21 Nisan'01
Sayı: 05


  Kızıl Bayrak'tan
  Direnişin en kritik safhası
  Zaferi şehitlerimizle kazanacağız!
  "Teslim olmayanlar ölümsüzdür!"
  Ölüm Orucu Direnişi 27. haftasında!
  Devrimci tutsaklarla dayanışma eylemleri
  Sermaye cephesinin "ulusal birlik" çağrısına karşı işçi ve emekçilerin birleşik mücadelesi!
  1 Mayıs'ın güncel önemi
  14 Nisan eylemlerinin gösterdiklenri...
  Sınıf ve kitle hareketi
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/3
  Ankara Öncü İşçi Platformu kuruldu!
  1 Mayıs'ta alanlara!
  Kamu TİS'leri
  Gençlik
  İdealler, uğruna mücadele edildiği zaman anlamlıdır
  Ankara'dan bir grup işçi ve emekçiden insanlığa çağrı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Direnişin en kritik safhası

Emperyalist efendilere şükran, “piyasalara güven”...

Ülkenin göstermelik başbakanı kendi meclis grubunun kürsüsünden konuşuyor. “Başkan Bush’un” kendisini bizzat aradığını, kriz karşısında Türkiye’ye desteklerinin tam olduğunu, bu konuda ABD olarak üzerlerine düşeni yapacaklarını bildirdiğini söylüyor. Sözlerine Dünya Bankası Başkanı’nın kendisine bizzat yazdığı ve ABD Başkanı’na paralel bir destek tutumunu ifade ettiği “uzun mektup”la devam ediyor. Bir gün önce çevrilmiş bazı bölümleri basına dağıtılan bu mektuptan bir kez daha özetlemeler yapıyor. Daha bitmedi dercesine, konuşmasına, birkaç gün önce “gece geç bir saatte” kendisini bizzat arayan İMF Başkanı ile devam ediyor.
Göstermelik başbakan bütün bunları kendini hissettirmeye çalışan bir sahte güven duygusu ve heyecanlı ses tonuyla aktarıyor. Doğal olarak, ABD, Dünya Bankası ve İMF’nin, her biri kendi konumunda bugünün dünyasına hükmeden bu üç emperyalist güç odağının başkanlarının kendisini neden bizzat aramak ya da kendisine bizzat yazmak yoluna gittiklerine, bu cömert davranışların gerisinde hangi bedellerin ve ödünlerin olduğundan sözetmiyor. Bütün bunların gerçekte ne anlama geldiğine açıklık getirmiyor; elleri her zaman sıkı, davranışları ve sözleri hesaplı bu sıra sıra başkanların, Türkiye’ye ve Türkiye’nin emekçilerine ne türden bir siyasal ve ekonomik fatura karşılığında bu alicenaplığı gösterdiklerini es geçiyor. Sadık bir ABD uşağı ve uysal bir İMF memuru olarak o yalnızca bütün bunlaran ne kadar memnun olduğunu ortaya koyuyor. Dünyanın egemenlerinin ve egemen karar merkezlerinin krizde ve iflastaki Türkiye’nin arkasında olduğunu vurgulayarak, güya böylece “piyasalara güven” telkin ediyor.

Emperyalizmin ve siyonizmin verdiği
desteğin karanlık faturası

OysaBaşbakan, ABD Başkanının kendisini, tam da; birkaç gün önce özel bir bileşimle toplanan ve kendisini çevreleyen bunalım bölgesi içinde, özellikle de “Ortadoğu ve Avrasya’daki çıkar ve ihtiyaçları çerçevesinde” (ifade aynen, bir başka Dünya Bankası görevlisi olan ve Derviş destekçisi olarak şu sıra sık sık televizyonlarda konuşturulan 12 Mart bakanı Atilla Karaosmanoğlu’na aittir) Türkiye’yi de ele alan Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısının hemen sonrasında aradığını da söyleyebilirdi. Ya da Başbakan, İMF Başkanı’nın bir gece yarısı kendisini beklenmedik bir biçimde ararken, bunu tam da üç temel soru sormak ve sorularına basının ifadesiyle “net yanıtlar” almak üzere yaptığını hatırlatabilir; bir kuruluşun başkanının bir ülkenin başbakanıyla bu tarzda bir ilişki kurmasının ne anlama geldiği üzerie de bir şeyler söyleyebilirdi.

Ya da aynı konuşmasına; resmi olarak “Manavgat suyu projesi”, medya tarafından ise adeta kriz içerisindeki Türkiye’ye politik ve moral destek içinmiş gibi sunulan, fakat İsrail’e dönmesinin hemen ardından (Suriye radarlarının bombalanması ve özerk Filistin bölgelerinin işgaliyle) içyüzü net olarak ortaya çıkan Şimon Perez’in bir hafta önceki ziyaretiyle de devam edebilirdi. Nitekim bunun hemen sonrasında, “ABD’deki en etkili Yahudi lobisi”nin Başkan Bush’a özel bir mektup yazarak, “Türkiye’ye destek çağrısı” yaptığını da ekleyebilirdi tüm bunlara. Hazır Türkiye’ye sunulan cömert desteklerin dökümü yapılıyorken...

Devrimcilere bitmez tükenmez kin

Ama ABD emperyalizminin bu gönüllü uşağı, İMF ve Dünya Bankası’nın bu iradesiz ve itaatkâr memuru, aynı konuşmasını bunlar üzerinden değil başka fakat bir konu, bir kez daha toplum gündemine oturan zindan direnişi üzerinden sürdürüyor. İMF Başkanı tarafından gece yarısı sorgulanmak üzere aranabilen, ABD Büyükelçisi’nin özel konutunda kabul edilmeyi kabullenecek kadar onursuzlaşan ve böylece bu ülkenin ulusal onurunu ayaklar altına alan bu bunak ihtiyar, emperyalist ağababalarına şükranlarını bildiren bu aynı konuşmasına, devrimcilere duyduğu bitmez tükenmez kini bir kez daha dışa vurarak devam ediyor. Ulucanlar’dan 19 Aralık’a kadar sayısız devrimcinin toplu katliamında imzası olan bu kanlı katil, kontracı Mehmet Ağar’ın bu “cezaevi fatihi”, bu sahte kahraman, aynı konuşmada devrimcileri insanları ölüme sürükleyen “zalimler” olarak niteleyecek kadar arsızlaşabiliyor.

Bütün bunları anlaşılır buluyoruz; ülkenin tepesinde başbakan yaftalı bir kukla olarak duran bu zavallıyı, onu şu günlerde yeniden bunaltan sıkıntıyı çok iyi anlıyoruz. Emperyalist şeflere şükran bildirerek başlayan, “piyasalara güven” telkin ederek ilerleyen bir konuşmanın, hemen ardından devrimcilere karşı kin ve husumet kusan sözlere bağlanması, anlaşılır olmaktan öteye son derece açıklayıcıdır da. Konuşmanın kendisinde bu açıdan mantıksal bir bütünlük var.
Bu aynı kanlı katil, daha üçbuçuk ay önce, 19 Aralık katliamının hemen ardından verdiği yeni yıl demecinde, “geleceğe umutla baktığını” söylüyordu ve “bu cezaevi sorununun çözülmüş olması”nı bunu iki temel nedeninden biri sayıyordu. Oysa bugün o aynı “cezaevi sorunu”, onun ve onunla birlikte ülkeyi yönetenlerin beynine ve omuzlarına, kahredici bir kabus gibi yeniden çökmüş bulunuyor. Bir kez daha kusulan kinin gerisinde tam da bu var. ABD, İMF ve Dünya Bankası başkanlarının verdiği desteği gölgeleyen, bu hesap dışı, inanılması ve anlaşılması güç gelişme var.

Devrimcilerin onur tablosu gözler önündedir

Bugün tablo dostun ve düşmanın, Türkiye’nin ve tüm dünyanın gözleri önündedir. Ve gerçekten sarsıcı, devrim davası ve tüm gerçek devrimciler payına gerçekten onurlandırıcıdır. 6 aylık akıl almaz bir direncin, inadın ve sabrın ardından ve kanlı katliamlara, sistematik işkencelere ve suskunluk fesadına rağmen, tüm bu engelleri bir bir çiğneyerek, kendi öz gücü ve kararlılığıyla, zindan direnişi bir kez daha kendini tüm toplumun gündemine sokmuş, dahası yarattığı manevi-siyasi ağırlık bakımından bu gündemin başköşesine oturtmuş bulunmaktadır. Yaşanan ve öteki herşeyi önemsizleştirip gölgede bırakan ağır ekonomik krize rağmen bu böyle olabilmiştir. Katliamdan bu yana geçen aylar içinde soruna tek satır ya da tek cümle olarak yer vermeyen katliam borazancısı medya, artık onu günlük haberden de ötee, yerine göre manşet bile yapabiliyor. Aynı gelişme, katliama zımnen destek veren, katliamın ardından aylar boyu susan emperyalist dünya ve medya payına da geçerlidir. Suskunluk fesadı salt ülke çapında değil, dünya ölçüsünde kırılmıştır.

Türkiye’nin kanlı rejimi F tipi tabutluklardan bir bir çıkan tabutların ağırlığını taşımakta giderek zorlanıyor. Bu ülkedeki her türlü baskı, sömürü ve zulmün, emekçilere karşı kanlı ve kirli oyunların baş sorumlularından olan TÜSİAD oligarklarının bile resmi bir açıklamayla acil çözüm istemeleri de bunu gösteriyor.

Sorun gündeme girmekten öteye, artık daha fazla geciktirilemez çözümünü de zorluyor.

Devlet bir kez daha kirli oyunlar peşinde

Fakat devrimciler payına en güç ve kritik döneme tam da şimdi girilmiştir.

Bu salt ölümlerin çoğalması ve dönülmez sakatlıkların hızla kitleselleşmesinden dolayı da değildir. Bunlar bedeldir ve gerektiği ölçüde ödenecektir; devrimciler bunu beyan ederek yola çıkmışlardır ve 6 aylık direnişin toplam bilançosu içerisinde bunu yeterince kanıtlamışlardır.

Dönemin kritik niteliği asıl olarak, her türlü oyunun ve aldatmanın bir kez daha devreye sokulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Devlet devrimcileri oyuna getirerek ve göz boyayıcı bazı adımlarla kitleleri ve kamuouyunu aldatmaya çalışarak, 6 aylık bir direnişi ve bunca ağır bedeli boşa çıkarmak, hiç değilse önemsiz bir takım tavizlerle geçiştirmek hesabındadır. Onun mutlak ve değişmez hesabı ve tutumu budur. Devrimciler bu konuda en ufak bir hayale kapılmamalı, hiçbir biçimde gevşememeli, kolayından sorun çözüldü, çözülüyor havasına girmemelidirler.

Reformist sol bu kez sorumlu
davranmak zorundadır

Daha da kötü olan ve samimiyet perdesi altında yapıldığı ölçüde daha da tehlikeli olan ise, reformist sol çevreler ile bazı ilerici kuruluşların devletin kirli oyunlarını kolaylaştıran tutumları ve girişimleridir. Benzer davranışlarla onlar 19 Aralık vahşetinin hemen öncesinde de sahneye çıkmışlar ve katliamın bu denli pervasızca sahnelenmesinde hiç önemsiz olmayan siyasal ve manevi bir meşum rol oynamışlardı. Şimdi benzer tutumlarla yine sahnedeler. Katliamı izleyen aylar boyunca süren suskunluklarını, bir kez daha direnişçileri direnişi bırakmaya çağıran utanç verici bir bildiriyle bozdular. Ve sergiledikleri tutumlar, yaptıkları açıklamalar, bir kez daha devletin yeni kirli oyunlarını kolaylaştırmakta, devrimcilerin işini zorlaştırmakta, ödenecek bedelleri büyütecek zemini döşemektedir.

Bu çevreler katkılarını, devleti direnişçileri doğrudan muhatap almaya ve meşru taleplerini kabul etmeye zorlamak yönünde kullanacaklarına, direnişçileri muhatap olmaktan çıkaran, onların iznini ve onayını almaksızın temel taleplerini önemsiz bazı tavizlere indirgeyen bir yönde kullanıyorlar. Devlete en büyük hizmeti buradan yapıyorlar ve direnişe en büyük zararı da buradan veriyorlar. Öznel niyetleri ne olursa olsun, tutum ve davranışlarının nesnel sonucu bu olmaktadır. Tüm belirtiler, bu çevrelerin 19 Aralık öncesinde oynadıkları meşum rolden bir sonuç çıkarmadıklarını göstermektedir..

Muhatap direnişçi devrimcilerdir!

Devrimciler herkesin desteğini, direnişin zaferini kolaylaştıracak en küçük bir siyasal ve pratik katkıyı elbetteki önemserler ve memnuniyetle karşılarlar. Fakat bu destek ve katkılar direnişin amacına mutlak biçimde hizmet etmek zorundadır.

Çözümü hızlandırmak ve kolaylaştırmak için herkesin yapabileceği en temel katkı, devleti direnişçileri doğrudan muhatap almayı kabul etmeye ve taleplerini bizzat kendileriyle görüşmeye zorlamak olmalıdır. Bunun dışındaki her çaba, devletin şu sıra yeniden sahnelediği kirli manevralara dolgu malzemesi olmaktan öte bir işe yaramaz. Direnişi zora sokar, bedelleri çoğaltır ve devleti kanlı bir toplu müdahale doğrultusunda cesaretlendirir. Herkes bunu bilmek ve buna uygun davranmak zorundadır.

SY Kızıl Bayrak