine çıkarılan tartışmaların kirli savaş hazırlıklarının ve gerçek pazarlıkların üzerini örtmekten ibaret olduğu daha iyi görülüyor.

Savaş karşıtı mücadelenin yakıcı güncel görevleri

Evet savaş hazırlıkları tam hız sürüyor. Birçok ilde kriz yönetim merkezleri kuruldu. Savaşın gerektirdiği yasal-hukuksal düzenlemeler yapıldı. Polisiye tedbirler hızlandırıldı. Şimdi bunları ülkenin bir savaş atmosferine sokulması, hükümet eliyle savaş programının uygulamaya başlaması izliyor. İşbirlikçi sermaye iktidarı, “bu savaşa katılmazsak zararımız daha fazla olur”, “Irak’a girmezsek bölgede bir Kürt devleti kurulur, PKK yeniden güçlenir” propagandasıyla kamuoyunun desteğini almaya hız vermiş bulunuyor. Emperyalist savaşın kirli borazanı tekelci medya, savaş kışkırtıcılığıyla bu propagandaya ölçüsüzce destek oluyor. Dolar üzerinden maaş alan ve herbiri emperyalizme-sermayeye uşaklıkta birbirleriyle yarışan satılık kalemşörler “Biz de varız!” diyorlar.

Bu aynı şeyi yıkıma sürüklenen, kanı ve canı üzerinden pazarlıklar yapılan emekçiler ve emperyalist savaş karşıtı cephe için söylemek ise zor. Harekete geçirilebilenler, bu ülkedeki savaş karşıtı potansiyelin çok çok küçük bir oranı. İşçi sınıfı ise savaş karşıtı eylemlerin en gerisinde bir yer tutuyor. Ortaya konulan tepkiler çok cılız. Savaş karşıtı muhalefetin temsilcileri olma sıfatıyla platform oluşturan grup ve örgütler ise ciddi bir mücadele programı oluşturma iddiasından uzaklar. Peşpeşe yaşanan TİS satışları ve sınıfa saldırılar karşısında suç ortaklığı konumunda ısrar eden, başına bürokratların çöreklendiği sendika konfedarasyonları ile Emek Platformu gibi varlığı bile tartışma konusu olan örgütlenmelerin gerekirse “üretimden gelen gücümüzü kullanarak savaşa karşı mücadele edeceğiz” sözleride en küçük bir samimiyet görmek için bir neden yok ortada.

Savaş durumunda emekçiler açısından olabilecek en kötü şeylerden ilki yanlış bir cephede saf tutmak ise, diğeri savaşa hazırlıksız ve örgütsüz yakalanmaktır. Her ikisi de sonuçta yıkımı aynı ölçüde büyüten sonuçlar yaratıyor. Emperyalist savaşın yakıcılığı, güncelliği ve savaş karşıtı potansiyelin genişliği düşünüldüğünde, mücadele ve eylemliliğin bu cılızlığı kabullenilemez bir durumdur. Bunun nedeni politik güçsüzlük ve olanakların sınırlılığından önce, politik ataletin kendisidir. Bu ataletin en somut, en yakıcı göstergesi ise emperyalist savaş karşıtı propagandanın yok denecek düzeydeki zayıflığıdır. Emperyalist saldırganlar ve işbirlikçi uşakları cephesinden her türlü hazırlığın gözler önüne serildiği ve savaşa gün sayıldığı bir evrede u propagandanın dibe vurmasını başka türlü anlamak mümkün değildir.

Burada bir kez daha yakıcı bir tarihsel gerçeğin altını çizmek istiyoruz. Savaş öncesinde ve savaş boyunca propaganda ve ajitasyon, savaşın en temel silahlarından olagelmiştir. Olağan dönemlerde de böyledir. Kitleleri seferber etmek için propaganda ve ajitasyonun yerine geçen daha etkili bir silah bulmak mümkün değildir. Fakat savaş dönemlerinde propaganda ve ajitasyon olağan dönemdekinden çok daha fazla etkili bir silaha dönüşmektedir. Bolşevikler’in öncesinde ve Birinci Dünya Savaşı boyunca ısrarla yürüttükleri emperyalist savaş karşıtı propaganda ve örgütlenme çalışması bunun en iyi örneklerinden biridir. Başlangıçta oldukça sınırlı olan bu çalışma, giderek savaş cephesine kadar yayılmış, askerleri ve asker kaçaklarını da içine almıştı. Savaş cephesinde kardeşleşme propagandası başlangıçta yalnızca Bolşevik ilitanlarca sürdürülürken, ilerleyen yıllarda sıradan askerler de bu çalışmaya gönüllü olarak katılmışlardı. “Barış, ekmek ve toprak” talepleri başlangıçta yalnızca bir propaganda şiarıyken, çok kısa sürede devrimin kaldıracı olan kitle talebine dönüşmüştü. Eğer bu ısrarlı propaganda olmasaydı, tek başına politik bir öngörüye sahip olmak ve isabetli talepler ileri sürmek, Bolşevikleri o en oumsuz koşullarda kitlelerle buluşturamaz, yalnızca Rusya’da değil uluslararası alanda ciddi bir güç haline getirmeye yetmezdi.

Çok yönlü ve etkili bir kitle çalışması!

Yaşadığımız topraklar ve içinde bulunduğumuz bölge, sömürgecilik dönemini aratmayan kaba bir işgal ve savaş tehdidi altında. Geleceğimiz ABD emperyalizminin haydutça savaşına ipotek edilmeye çalışılıyor. Kriz içinde debelenen sermaye iktidarı yaşadığımız ülkeyi ve gençlerimizin kanını pazarlayarak bir takım kirli çıkar hesapları yapıyor. Sermaye iktidarının, Irak’la sınırlı kalmayacak Amerikan saldırganlığının hizmetine girmesi karşılığında Türkiyeli emekçileri ve bölge halklarını kapsamlı bir yıkım, kitlesel kıyımlar, hak gaspları ve daha ağır sefalet koşulları bekliyor. Emekçilerin ve bölge halklarının bütünüyle bu gerçeklerin farkında olmadığını söylemek mümkün değil. Farkında olmakla birlikte, bunu, savaşa karşı harekete geçmenin henüz ciddi bir nedeni olarak görmüyor, daha doğruu bunu yeterince bilince çıkaramıyorlar. Çünkü gelişmelere henüz dışardan bakıyorlar. Buna bir dönemdir sınıf ve kitle hareketinin içine girdiği gerilemenin yarattığı kendine güvensizlik ve sınıfa dönük müdahalenin, sınıf ve kitle çalışmasının zayıflığının yarattığı sonuçları da eklemek gerek.

Sınıf ve kitle hareketinin bu zayıf tablosunu gidermek zor olsa da imkansız değil. Savaş ve savaş koşullarının yıkıcı etkileri, emperyalizme ve işbirlikçilerine olan tepkileri katlayarak büyüteceğinden en küçük bir kuşku duyulmamalıdır. Mesele, bundan en iyi biçimde yararlanmak, bu tepkileri düzenin temellerine yöneltebilmektir.

Dönem, emperyalizmin haydutça saldırılarını her yönüyle etkili bir kitle çalışmasına konu etmeyi omuzlarımıza yüklemektedir. Yeni yıla ve yeni döneme bu sorumlulukla hazırlanmalıyız.