İtalyada 26 Mart günü gerçekleşen 3 milyon kişinin katıldığı yürüyüşten sonra, 16 Nisanda işçiler şalterleri indirdi. Bantlar durdu, trenler istasyonlarda, uçaklar alanlarda kaldı, gazeteler çıkmadı, hastanelerde sadece acil hastalara bakıldı. Genel grev çağrısına işçiler ve emekçiler tarafından yüzde doksan oranında bir katılımla yanıt verildi. 12 milyon işçi-emekçinin eylemi tüm İtalyada yaşamı durdurdu. Bu eylemleriyle işçiler Berlusconi hükümetinin çalışma yasasında özelleştirme ve işten atılmaları kolaylaştıracak düzenlemelerine karşı direnirken, aynı zamanda faşistler ve ırkçılardan oluşan Berlusconi hükümetine karşı da bir savaş ilan etmiş oldular. Ülkenin üç büyük sendika konfederasyonunun (CGİL, CİSL ve UİL) genel grev çağrısı otonom ve taban sendikası Cobas gibi sendikalar tarafından da desteklendi. İşçi ve emekçiler uzun yıllar sonra ilk kez bu ölçüde bir mücadele cephesinde buluştular. İnisiyatif demokratik sol ve komünistlerin ağırlıkta olduğu CGİLden geldi. Katolik ve sosyal-demokrat çizgideki diğer sendikalar ise, eyleme uzun süre soğuk bakmalarına rağmen, kendi tabanlarının basıncı ile birleşik hareket etmek zorunda kaldılar. Grev İtalyan işçi hareketi ve sendikaları için tam bir başarıydı. Başta Roma, Florensa, Milano olmak üzere büyük kentlerde yüzbinler alanları doldurdu. Sendikacılar tüm İtalyanın meydanları bir araya gelse grevci işçi ve emekçileri almazdı diyerek, katılımdan duydukları mutluluğu açıklıyorlardı. İtalyan işçi sınıfı uzun süredir böylesine bir güç ortaya koymamıştı. Roma sokaklarını 3 milyon işçinin doldurduğu günün üzerinden daha bir ay bile geçmeden, işçiler bu kez tüm yaşamı durdurarak alanlara çıktılar. İtalyada son genel grev 20 yıl önce yaşanmıştı. 25 Haziran 82de ücretlerin enflasyona göre otomatik olarak düzenlenmesini (skala mobil) işverenler örgütü Confindustrianın tek yanlı sona erdirmesi üzerine gerçekleştirilmişti. Medya patronu Başbakan Berlusconi daha birkaç gün önce İşverenler Birliği Confindustianın kongresinde, İtalyan sermayesinin talep ettiği çalışma yasasını geçireceği sözünü vermişti. Berlusconi ve Başbakan Yardımcısı Fini, yakın tarihte yapılan AN faşistlerinin kongresinde alınan karar çevresinde, İtalyada bugüne kadar yaşanmamış yoğunlukta demokratik ve sosyal hakların yokedilmesini hedefliyorlardı. İtalyayı komünistlerden temizleyeceklerini açıklamalarının ardından, devlet radyo ve televizyon kurumu RAİde çalışanlar, haberleşme bakanının sol görüşlülere karşı başlattığı temizlik harekatı ile işten atılmışlar, hükümeti eleştirenler üzerinde baskılar artırılmıştı. Irkçı göçmen yasasının kabul edilmesiyle de 90 bin göçmenin sınır dışı edilmesi gündemde. Bu durumu Nobel ödülü alan Dario Fo faşizmin yeniden yerleşmesi tehlikesi, Umberto Eco faşizmin mirası olarak niteliyor. Berlusconi sendikal hareketi bölerek onları güçsüz düşürmeyi ve böylece kendi neo-liberal ekonomi politikalarını hayata geçirmeyi umuyordu. Ama Berlusconi ve faşist-ırkçı iktidar, işçi sınıfının sert bir direniş çizgisi göstereceğini hesaba katmamıştı. Genel grevde önemli bir nokta da protestoların genişleyerek büyümesi ve yeni bir nitelik kazanmış olması. Anti-kapitalist küreselleşme karşıtı hareket ile anti-faşist örgütler, sosyal kurumlar, şehir ve köylerdeki kooperatifler, bilim adamları, sanatçılar, yazarlar, işçi sınıfı hareketinin yükselttiği direnişle dayanışma içindeler.
Venezuelada ABDnin darbe fiyaskosu Latin Amerikanın petrol yatakları açısından en zengin ülkesi Venezuelada ABDnin düzenlediği darbeyle devrilen Devlet Başkanı Hugo Chavez, büyüyen protestolar sonucu iki gün sonra yeniden devlet başkanlığına getirildi. Eski bir asker olan Chavez 1992 yılında başarısız bir darbe girişiminden sonra üç yıl hapis yatmıştı. 1998 yılında çürümüş politik sistemi düzeltme, yeni bir anayasa, yoksullar için yeni düzenlemeler, toprak, sağlık ve eğitim refomları vaadleriyle özellikle yoksul kitlelerin desteğini kazanmış ve başkan seçilmişti. Hazırlanan anayasaya halkın büyük bir kesimi onay vermiş, toprak reformu ve kırsal alanlarda yaşayan yoksul halka yeni yerleşim alanları sağlanması projeleri hayata geçirilmişti. Chavez petrol üretiminden elde edilen gelirin verimli ve sosyal alanlarda kullanılması gerektiğini söyleyerek, petrol işletmesinin denetimini ele almıştı. Bu sayede geçtiğimizde günlerde asgari ücrete yüzde 20 oranında zam yaptı. Chavez, 1976 yılında kamulaştırılan, ama buna rağmen özerk olan Latin Amerikanın bu en büyük petrol şirketine hükümete yakın kadrolar yerleştirmişti. Buna isyan eden üst düzey şirket yöneticilerinin hükümetin emirlerini dinlemedikleri için görevden alınması üzerine grev başlamıştı. (Bu petrol işletmesi ülkenin döviz kaynağının %80ini sağlıyor; ABDye petrol ihraç edenler arasında 4. sırada, OPECde 6. sırada bulunuor) 8 Nisanda gerçekleşen genel grevden üç gün sonra ordu Hugo Chavezi tutuklamış, en büyük patron örgütünün başı ve bir petrol şirketinin yöneticisi Pedro Carmona başa getirilmişti. Böylece büyük tekeller, sağcı sendikalar, eski konumlarını koruyan eski sağcı bürokratlar amaçlarına ulaşmışlardı. Darbenin hemen ardından Amerikadan kutlama mesajı geldi. İMF Carmonaya her türlü yardıma hazır olduğunu açıkladı. Meksika, Arjantin ve Paraguay bu hükümetin yasal olmadığını ve tanımayacaklarını, 19 Latin Amerikan ülkesinin oluşturduğu Rio Grubu da Venezuelada anayasal düzenin bozulmasını kınadıklarını açıkladı. Venezuelanın yoksul halk kitleleri ise Chaveze sahip çıkarak sokaklarda protestolara başlamışlardı. Ve Chavez iki gün sonra yeniden görevine döndü. Chavezin Castroyu başkent Karakasa çağırması, ABDnin hedef tahtası haline getirdiği Libya, İran, Iraka geziler düzenlemesi ve üyesi olduğu OPEC aracılığıyla petrol fiyatlarının artmasında etkili olması gibi nedenlerden dolayı, Washington uzun süredir ona düşman kesilmişti. ABD Venezuela Devlet Başkanının anti-demokratik seçimle başa geldiği yönlü açıklamalar yaptı. Oysa Chavez 1998 yılında %58 oy alarak devlet başkanı seçilmiş ve yeni anayasanın kabul edildiği 2000 yılında ise oylarını arttırarak meclisteki sandalye sayısını %80e yükseltmişti. 11 Eylül saldırısından sonra ABDnin eteğini öpmek için Washingtona gidenlerden farklı olarak Chavez, ABDnin dünya hegemonyasına, bu nedenle açtığı terörle savaşa onay vermemişti. Hatta Afganistana karşı sürdürülen emperyalist savaşı ABD bombaları ile katledilen çocukların resimlerini göstererek protesto etmişti. Bu dünyanın tek efendisi olmaya soyunmuş ABDyi çok kızdırmıştı. Hatta büyükelçilerini geri çekmişlerdi. Chaveze çenesini tutması uyarıları yapılmıştı. Venezuela petrolü ABD ekonomisi için büyük bir önem taşıyor. Ama Venezuela son 40 yıldır elindeki bu zenginliği kullanamıyor. Ekonomisi uluslararası bankalara borçlu olması nedeniyle çökmüş durumda. İMF ve Dünya Bankası Venezuelaya 1990 yılından beri, kamu harcamalarında kesinti ve özelleştirme gibi politikaları dayatıyordu. Bu ise zaten yoksul olan halka daha büyük bir yıkım getirdi. Bugün başkent Karakasta yaşayan 6 milyon insanın yüzde 80i yoksul veya yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Venezuelaya sınırı olan Kolombiya uzun süredir Venezuela sınırları içinde FARC gerillalarına ait kampların bulunduğunu ve Chavezin gerillaları desteklediği yönlü açıklamalar yapıyordu. ABDnin terörle mücadele kapsamında Kolombiyaya gerilla hareketini bastırması için tam destek sunduğu da gözönüne alındığında, ABD Venezuela başkanını devirmek için yeterli nedene sahipti! Nitekim Newsweek dergisi geçtiğimiz günlerde, darbecilerin Şubat ayı sonunda ABD temsilcileriyle görüştüğü haberini verdi. Yani ipleri çeken ABD emperyalizmiydi. |
|||||