09 Mart '02
Sayı: 09 (49)


  Kızıl Bayrak'tan
  8 Mart'ın tarihsel anlamı ve güncel çağrısı
  Amerika Ortadoğu'dan defol!
  Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
  İşsizliğe çözüm sermayeden beklenemez
  Kürt halkını manevi yönden tümüyle bitirmek istiyorlar
  ABD tekellerine taşeronluk, sömürüde serbestlik!
  Sendikal ihaneti boşa çıkaralım!
  Eğitim-Sen Genel Kurulu ...
  "Emeğin korunması" uğruna mücadelenin anlamı ve önemi
  Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü coşkuyla kutladık
  Lenin'le kadın sorunu üzerine
  "Kadının asıl amacı sosyalizmi kurmak olmalıdır"
  Pişmanlık yasası!..
  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün düşündürdükleri...
  Afganistan'da başsız dolaşan gövdeler!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emekli işçi şair Rahime Henden ile kadın sorunu üzerine konuştuk...

“Kadının asıl amacı sosyalizmi
kurmak olmalıdır”

- Kendinizi tanıtır mısınız?

Lise ikinci sınıfa kadar öğrenim gördüm. Daha sonra çeşitli iplik fabrikalarında ve Cibali Tekel sigara fabrikasında işçi olarak çalıştım. Cibali Tekel’de çalışma sürem diğerlerine göre en uzun olanıydı. 6.5 yıl çalıştım. Cibali Tekel’den atıldıktan sonra kısa bir süre İnter Yayınevi’nde çalıştım. Muhasebe yardımcılığı, avukat sekreterliği derken, Gedikpaşa’da kundura atölyesinde ve ardından Eksen ve Pele Sor yayınevlerinde çalıştım. Daha sonraki yıllarda kadın eserleri kütüphanesinde gönüllü olarak çalıştım. Şu an SSK’dan işçi emeklisiyim.

- Kadın işçilerin sorunları hakkında düşüncelerinizi belirtir misiniz?

Kadın işçilerin günümüzdeki sorunlarını anlayabilmek için toplumlar tarihine bakmamız gerekiyor. İlkel komünal (ortaklaşmacı) toplumda kadın ve erkek birlikte üretip birlikte bölüşüyorlardı. Öyle ki kadının doğurganlığından dolayı soyağacı da kadına göre biçimleniyordu.

İnsanların doğa üzerinde egemen olarak yaşayabilmeleri için doğayı değiştirip dönüştürme eylemi geliştikçe, üretim araç ve yöntemleri de gelişti. Tarım, hayvancılık ve madencilik gibi alanlar doğdu. Daha doğrusu işbölümü doğdu. Tarihte ilk işbölümü ise kadınla erkek arasında doğdu. İşte kadının tarihteki ilk kaybı bu oldu. F. Engels, “Sınıflara bölünmenin temelinde işbölümü yasası vardır” diyor. İşbölümü belli dallarda uzmanlaşmayı getirerek artı-ürünün doğmasına ve bu artı-ürüne de birilerinin el koyarak ilk özel mülkiyetin doğmasına neden oldu.

Özel mülkiyetin doğması sınıfların da doğması demek oluyordu. Bunun ardından devletin de doğmasıyla köleci toplum dediğimiz ilk sınıflı topluma geçildi. Kadın köleci toplumda alınır satılır bir nesneye dönüştü. Cinselliği köle sahibi tarafından kullanıldı. Ardından gelen feodal toplumda ise kadın bu kez toprak karşılığı alınıp satıldı. Haremlere kapatıldı.

Kapitalist toplumda ise yılların getirdiği ezilmişliği, sessizliği ve el becerisi nedeniyle ucuz işgücü olarak üretim alanına, yani fabrikaya itildi. Kriz anında ilk olarak onun işine son verildi. Çalıştığında eşit işe eşit ücret alamadı. Çocuklarını sokakların ve komşularının insafına terketmek zorunda bırakıldı. Kutsal analık adı altında evde sömürüsü devam etti.

Türkiyeli işçi ve emekçi kadın kitlesinin büyük bir çoğunluğu tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Büyük bir bölümü de kentte ve kırda ücretsiz aile işçisi konumundadır.

Sanayide çalışan kadınlar daha çok iplik ve dokuma fabrikalarında, çoğu durumda da konfeksiyon sanayinde istihdam edilmektedir. Hizmet sektörünün yaygınlığını da gözönünde bulundurursak kadın emek yoğunluklu bir tablo ile karşılaşırız. Ayrıca konfeksiyon sanayinin yan kolları olarak evde parça başına üretim yapan azımsanmayacak sayıda kadın vardır.

Kapitalizm kadını üretim alanına çekerken, onun toplumun bir parçası olarak birey olma, kendine görece bir güven duyma duygularını da geliştirdi. Bir yandan da onun cinselliğini pazara sürdü. Fabrikada, sokakta cinsel tacize uğramasına neden oldu ve onu reklam nesnesi olarak kullandı. Tüketimi kamçılamak için onun bedeninden faydalandı.

Ayrıca kapitalizm kadına eşit işe eşit ücret vermeyerek erkek işçinin rakibi durumuna getirdi.

Fabrikaya adımını atan kadın işçi öncelikle ekonomik-demokratik hak alma mücadelesinde sendika ile tanıştı. 15-16 Haziran direnişinde, yakın dönemde Paşabahçe’de, Sümerbank’ta, ‘89 bahar eylemlerinde hep ön sırada yürüdü. Fakat eylemli dönem bittiğinde kadın yine evinde ve fabrikasında eski konumunda kaldı. Bunun en önemli nedeni kadının ev içi konumunun fabrikaya adımını attıktan sonra aynı durumda kalmasıdır. Sendika, dernek gibi kurumlarda kadın yöneticinin hemen hemen yok denecek durumda olmasının nedenidir bu.

Konfeksiyon sanayi kadın işçiler için gerçek anlamda bir cehennemdir. Ne sigorta, ne sendika, ne de 8 saatlik işgünü uygulanmaktadır. Kadının ev içi konumunu da düşündüğünüzde olayın dehşet verici boyutunu apaçık görebiliriz. Bu nedenle konfeksiyon sanayisinde örgütlenme talebi acildir.
Komünist çalışma, üretimin toplumsallaşan niteliğinden ötürü hedefini büyük fabrikalar olarak belirlemelidir. Buralarda çalışan kadın işçilerin doğumdan önce ve sonra olmak üzere ücretli izne ayrılma, kreş ve emzirme odaları gibi taleplerle ve eşit işe eşit ücret talebi gibi sınıfın birleşmesini sağlayacak taleplerle yola çıkılmalıdır.

Konfeksiyon sanayinin durumunu belirtmiştim. Buralarda da öncelikle sigorta, sendika ve 8 saatlik işgünü talepleri etrafında örgütlenilmelidir.
Hizmet sektöründe, kamu emekçileri dediğimiz kategoride de kadınlar önemli bir yer tutmaktadırlar. Daha örgütlü ve ileri düzeyde oldukları söylenebilir. Yıllardır sürdürdükleri grevli-toplusözleşmeli sendikal hak mücadelesinde erkeklerle omuz omuza alanları doldurdular.

Kapitalist toplum paranın ve özel mülkiyetin özgürlüğüdür. Bu toplumsal yapı değişmeden ne kadın gerçek kurtuluşa erişir, ne de toplum. Bu toplumda kadına biçilen kutsal analık rolü sahtedir. Çünkü çocuklar toplumların devamı içindir. Bu anlamıyla çocuğun yetiştirilmesi toplumun üstlenmesi gereken bir görevdir. Ancak bu kapitalist bir toplumda mümkün değildir. Sosyalist toplum bu anlamıyla kadının gerçek kurtuluşudur. Her mahalleye açılacak büyük kreşler, çocuk bakım evleriyle çocuklar gündüzleri eğitimli pedegogların denetiminde ve koruyuculuğu altında olacaktır. Ayrıca her mahalleye kurulan ortak yemekhaneler kadını bulaşık, yemek ve çocuk üçgeninden kurtararak özgürleştirecektir.

- Cibali Tekel’in sınıfın mücadele tarihinde yeri var. Mücadele deneyimini anlatır mısınız?

Cibali Tekel’de ‘80 öncesi dönemde iki ay süren bir direniş yaşanmıştı. Bu direnişin ardından her işçinin iki aylık maaşı kesilmiş, sigorta primleri yatırılmamıştı.

Ben Cibali Tekel’e 1982 Şubatı’nda girdim. O zaman kiminle konuşsam “Biz daha önce denedik, hak kaybına uğradık” diyorlardı. Fakat ‘86-87 sürecinde Netaş’ta ilk grevin patlak vermesi, işçilerden kesilen vergi oranlarının arttırılması, orta vardiyanın kaldırılarak gece mesaisi ücretinin de elden gitmesi, yani eriyen ücretler işçilerin sabrını tüketiyordu.

Bu durumda öncelikle kadın işçiler kreş açılması talebiyle biraraya gelerek, Tek Gıda-İş’in 1 No’lu Şube’sini öğlen paydosunda adeta işgal ettiler. Bu adımı atan kadınlar daha sonra kendi güçlerinin bilincine vararak ‘89 bahar eylemlerinde en ön saflarda yürüdüler. Tabii bunlar ekonomik-demokratik taleplerdi ve işçileri birleştiriyordu. Dayanışma duygusu eylemlerle pekişen Tekel işçisi daha sonra göçük altında kalan maden işçileri için de sokağa çıktı.

Asıl mücadele Cibali Tekel’in kapatılmasına karşı yürütüldü. 3 gün 3 gece kadınlar fabrikayı işgal etti ve çalışma hakkını savundu. Çalışmak isteyenler Tekel’in başka alanlarına aktarıldı, emekli olmak isteyen de emekli edildi.

- Bu mücadelede Cibali Tekel kadın işçilerinin yeri neydi?

Cibali Tekel’de erkekler teknik eleman, kadınlar ise asıl üretenlerdi. Yoğun çalışan ve sömürülen kadınlardı. Bu nedenle yürüyüş esnasında iki-üç duyarlı erkekten başkası görülemezdi. Onlar kağıt oynamak için kahvehanenin yolunu tutar, kadın işçiler onların hakları için de alanlarda haykırırlardı. Onlar çalışmanın ve mücadelenin öncüsü, öznesiydiler. Birlikte mücadele ederek geleceği kazanacak bir sınıfın neferleriydiler.

Ama bu mücadele hiçbir zaman düzen dışı bir kanala akamadı. Kuşkusuz ekonomik-demokratik talepler uğruna mücadelede kendi güçlerinin bilincine varmalarını sağladı. Ama örneğin 1 Mayıs’ta üretim durdurularak alanlara çıkılamadı. Yani kendisi için bir sınıf olmak noktasına varılamadı.

- Kadınların kültürel-sosyal yaşama katılması için neler yapılabilir?

Bunun için düzen içi çözümler vardır; her iş yerine kreş açılmasını sağlamak, doğum öncesi ve sonrası için ücretli izin alabilmek. Sendikalarda, derneklerde çocuk odaları açılmasını sağlamak. Evde kadınların yükünü hafifletecek paylaşımı gerçekleştirmek, ev işlerini kolaylaştıran araç ve gereçleri her işçi ailenin edinmesini sağlayabilmek. İlk akla gelen bu talepler düzen içi taleplerdir ve kapitalist toplumda mücadeleyle sağlanabilir.

Kadının asıl kurtuluşu doğrultusunda adımlar sosyalizmle birlikte atılacaktır. Her mahalleye yemekhane ve büyük çocuk bakım evleri açılarak kadınların yükü gerçek anlamda omuzlarından alınacaktır. O nedenle kadının asıl amacı sosyalizmi kurmak olmalıdır.

- Üretkenliğinizin kaynağını ne olarak görüyorsunuz?

Üretkenliği geleceğe, sosyalizme olan inancım belirliyor. En kötü koşullarda dahi inancımı yitirmedim. Bu inanç bilimsel bir inanç aynı zamanda. Çünkü sosyalizm kaçınılmaz bir toplum biçimi olarak eninde sonunda gündeme gelecektir. Bu inanç her koşulda beni üretken kılıyor.

- Sizce bu toplumda sanatçının misyonu ne olmalıdır?

Sanatçı çağına tanık olmaya çalışırken çoğu kez kendini sanık sandalyesinde bulur. Bunu muhalif sanatçıların yaşamından biliyoruz. Sanatçı karartılmak istenen, çoğu zaman zifiri karanlık çökmüş okyanusta gemici fenerini hep yakmalıdır. Geminin karaya oturmaması için elinden geleni yapmalıdır. Öncü bir tutum almaya çalışmalıdır. Daha doğrusu sanatını geleceği kazanacak sınıfın hizmetine sunmalıdır. Onlarla içiçe, ama hep aydınlatıcı bir tutum içinde olmalıdır.