Kızıl Bayrak'tan 2 temmuz 93te Sivasta gerçekleştirilen katliamın üzerinden 9 yıl geçti. Ama ne bu vahşi saldırıda katledilenler ve ne de katliamda devletin üstlendiği rol unutuldu. Özellikle devletin rolünü unutmaya zaman ve imkan olmadı. Çünkü aradan geçen bu 9 yıl, sermaye devletinin yeni barbarlıkları, yeni katliamlarıyla yüklüydü. Sivasta katledilen 35 cana, cezaevlerinde katledilen onlarca can daha eklendi. Hem de herbir katliam bir önceki vahşeti aşacak şekilde gerçekleştirilerek. Sivasta insanlar diri diri yakılmıştı. Cezaevlerinde sadece yakılmakla yetinilmedi, kesildi, biçildi, kurşunlandı, iş makineleriyle, demir sopalarla parçalanarak öldürüldüler. Sivasta devletin, katliam suçunu yükleyebileceği maşaları vardı. Benzin bidonlarını dinci faşistlere taşıtmışlardı. Ama cezaevlerinde kendi kadrolu/maaşlı elemanlarını kullandılar. Dolayısıyla cezaevi katliamlarının tek ve asıl sorumlusunun sermaye devleti olduğu ortadadır. Bu da sermaye devletinin katliamcı kimliğinin açığa vurulması, önceki tüm katliamlarla, Sivas, Maraş, Çorumla ilgisinin kurulmasında temel bir veridir. Sermaye devletinin bu katliamcı kimliği, sermaye sınıfının ihtiyaçları tarafından belirlenmektedir. Ve sadece iç muhalefete karşı değil, ama bölgedeki ulusal mücadelelere ve devrimci dinamiklere karşı da harekete geçirilebilecek bir örgütlenme ve donanıma kavuşturulmaktadır. Türk devleti ve ordusu, Amerikanın emir ve kumandası altında Bosnadan Afganistana kadar oldukça geniş bir coğrafyada mazlum halkları tehdit eden bir baskı ve terör gücü olarak çalıştırılmaktadır. Bu gücü ve etkisini kırmak, tüm bölge halklarıyla birlikte ve daha öncelikli olarak Türkiye halklarının, işçi, emekçi sınıflarının görevidir. İçte ve dışta katliamlara son vermenin yolu sermayenin iktidarına son vermekten geçmektedir. |
|||||