İçindekiler:

25 Ekim 2023
Sayı: KB 2023/17

Filistin halkıyla eylemli dayanışmayı büyütelim!
İşgale direnen Filistin halkının yanındayız!
Filistin direnişinden Siyonist rejime darbe!
AKP ile Siyonist İsrail arasındaki dostluk
Siyonistlerin Gazze Barbarlığı sürüyor
Gazze'yi yıkım savaşı sürüyor
BDSP'den Filistin Direnişi semineri
Dört bir yanda Filistin halkıyla dayanışma eylemleri
Kürt halkına ve hareketine karşı yeni bir savaş ilanı
Erdoğan iktidarı IMF'den alkış aldı
İşçilerin payına sefalet düştü
Filistin Sorunu ve Direniş'in sorunları
Gazze'nin aynasında Batılı emperyalistler
İsrail bir apartheid ve terör devletidir!
Çözülmesi engellenen Filistin sorunu
"Geçmişiyle hesaplaşan" Almanlar yol ayrımında
Kralların sarayında atılan manşetlerin "özgürlüğü!"
Kahire Zirvesi gerçekleştirildi
Almanya Filistin eylemlerini yasaklıyor!
Dünyada dayanışma eylemleri
Yurtdışında 25. yıl gecesine çağrı
Kuşak ve Yol Girişimi Uluslararası İşbirliği Zirvesi
Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Almanya-İsrail-Filistin üçgeni;

“Geçmişiyle hesaplaşan” Almanlar yol ayrımında

 

7 Ekim’den beri tüm vahşetiyle dünyanın gözü önünde devam eden, binlerce kişinin ölümüne neden olan, Ortadoğu’yu tam anlamıyla kan gölüne çeviren İsrail saldırıları sonrası Almanya’da Filistin kimliği “antisemitizmin göstergesi” muamelesi görmeye başladı. Almanya Avrupa’nın en büyük Filistin topluluğuna ev sahipliği yapmasına rağmen Filistinliler kendilerini nadiren ifade etme şansı buluyor. Buna rağmen büyük bir düşmanlık ve ırkçılıkla karşı karşıya kalıyorlar. İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçlarına ise tam destek veriliyor.

Günümüzde “modern Almanlığın özü” Anti-Semitizme karşı özel bir hassasiyetten oluşuyor. Alman Emperyalizmi göçmenlerin ve azınlıkların da Holokost faillerinin bu mirasını kabul etmelerini ve taşımalarını bekliyor. Eğer bunu yapmazlarsa, bu onların Almanya’ya ait olmadıklarının kanıtı olarak değerlendiriliyor.

Dünya, Holokost’la mücadelesinden dolayı Alman emperyalistlerini övgüye boğuyor. Ancak “geçmişle hesaplaşmak” bir dışlama aracı haline geldi. Tarihiyle gerçek bir yüzleşme hiçbir zaman gerçekleştirmeyen Alman emperyalistleri tam tersine, suçlarının üstünü örtme yoluna gittiler. 1970’te dönemin Almanya Başbakanı Willy Brandt’ın Varşova’da diz çöküp ülkesi adına af dilediği görüntüler dünya gündeminde büyük yankı uyandırmıştı. Fakat biliyoruz ki ne o ne de emperyalist Alman sistemi hiçbir zaman soykırımın gerçek suçlularını cezalandırma yoluna gitmedi!

Berlin duvarının yıkılmasından sonra ise “ulusal kimlik” oluşturma arzusu güçlendi. Bu yönelime giren Almanya’nın göçmen nüfusuna, özellikle de Araplara ve Müslümanlara karşı olması pek de şaşırtıcı değil. Irak, Suriye savaşından sonra Orta Doğu’dan gelen mültecilerin sayısı arttıkça onlara yönelik aşırı sağcı şiddet de arttı. Hanau’da gerçekleştirilen katliam bunun en taze örneği. Alman fail dokuz göçmeni öldürerek “aramızdaki diğer etnik grupların, ırkların ve kültürlerin tamamen yok edildiğini” söyledi! 

Alman devleti bu tür saldırıları açık bir dille kınıyor ancak çoğunlukla olayların üstünü örtüyor. “Beyaz olmayan diğerleri”nin son derece kısıtlayıcı ve baskıcı koşullar altında bir siyasi topluluğun parçası olmasına izin veriyor. Baskılar ise bu siyasi toplulukların sesini boğuyor. Tıpkı Berlin polisini, “Yahudi karşıtlığı kaygısı” adı altında, Filistinli mahkumlarla dayanışma ve Filistinlilerin Siyonist çeteler tarafından katledilmesi ve sınır dışı edilmesini anlatan Nakba’nın anısına, her türlü gösteriyi önceden yasaklamasında olduğu gibi. Bu da yetmiyormuş gibi Filistin halkı için kültürel bir sembol olan  “Keffiyeh” takan veya Filistin bayrağı taşıyanları terörize ederek tutukladı. Alman devletinin bu tavrı, İsrail’in Filistin bayrağına yönelik acımasız ırkçı baskılarını hatırlatıyor. Ayrıca Alman emperyalizmi iç politikada Yahudiliği bir “yaşam tarzına” indirgerken, Filistinli olmayı ise “terörist” olarak damgalayıp baskı altında tutuyor. Her iki şekilde bu toplumların kontrol edilmesi gerektiği seklindeki tavrını devam ettiriyor. Yani bu, “biz izin verdiğimiz kadar varsınız“ anlamına geliyor.

Alman emperyalizminin sergilediği “gösterişli antisemitizm tavırları” gerçek bir yüzleşmenin üstünü örtüyor. Tarihi suçlulukları ve utançlarıyla baş etme yöntemleriyle Yahudi toplumunu kucaklaması kendi imajını güçlendirirken bedelini Filistin nezdinde Ortadoğu halklarına ödetiyor. Bunun sonucu olarak tüm Filistin halkı “terörist” olarak damgalanıp “Yahudi aleyhtarı” ilan ediliyor. “Yeni bir düşman” yaratan iktidar, bunu “tüm sorunların kaynağı” diye topluma propaganda edip nefret söylemini yaygınlaştırıyor.

Oysa ki Almanya’da Yahudi karşıtlığı sağdan geliyor ve bu kadar şiddetli Yahudi düşmanlığı yapan başka bir grup da yok. AfD hâlâ Federal Meclis’te bulunuyor ve burada Holokost’un anılmasının kısıtlanması talebiyle siyaset sahnesinde yer alıyor. Ayrıca birçok devlet kurumunda özellikle Poliste, Alman ordusu Bundeswehr’de ve gizli servislerde giderek daha fazla aşırı sağcı, faşist grupların olduğu biliniyor. Buna rağmen anti-semitizimin “kahraman bekçileri” pek endişeli görünmüyor. Pişkin politikacılar göçmenlerin Ortadoğu’dan getirdikleri “ithal anti-semitizim” demagojisini piyasaya sürerek hedef şaşırtıyor ve Alman sisteminin ürettiği anti-semitizim sorununu Ortadoğu kökenli bu azınlığa yüklüyor! Son dönemde ortaya çıktığı şekliyle Almanya özel bir anti-semitizim performansı sergileyerek aidiyetini belli bir biçimde ortaya koyuyor. Irkçı geçmişini sözde reddedip gerçekte ise devam etmesini sağlıyor.

Bu politikalar gösteriyor ki: Almanya’nın Holokost’tan sonraki misyonu ırkçılık ve şiddete karşı daha geniş bir mücadelede değil! Almanya Başbakanı Olaf Scholz (SPD) Ukrayna’da savaşın başlamasının ardından yaptığı “Zeitwende/Dönüm noktası» konuşmasında Alman dış ve güvenlik politikalarında değişiklik sözü vermiş ve her şeyden önce Bundeswehr’in kitlesel silahlandırılmasını başlatmıştı. Almanya’nın Avrupa’nın açık ara en güçlü silahlı kuvvetlerine sahip olacağını defalarca tekrarladı.

Scholz’un 2022’de meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı: “Bir dönüm noktası yaşıyoruz. Bu şu anlama gelir: Bundan sonraki dünya artık eski dünyayla aynı değil. Esas soru gücün kanunları çiğneyip çiğneyemeyeceği sorusuyla ilgili!”

Bugün görüyoruz ki bahsettiği “yeni dönem” kendi çıkarları için yasaların, insan hakları sözleşmelerinin, Birleşmiş Milletler kararlarının hiçe sayılması ile karakterize oluyor. Scholz’un sözünü ettiği “yeni dönemde” işgalci İsrail ordusunun hastane bombalayıp 500’e yakın kişiyi öldürmesi “kendini savunma hakkı” olarak görülüyor. Yeni güç olma yolunda ilerleyen Scholz yönetimi, Siyonist İsrail Devleti›ne somut sadakat ve kayıtsız şartsız destek sunuyor. Alman hükümeti “geçmişiyle hesaplaşma” adı altında silahlanma ve militarizme ağırlık vermeye başladığı bir yol ayrımına girmiş görünüyor. 

Z. Rosa