Kızıl Bayrak'tan...
Antakyayı
sel götürdü. Devlet yine ortada yok. Çünkü devlet çok meşgul. O sırada
memleketin tümünü götürmekle uğraşıyor. Ancak, buna rağmen Antakya felaketine
çok çok üzüldüklerinden emin olmak gerekiyor. Ne de olsa sel maddi zarara
da yol açtı. Deprem sürecinde de aynı devlet tablosuyla karşı karşıya idik. O zaman
da döne döne söyledik. Deprem bir doğal felaket değildir. Onu felaket
haline getiren kapitalist yıkım düzenidir. Kapitalizmin bir yıkım düzeni olduğu belirlemesi, salt iktisadi sosyal
yıkımı anlatmıyor. Çok fazla kullanılan yıkım programları ifadesi yüzünden
böyle algılanabilir. Ancak, bir ülkenin egemenleri oradaki her türlü gelişmenin
baş sorumlusudur. Dolaylı veya dolaysız. İster ülkenin satışa çıkarılması
gibi doğrudan olsun, isterse deprem, sel gibi doğal olaylara karşı tedbirsizlikte
olduğu gibi dolaylı. Şimdi, büyük kayıplarla perişan durumdaki Antakyalılar da, tıpkı dün
İzmit, Adapazarı, Boluluların yaptığı gibi, devlet nerde diye figan ediyor.
Yardım bekliyor. Oysa deprem sırasında ortaya çıkan çıplak gerçek halen
öylecene karşımızda durmaktadır: Sermaye devleti insana bir sentlik bile
değer vermez. Bırakın felaket durumunda yardımı, başkalarından gelen yardımları
bile iç etmenin bir yolunu arar bulur. Aradan geçen iki yılı aşkın süreye
ve yurt içi ve dışından akan onca yardıma rağmen deprem bölgelerinde yaşayan
insanların süregiden perişanlığı bunun göstergesidir. Cezaevlerindeki
devrimci tutsaklara yönelik hunhar katliamlar bunun bir başka cepheden
göstergesidir. Kamu işçisine dayatılan sıfır zam saldırısı, özelleştirmelerin
sokağa attığı onbinlerce işçi ve ailesine yaşatılan felaketler bir başka
göstergesidir. Ve bunlar saymakla bitmeyecek kadar ¸oktur. Her olayla,
her vesileyle tekrar tekrar kanıtlanmakta, sermaye düzeni ve devleti giderek
daha geniş kitlelerin gözünde teşhir olmaktadır. Fakat, egemen sınıfın ve devletinin bu insan ve emek düşmanı yüzünün,
bu konudaki ölü katılığı ve acımasızlığının kendiliğinden teşhiri, kitlelerde
içten içe bir güvensizlik ve düşmanlık geliştirse de, tek başına, ona
karşı mücadelenin yükseltilmesine yetmeyecektir. Yetmediği ortadadır.
Ortaya çıkan tepki ve öfke, bu düzen ve devlet gerçeğine ilişkin neden
ve sonuç ilişkileriyle birlikte bir sınıf bilincine yükseltilemediği,
bunun üzerinden bir mücadeleye dönüştürülemediği sürece, sadece, umutsuzluğun
yaygınlaşmasına yol açar. Kitlelere bu durumdan bir çıkış, bir kurtuluş aşılayacak tek toplumsal
kesim işçi sınıfı ve onun devrimci mücadelesidir. Bunun içinse, sermaye
düzeninin günlük gelişmelerle ve kendiliğinden gerçekleşen bu teşhirini,
işçi kitleler içinde sınıf bilincini ve mücadelesini yükseltmenin bir
aracına dönüştürmek gerekiyor. Proletaryanın yükselen mücadelesinin, destek
güçlerini ne kadar hızla toparlayabileceğini görmek için, deprem ve sel
felaketleriyle perişan olan yığınların, İMF-TÜSİAD programlarıyla yıkıma
uğratılan küçük üreticinin öfkesine bakmak yeterlidir. Sermaye sistemi, sonunu getirecek zemini kendi elleriyle düzlemektedir.
Sıra, bu hazır zeminde mezar açmanın yol ve yöntemini, araç ve imkanlarını
sınıf kitlelerine göstermektedir.
|
|||||