2001 yılında batık bankalara cebimizden aktarılan toplam miktar
23 milyar dolar (34.6 katrilyon lira)!..
Banka operasyonlarının tüm faturası da emekçilere ödetiliyor Pamukbankın BDDKya devriyle başlayan son bankalar operasyonu, düzen cephesinde tartışılmaya devam ediyor. Bu tartışmalarda ağırlıklı olarak BDDKya ve ekonominin başı Dervişe yönelik övgüler ağır basmakla birlikte, operasyona ilişkin bir takım soru işaretleri ortaya atanlar da yok değil. Ancak her iki durumda da sonuç doğalında götürülüp düzenin çıkarlarına bağlanıyor. Operasyonun ardında bir takım siyasi çıkar hesapları mı var, yoksa MHP ile anlaşmazlıkları bilinen Derviş, MHP ile yakınlığı bilinen Karamehmetin bankasına el koymak suretiyle siyasete ağırlığını mı koymak istedi... Düzen cephesinde yürütülmekte olan tartışmaların bu ve benzeri argümanları, aslında, işçi ve emekçi kitleleri doğrudan ilgilendirmiyor. Onların çıkarları açısından fazlaca bir önem de taşımıyor. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından önemli olan, ekonomiye yönelik bu tür müdahalelerin her seferinde kendi bütçelerinde ne kadar açık yarattığıdır. Çünkü bir bankanın BDDKya devri demek, borçlarının devlet tarafından üstlenilmesi anlamına da geliyor. Bu da doğrudan vergi mükelleflerine ve dolaylı vergi soygununun yükünü taşıyanlara yüklemekle eş anlamlı. Ve herkes çok iyi biliyor ki, bu ülkede doğrudan ve dolaylı vergi yükünün ezici ağırlığı ücretlilerin omuzundadır. Banka hortumculuğuna ilişkin dava ve takibatın en yoğun yaşandığı dönemlerde bu konuya ilişkin bol sayıda veri yayınlanmıştı. Şimdi, Pamukbanka da el konulması vesilesiyle banka operasyonlarının bugüne dek yaratmış olduğu açık hesaplanıyor. Burjuva basında yer bulabildiği kadarıyla, 2001 yılında batık bankalara devlet tarafından cebimizden aktarılan toplam miktar 23 milyar dolar (34.6 katrilyon lira). Oysa aynı yıl devlet Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankasından sadece 13.7 milyar dolar kredi alabildi. Batık bankaların yarattığı açığın Pamukbank tarafından daha da artırılacağı kesin. Buna rağmen operasyonun İMFden beklenen 1.2 milyar dolarlık kredi için düzenlendiği söylenebiliyor. Oysa Pamukbankın el koymaya gerekçe yapılan açığı bile 2 milyar dolar. Elbette İMFnin operasyonda parmağı olduğu çok açık. İlişkiyi gizlemeye bile ihtiyaç duymuyorlar. Gece yarısı alınan karar hemen sabahında İMFnin övgüsüyle karşılanıyor. Ve tabii doğal olarak ABDnin de... Fakat bu ilginin kaynağı 1.5 milyar dolarlık krediden daha da öteye. Pamukbanka el konulmasının başarı ve kararlılık açıklamalarını, hiç zaman kaybetmeden, satışa ilişkin açıklamalar takip etti. Satışınsa büyük ihtimalle bir yabancı bankaya olacağı artık biliniyor. Daha önce fona devredilen iki banka, Demirbank ve Citybank da emperyalist sermaye çevrelerine peşkeş çekilmişti. Demirbankın satışı konusunda, 20 Eylül 2001 tarihinde HSBC Bank ile hisse devir sözleşmesi imzalanmış; 30 Ekim 2001 tarihinde imzalanan Demirbank hakkında BDDKnın 11 Aralık 2001 tarihinde aldığı karar uyarınca, Bankanın HSBC Bank ile birleştirilmesi onaylanmıştı. Citybankın satışı konusunda ise 21 Aralık 2001 tarihinde NovaBank ile hisse devir sözleşmeleri imzalanmış ve hisse devir işlemi 16 Ocak 2002 tarihinde gerçekleşmişti. Bank Ekspres 30 Haziran 2001 tarihinde Tekfen grubuna, Sümerbank hisseleri ise 10 Ağustos 2001 tarihinde imzalanan hisse devir sözleşmeleri ile Oyaka devredildi. Böylece, 6 Kasım 1997 tarihinden 30 Kasım 2001 tarihine kadar TMSFye devri yapılan toplam 19 bankadan Türk Ticaret Bankası, Interbank, Egebank, Yurtbank, Eskişehir Bankası, Yaşarbank, Etibank, Bank Kapital, Ulusal Bank, İktisat Bankası, Milli Aydın Bankası (Tarişbank), Bayındırbank, Kentbank, EGS Bank ve Toprakbank ise halen satılmayı bekliyor. Bu son operasyona ilişkin sınıf cephesinden duyulabilen tek açıklama ve tepki, Banka ve Sigorta İşçileri Sendikası BASİSENden geldi. Uluslararası sermayenin Türk banka sektörünü İMF aracılığıyla ele geçirmek için son derece planlı bir hareket içinde olduğu ifade edilen açıklamada, benzer bir planın 1995 yılında da Meksikada uygulandığı ve bu operasyon sonucunda, 1998de % 24 olan yabancı bankaların toplam aktiflerdeki payının 2000 yılında % 50ye çıktığı belirtildi. İMFye gönderilecek niyet mektubu için Pamukbank operasyonunun beklendiği, konuya ilişkin ilk haberlerde yer almıştı. Sınıf açısından, kayıplar nedeniyle banka operasyonu da önemli olmakla birlikte, mektup her zamanki gibi, yine ve asıl sınıfa doğrudan yöneltilmiş saldırılarla yüklü. Dolayısıyla da, sınıf cephesinden bu bütünlüğü içinde değerlendirilmeyi ve tepki çekmeyi hakediyor. Sermayenin sınıf içindeki en büyük dayanakları... Sendika ağaları İMFnin hükümete verdiği taahhütler kapsamında özelleştirmeler ayrı bir yer tutuyor. Ayrıca son zamanlarda birçok kamu kurum ve kuruluşuna bağlı bölge müdürlükleri kapatılıyor. Bunların 112sinin kapısına Mayıs ayı sonunda kilit vurulmuştu. Mayıs 2003 sonuna kadar toplam 73 müdürlük daha kapatılacak. Sinsice planlanan bu saldırı, kamuda çalışan yüzlerce işçi ve emekçiyi yakından ilgilendiriyor. Resen emeklilik yoluyla şu ana kadar binlerce işçi zorunlu olarak emekli edilmiş durumda. Yıl sonuna kadar ise binlerce işçinin daha emekli edileceği açıklanmış bulunuyor. Türkiyedeki örgütlü işçi kesimi içinde, görece en örgütlü ve mücadele deneyimi olan kesim kamuda çalışanlardır. Ayrıca sosyal haklar, ücretler vb. sendikal olanaklardan en iyi yararlanan yine kamu kesimidir. Bu saldırıyla örgütlü işçi kesimine, bir bütün olarak da işçi sınıfına önemli bir darbe vurulmuş oluyor. Bu yolla zaten gittikçe zayıflamış olan sendikal örgütlülük güçten düşürülmek, işçi sınıfına tam anlamıyla kölelik dayatılmak isteniyor. Sermayeye kusursuz hizmet Sendikalar içinde kamuda ağırlıklı olarak örgütlü olan Türk-İştir. Türk-İşin başındaki ağaların sermayeyle kol kola girerek işçi sınıfına ihanet ettiği biliniyor. Türk-İş ağaları, her sözleşme ya da işçilere yönelik saldırı dönemlerinde, keskin söylemlerin ardından işçileri alçakça sırtından hançerliyorlar, sermayeye hizmette kusur etmiyorlar. Yine de ihanet ve işbirliği son üç yıla kadar bu denli açıktan yaşanmıyordu. Üç yıldan bu yana ihanet tam bir pervasızlıkla yapılır olmuştur. Bunun gerisinde bu ihanet çetesini engelleyecek örgütlü bir gücün olmaması vardır. Türk-İş bundan birkaç yıl öncesine kadar tabanın öfkesini dikkate alarak Ankara merkezli eylemler yapardı. Bu eylemler işçilerin öfkesini boşaltmak ve tabanı denetimi altında tutmak için yapılırdı. Ama nihayetinde taban basıncının bu eylemlerin yapılmasında payı vardı. Son iki yılda ise eylem yapmaktan özenle kaçınıyor bu bürokrat takımı. Son süreçte Türk-İş yöneticileri farklı bir yol izlediler. Tabandan yükselen tepkiyi boşa çıkartmak için bir dizi bölgede salon toplantıları düzenlediler. .Türk-İş ilk toplantıda yoğun bir işçi öfkesiyle karşılaştı. Bundan ders çıkaran bürokratlar sonraki toplantıları önden hazırlıklı bir şekilde yaptılar. Buna rağmen işçilerin öfkesi ve eylem isteğiyle karşılaştılar. Meral işçilere eylem sözü vermek zorunda kaldı. 26 Nisanda toplanan Türk-İş Başkanlar Kurulu 15 Mayısta başlamak üzere bir eylem takvimi açıkladı. Ne var ki, daha bir hafta geçmeden hükümetle 3 Mayısta bir protokol imzalandı. Bu protokolle kamu işçilerinin birçok hakkı masaya yatırıldı. Yani kamu işçileri bir kez daha ihanetle yüzyüze kaldılar. Buna karşı gösterilen tepkiler sınırlı kaldı. Türk-İşin aldığı elem kararı sonucu 15-16 Mayısta Ankarada 800 profesyonel sendikacıyla oturma eylemi yapıldı. Eylem başta üç gün olarak açıklanmıştı. Ama işçilerin eyleme katılarak tepkilerini koymaları sonucu, eylem amacına ulaşmıştır denilerek bir gün öncesinden bitirildi. İş güvencesi yasası için yapıldığı söylenen bu eylem, hükümet partileri ve diğer düzen partileriyle yapılan görüşmeler yapıldıktan snra bitirildi. Hükümet partilerinden meclis tatile girmeden önce yasanın çıkarılması için söz alan sendikacılar, eylem amacına ulaştı açıklamasıyla eylemi bitirdiler. Eylem takvimi de bununla birlikte kapandı. Kamu kurumlarına ait bölge müdürlüklerinin kapatılması, resen emeklilik ve nakil yoluyla binlerce işçinin işten atılması, KİTlerin özelleştirme saldırısıyla kapatılmak istenmesi vb... Tüm bu sorunlar gündemdeyken Türk-İşin Ankara eylemini sahte iş güvencesine endekslenmesinin gerisinde, Türk-İşin kamuda tasfiye konusunda hükümetle anlaşmış olması var. Bundan dolayı, sahte iş güvencesi söylemlerini dillerinden düşürmüyorlar. Saldırının baş muhatabı olan kamu işçi ve emekçileri, buna karşı gereken mücadeleyi ortaya koymakta geç kalmış sayılmazlar. Geçtiğimiz haftalarda belediye işçileri ve kapatılan bazı kurum ve kuruluşlarda çalışan işçiler, yürüyüş ve yol kapatma eylemi yaptılar. Fakat bunlar yeterli değil. Eylem ve mücadelelerin satılmış sendika ağalarını da hedefleyecek şekilde yapılması büyük bir önem taşıyor. İşçiler bu ihanet çetesini karşısına almadan, sermaye ve devletin en büyük dayanağı olan sendika bürokratlarını başlarından atmadan, en küçük bir mesafe bile kat edemezler. H.Eren |
|||||