İçindekiler:

29 Kasım 2023
Sayı: KB 2023/19

İnsanca bir yaşam için örgütlü mücadeleye!
Yargı krizi mi dinci-faşist rejimi tahkim etme manevrası mı?
Rejimin krizi derinleşiyor!
AKP-MHP iktidarının çimentosu: Sahtekarlık
Tayyip Erdoğan-Olaf Scholz görüşmesi.
Ülke "Avrupa'nın çöplüğü" haline getirildi
"Bir bebekten katil yaratan karanlık!"
İşçilere vergi yükü, kapitalistlere af!
Kartal'da "Artık yeter mitingi"
Sendika ağaları sus pus
25 Kasım eylemleri.
İllerde 25 Kasım
Zor dönemin bilinciyle devrime hazırlanıyoruz
Sınıfın ve devrimin partisi 25. yılında!
Basel'de TKİP'nin 25. yıl etkinliği
Engels ve anti-semitizme karşı mücadele
Friedrich Engels'i anma davasında yargı skandalı
Emperyalist-siyonist barbarlığın Şifa Hastanesi "zaferi"
Dünyada Filistin'le dayanışma eylemleri
Şi Cinping'in ABD ziyaretinden geriye kalanlar!
ABD ve Batı'nın "ulusal güvenliği"ve Siyonistlere desteği
Dünyada 25 Kasım eylemleri
Parasız, nitelikli, ulaşılabilir barınma haktır!
Söz, yetki, karar üniversite bileşenlerine
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Yargı krizi mi, rejimi tahkim manevrası mı?

E. Bahri

 

Geçerli anayasayı ayaklar altında alan AKP-MHP rejimi, Antakya’da Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili seçilen Can Atalay’ı 14 Mayıs’tan beri zindanda rehin tutuyor. Yapılan başvuru üzerine durumu değerlendiren Anayasa Mahkemesi (AYM), aylar sonra “hak ihlali” kararı aldı. Buna göre Atalay’ın derhal serbest bırakılması gerekiyordu. Ancak dinci-faşist rejimde yargı süreçleri farklı işliyor. Atalay’ı serbest bırakması gerekenler saraydan gelecek talimatı beklediler. AYM’ye saldıran Yargıtay 3. Dairesi’nin “yargı darbesi” yapması, rejimin tepesindeki Erdoğan’ın eğilimini ortaya koydu.

Saray rejiminin Yargıtay aparatını kullanarak giriştiği küstahça saldırı farklı kesimler tarafından tepkiyle karşılandı. CHP’nin yeni lideri Özgür Özel de “sert” tepki gösterdi ve darbeye karşı halkı direnmeye çağırdı. Ancak CHP’nin somut tepkisi bazı milletvekillerinin Meclisi terk etmeme eyleminden ibaret kaldı. Atalay’ın partisi TİP eylemlere devam etti. “Yargıtay’ın küstahlığına karşı avukatlar Meclise yürüdü, emek ve demokrasi güçleri bazı eylemler gerçekleştirdi, ÇHD gibi meslek örgütleri sokağa çıkarak tepki gösterdi, barolar ise “darbeci” Yargıtay üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu…

Bu sınırlarda kalan tepkiler saray rejimini rahatsız etse de dikkate alınmadı, Atalay halen zindanda rehin tutuluyor.

 Rejim “yargı krizi” oyununu sahneye sürdü

Sık sık Haziran Direnişi’ne histerik bir kinle saldıran AKP şefi Erdoğan, sahneye çıkıp “yargı darbesi” yapan Yargıtay 3. Dairesi’yle aynı hendekte durduğunu ilan etti. Bu açıklamanın ardından Adalet Bakanı da dahil olmak üzere AKP’den AYM’ye saldıran açıklamalar yapılmaya başladı. Oysa AYM’nin tüm üyeleri de saray rejimi tarafından atanmıştı. Taarruza geçen dinci-faşist rejimin tetikçi medyası da namluları AYM’ye çevirdi. Nadiren de olsa anayasaya uygun kararlar alan AYM, rejimin aparatları tarafından düşman ilan edildi. Zira rejim de kullandığı aparatlar da hukuk, yasa, kural tanımak gibi “yüklerden” azadeler. “Yüce despot” ne derse yasa odur bu zihniyete göre. Nitekim Can Atalay’ın aylardan beri rehin tutulması, “yüce despot hukuku” ve icraatları hakkında somut bir fikir veriyor.

Sarayın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “yargı darbesi” sonrasında gelişen tepkileri saptırmak için Yargıtay ile AYM arasında “yetki karmaşası” olduğunu iddia etti. Bu sahte iddiaya dayanarak “yargı krizi” söylemleri piyasaya sürüldü. Bu sahtekarlığın bir yere kadar tuttuğu görülüyor. Zira son günlerde “yargı krizi” tartışılmaya başladı. Oysa ortada öyle bir şey yok. Esas sorun rejimin kendi yasalarını pervasızca ayaklar altına almasıdır.

Geçerli anayasaya göre AYM kararları bağlayıcıdır. Ancak karara uymak istemeyen rejimi, Yargıtay’ı kullanarak karara takoz koydu. Zira sarayın talimatı o yöndeydi.  Yani ortada yetki karmaşası değil, sarayın aparatı olarak sahaya sürülen Yargıtay 3. Dairesi’nin giriştiği küstahça bir teşebbüs var. Atalay’ın serbest bırakılmasını engelleyen AKP şefi saldırganların arkasında durmuş, bundan vazife çıkaranlar da AYM’ye karşı linç kampanyası başlatmıştır. Yani dinci-faşist rejimin kendi yasalarını ayaklar altına alarak giriştiği pervasız bir saldırı vardır. Olan bir “yargı krizi” değil, rejimin zorbalık gösterisi var. Olay bu kadar açıktır.

Bu noktada devreye giren faşist partinin şefi Devlet Bahçeli, daha önce de dile getirdiği talebini yineledi: AYM ortadan kaldırılmalı ya da yapısı değiştirilmeli.

AYM üyelerini AKP-MHP rejimi atamıştır. Ancak bu faşist zihniyete göre AYM üyeleri Kandil’den gelmiştir. Tek işleri devlete karşı faaliyet göstermek ve teröristlere hizmet etmektir. İktidar ortağı olan birinin bu tür laflar etmesi deli saçması gibi birşey. Ancak bunlar rastgele edilmiş sözler değil. Dinci-faşist rejimin güdük, işlevi asgariye indirilmiş bir hukuka bile tahammül etmek istediğini gözler önüne seriyor. Her yönüyle açık faşist bir rejime duyulan özlemi anlatıyorlar.  

“Yargı darbesi”nden “yeni anayasa” tartışması başlatma sinsiliği

Dinci-faşist rejimin “temcit pilavı” gibi iki de bir ortalığa sürdüğü konulardan biri de anayasa değişikliği tartışmalarıdır. 20 yıldır bu konuyu ısıtıp duruyorlar. Yargıtay aparatını kullanarak Atalay’ın serbest bırakılmasına engel olan Tayyip Erdoğan birkez daha “yeni anayasa” laflarını piyasaya sürdü. AKP şefleri ile saray tetikçisi medya hemen durumdan vazife çıkarıp konuyu gündemde tutmaya başladılar.

Geçmişte 12 Eylül askeri faşist darbesinin anayasasından kurtulmak istedikleri yalanını piyasaya sürerek tartışma açıyorlardı. Oysa kendileri o darbenin ürünüydüler ve baş cellat Kenan Evren’e hep sadık kaldılar. Hal böyleyken bazı ahmak liberaller “darbe anayasasından kurtulacağız” diyerek AKP’nin şakşakçılığını yapıyordu. Oysa her tartışmanın ardından rejim daha faşizan bir niteliğe büründü. AKP-MHP rejimi kendi anayasasını 2016’da kazanmadığı referanduma dayanarak yürürlüğe koymuştu. Ancak rejimin kendi anayasasına uymak gibi bir derdi olmadı. Zira şekilsel de olsa, “hukuka uygun” hareket etmek bu rejimin fıtratına aykırıdır. Atalay olayında görüldüğü gibi, kendi anayasalarına “paçavra” muamelesi yapıyorlar. Gelinen aşamada ise suç işlemekle kalmıyor, suçlarını daha faşizan bir anayasa tartışması başlatmanın fırsatı olarak da görüyorlar. Sinsilik/riyakarlık abidesi olan bu zorba zihniyetin temsilcileri, düzen muhalefetine de çağrı yaparak bir “anayasa tartışması panayırı” açmak istiyor. Düzen muhalefetinin şefleri “yargı darbesi”nin sorumlularından hesap mı soracak, “anayasa tartışmaları panayırı” çimlerinde takla mı atacaklar? Bu durum önümüzdeki günlerde netleşecek.

Yalan ve riyakarlıkla kitleleri aldatmanın “başarılı yönetme biçimi” diye övüldüğü, sahtekarlık ve zorbalığın “politikada ustalık” kabul edildiği bu kokuşmuş sistemde suç işleyenlerin yeni anayasa tartışmaları başlatmaları da artık şaşırtıcı sayılmıyor.

Elbette dertleri anayasa filan değil. Devlet Bahçeli’nin yukarıda andığımız sözleri, ülkeyi ve emekçileri nasıl bir rejimle yönetmek istediklerini net bir şekilde anlatıyor. Düzenin kurumlar ya da siyasi figürlerinin buna karşı durması beklenmiyor. Sorun, emekçilerin kendilerine sefalet, çocuklarına karanlık bir gelecek dayatan bu kokuşmuş rejime karşı nasıl bir direniş geliştirecekleri noktasında düğümleniyor.