12 Mayıs'01
Sayı: 08


  Kızıl Bayrak'tan
  Ülkenin satışı, emekçilerin yıkımı ve hücre saldırısı
  Direniş büyüdükçe katlıamcı devlet acizleşiyor, medya pislik kusuyor!
  Yaşamak ve yaşatmak için ölüyorlar!
  Direnişin gücü karşısında dize gelecekler!
  TELEKOM'da emperyalist talan!
  TELEKOM'da özelleştirme saldırısına tepkiler
  Sınıf hareketi
  "İş güvencesi" oyununun altından kıdem tazminatı saldırısı çıktı!
  Geleceği kucaklamak için
  "İşçinin en büyük silahı üretimden gelen gücüdür, bunu iyi kullanması gerekiyor"
  1 Mayıs'ın ışığında sınıf hareketi
  Katil devletten hesabı emekçiler soracak!
  Gençlik
  Kapitalizmde çocuk olmak
  Çocuk emeği, kapitalizm ve sosyalizm...
  Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz!
  Kapitalizm ve çevre sağlığı
  Dünyadan kısa kısa...
  Basından...
  Mücadele Postası



Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Direniş bayrağını geleceğe taşıyacağız


Ölüm Orucu Direnişi 199. gününe girerken, 20 şehidimize rağmen devam ediyor. Ne devletin silahı, bombası ne de hastanelerde ve tecrit hücrelerinde yaptığı zorla müdahaleleri ölümüne süren direnişi zerre kadar etkilemedi.
İşbirlikçi sermaye medyası sınıfa olan kinini, Ölüm Orucu Direniş’ini yalan-dolan haberlerle karalamaya çalışarak göstermiştir. Fakat direniş bütün kararlılığıyla sürüyor.
Her geçen gün düşen şehitlerle birlikte yiğitler kervanı büyüyor. Düşen her devrimci hıncımıza hınç katıyor. Devrimci tutsaklar davaya olan bağlılıklarını öylesine gösterdiler ki, bir kez daha katil devlet devrimci irade karşısında dize geliyor.
Faşist devletin hesap edemediği ise yaptığı katliamlara rağmen, devrimci tutsakların ellerindeki devrimin ve sosyalizmin kızıl bayrağını asla düşürmeyecekleri gerçeğiydi. Çünkü zafere doğru ilerleyen o kızıl bayraklar, biz genç komünistlerin de ellerinde. Onlar nasıl ki işçi sınıfının, sömürü düzenine karşı verdiği kavgada sınıfın öncüleri olarak ölümü tereddütsüzce kucakladılarsa, bizler de verilen bu kavgada ölümü tereddütsüzce kucaklayacağız.
Genç bir okur/İstanbul



Sema Pişkinsüt’ün güvendiği başbakanı
devrimcilerin katilidir!


Demokratik Sol Parti’nin 5. Olağan Kongresi’nde genel başkan adayı Sema Pişkinsüt partilileri tarafından saldırıya uğradı. Sema Pişkinsüt mecliste cezaevlerindeki işkence ve insan haklarını araştırma komisyonundaki başkanlık görevinden bir süre önce uzaklaştırılmış, yerine hükümet ortağı faşist MHP’den bir milletvekili getirilmişti.
Pişkinsüt önce Ulucanlar katliamını araştırma komisyonundaydı. Devletin burada durduk yerde kanlı bir katliam gerçekleştirdiğini çok iyi bildiği halde, bunu açıkça ortaya koymaktan geri durdu. Ardından karakollarda yapılan işkenceleri araştırmaya başladı. Her karakolda varolan işkence aletlerinden birini sergileyerek, buralarda işkence yapıldığını açıkladı. İşkencenin sistematik bir uygulama olduğu bir ülkede birden karakollarda işkence yapıldığını keşfetmişti!
Sermayenin çıkarlarını koruyan bir düzen partisinden milletvekili olan Sema Pişkinsüt neyi kurtarma çabasında? Şimdi emekçi kitleleri kandırarak oy alan DSP’nin yıpranmışlığı üzerinden konuşuyor. Oysa Ecevit’in başında olduğu hükümet yoksul kesimlere her türlü zulmü uygulayandır. Sermayenin ve emperyalistlerin çıkarlarını sınırsızca savunandır. Cezaevlerindeki katliamları gerçekleştirendir. İMF, DB’ye uşakça itaat eden yine kendileridir. Güvendiği başbakanı devrimcilerin katilidir. Efendilerinin buyruklarını eksiksiz yerine getiriyor. İMF, TÜSİAD ve DB’nin programını uygulamak için çırpınıyor.
DSP’nin kongresinde susturulan Pişkinsüt, basında çıkan konuşma metninde, krizlerden kimlerin daha da zenginleştiğini anlatıyor; “5 özel bankanın, sağlık bütçesinin 10 katı olan 12 milyar dolar hortumlanmasından yaklaşık 200 aile kazandı. Devalüasyonla 5.6 milyar dolar, 85 kişi ve kuruluşa gitti. Bir anda halk yüzde 80 yoksullaştı.” diyor. O kendisini bunların sorumluluğundan kurtarabilecek mi?
Gözünün önünde oğlu tokatlanan Sema Pişkinsüt salondan atılıyor... Ecevit’e göre kendisi konuşmak istememiş! S. Pişkinsüt onurunu korumak istiyorsa eğer, emekçileri yıllardır aldatan bu düzen partilerinde yer almaması gerektiğini artık anlamalıdır. Yer aldığı sürece, tüm yağmanın, pisliklerin, katliamların suçortağı olacaktır.
A. Çağıl/İstanbul




Bekle bizi bir fırtınayla beraber geliriz


Param parça yüreğim bugün yine
Acı haber sardı bedenimi
Aldı beni benden
Utandım kendimden
İnsanlığımdan utandım
Bir ananın yavrusuna dokunamamasının acısını hissettim
Yasaklanmıştı dokunması yavrucuğuna
Sanki bir atom bombasıydı, hassas, dokunsa patlayacak
Korkmuştu düşmanları
Göz göze bakışlarından irkilmişlerdi
O koskoca bedeni erimişti, sandalyede getirmişlerdi
Demir parmaklıklar arkasına
Üç dört de gardiyan sıkıca tutmuş
Sanki bir melek olup uçacak gökyüzüne
Ve son bir bakış ya da bir dokunuş evladına
Bir ananın isteyebildiği ama nafile
Hayır anam hayır onlar ki olumlu bir onur abidesi
yaşamı da öyle
Onlar ki teslimiyet yerine onurlu bir fiziki yok oluştur.
Belki bahçede bir fidan olup
Açacak belki de yeniden doğmak için
Seçilmiş bir ölüm ülkemin toprağında abideleşecek
Düşmana inat bir yaşam
Bir varoluş mücadelesi
Ben ki seyirci kalmaktayım bu onurlu yaşama
Utancım bundandır, sıkılmam bundan
İsterdim anam olmanı tanımak seni
Ama olsun yine de bana dokunmanı isterdim evladım demeni
Ellerinden öpeyim öyle evlat büyüttüğün için
Evlatların ki faşizmin diş budak göbeğine
Birer altın başlı çelik çivi gibi gömüldüler.
Toprak da paslatamaz nem de
Ve bizi biz eden amansız sevda
Bekle bizi bir fırtınayla beraber geliriz.
Yeniden yeşertmek için doğayı
Yaksalar da köylerimizi, ormanlarımızı
Belki de bedenimizi
İnadına doğarız Bayrampaşa’da, Ümraniye’de, Ulucanlar’da
ve diğer yerlerde
O güleç yüzlü kızıl saçlı kız var ya
Daha dün gömdük yüreğimize ebediyen çıkmamak üzere
Belki bir haber olur gazete sayfalarını süsleriz
Belki de yıldız olur karanlıklara kardeş
Belki de güneş olur körlüklere aydınlık
Özgürlüğe uçacak demir parmaklıklarda bir güvercin
Yarınımıza dair bir haberci
Sizleri kucaklayacak günler yakın...

Toşan-Kurtköy’den bir tekstil işçisi

Bu şiir, bir tutsak anasının kendi çocuğuna dokunmasına izin verilmemesi üzerine Yön FM’de yapılan bir programdan etkilenerek, aynı zamanda o gün şehit düşen Fatma Ersoy üzerine yazılmıştır.