İçindekiler:

15 Ağustos 2023
Sayı: KB 2023/13

Haklar ve özgürlükler mücadelesini büyütelim!
Emekçiye düşman ekonomi programlarına devam!
Mızrak çuvala sığmıyor!
Enflasyon tahminleri
Diyanet
Direne direne kazanacağız!
Çürümüş rejim yıkılmayı bekliyor
Sendika başkanlarından "Saray gezisi"
Metal işçileri insanca yaşamak istiyor!
İşçi ve emekçi eylemlerinden...
100 işçiden 85'i sendikasız
Bir verip iki alıyorlar
Tarihsel temelleriyle Türkiye'de dinsel gericilik
Nijer'de askeri darbe ve tepkiler
ABD Basra Körfezi'nde gerilimi tırmandırıyor!
ABD-İngiltere suç ortaklığı
Dünyada grev ve eylemler
Emperyalizm insanlığın düşmanıdır
Wuppertal'da coşkulu Engels anması
"48 Filistinlileri" Siyonist hükümeti protesto ediyor
"Felaket toplulukları" ve 6 Şubat depremleri
Çocuk istismarcılarına "af" hazırlığı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Enflasyon tahminleri ve emekçilere yansıması

 

Saray rejiminin şefi yeniden “yastık altı” çağrısı yaptı. Rejim israfta sınır tanımazken (son hesaplamalara göre sadece 1100 odalı Saray’ın günlük harcamaları 22 milyon TL’ye ulaştı) utanmadan sefalete mahkum ettiği emekçilere tasarruf çağrıları yapıyor. Şu dönemde “tasarruf çağrıları” yapılması tesadüf değil. Seçimlerde “yüksek refah” vaat eden bu kokuşmuş rejim, bu çağrılarla “Boğazınızı biraz daha sıkacağız. Hazır olun!” mesajları veriyor. Nitekim her çağrının ardından daha derin bir sefalet ve ağırlaşan çalışma koşulları dayatılıyor. Asgari ücret görüşmelerinde emekçileri “Enflasyona ezdirmedik” propagandası yapılırken, ücretlere yapılan zam kısa sürede eridi, ilk günden açlık sınırının altında kaldı. Hal böyleyken yağma/talan düzeninin yarattığı bütçe açıklarına çare bulamayan Erdoğan ek bütçeyi torba yasayla Meclis’ten geçirdi.

***

“Sarayın yalan aparatı” olarak çalışan TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranı Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan tarafından 27 Temmuz’da revize edildi. 28 Temmuz’da ise PPK’da yer alan üç başkan yardımcısı görevden alındı. Merkez Bankası başkan yardımcılığı kadrolarında yapılan değişiklikler bazı kesimlerde “mutluluk” yarattı. İngiliz vatandaşı “yerli/milli” Mehmet Şimşek’in göreve getirildiğinde de benzer bir “mutluluk” tablosu yaratılmak istenmişti. Oysa yaşananın göz boyamadan ibaret olduğu kısa sürede açığa çıktı.

27 Temmuz’da açıklanan enflasyon raporu toplantısında, enflasyon beklenti oranı arttırıldı ancak politika faizi yüzde 17.5’te bırakıldı. Buna göre enflasyon yıl sonunda %22.3 değil, %58 olacak. Oysa rejim yanlısı olmayan ekonomistler, enflasyonun şimdiden %100’ü aştığını hesaplıyorlar. Yıl sonu tahminleri ise %120-130 arasındadır. Bunların yanı sıra KDV, ÖTV ve MTV ile harçlar arttırılarak emekçilerin sırtına ek yükler bindirildi. Geçtiğimiz 13 Temmuz’da Kur Korumalı Mevduata yüzde 15 “zorunlu karşılık” uygulanması kararı alındı ve bu rakam 2.962 milyar TL’ye ulaştı. Bu ise piyasadan 450 milyar TL çekilmesi anlamına geliyor. Seçim öncesi izlenen politikadan dolayı dövize yöneliş arttı. “Zorunlu karşılık” adımı, bu yönelimin yarattığı açığı kapatmaya dönük bir hamle olarak okunabilir. Enflasyonun artmasını engellemek amacıyla devreye sokulan bu politikaların emekçilere dönük karşılığı ise işsizliğin artması ve sömürünün daha da yoğunlaşması olacaktır. Buna karşın enflasyon artışının durdurulacağının ise hiçbir garantisi yoktur.

Yağma/talan rejimi boşalttığı hazineye para koymak ve yabancı sermayeye güven vermek için emekçileri koyu bir sefalete mahkum eden pervasız politikaları devreye sokuyor. ENAG’ın açıklamalarına göre Türkiye 2020 yılından beri hiperenflasyon dönemi yaşıyor.

Saray rejiminin uyguladığı yüksek oranlı faiz artışından iki sonuç bekleniyordu: Biri “iç talebi kısmak” diğeri ise “sermaye girişlerini” sağlamak. Vergileri arttırıp alım gücünü sınırlamak ve Körfez turuyla yapılan anlaşmalarla bu sonuçlara ulaşmak hedeflendi. Enflasyon açıklamalarında söylenenlerin emekçilere yansıması şu şekildedir: Ücretlerin düşürülmesi, kredili mevduat hesaplarında faizlerin yükseltilmesi, zamlar, vergi artışları, ek vergiler, diğer bir ifade ile reel alım gücünün sürekli düşmesi. Bu arada emekçilerin alım gücünün düşürülmesiyle zamların duracağı iddiası da koca bir yalan. Zira yıllardan beri emekçilerin alım gücü düşerken, zam yağmuru devam ediyor.

Döviz kurlarının yükselmesi ve akaryakıta yapılan zamlar ile iğneden ipliğe her şeyin fiyatı yükselmeye devam ediyor. Emekçiler yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında ezilmiş durumda. Yeni zam ve oransal artışlar, cari açığın yükselmesi, artan vergiler, yükselen kur ve Körfez ülkelerine ziyaretler ile atılan “toparlanma adımları” talan ekonomisini bataklıktan çıkarmaya yetmedi.  

Saray rejimi, batırdığı ekonominin bataklıktan çıkarılmasının tüm faturasına işçi ve emekçilere ödetmek istiyor. Bundan dolayı pervasızlıkta sınır tanımayan icraatlara imza atıyor. Bunu önlemenin tek yolu işçi sınıfının örgütlü mücadeleyi yükseltmesidir. Aksi takdirde AKP-MHP rejimi “boğaz sıkma” politikasını agresif bir şekilde uygulamaya devam edecektir.

 

Yoksullaşan emekçiler endişeli

AKP-MHP rejiminin “yönetme ustalığı” doruğa ulaşmış görünüyor. Bunu on milyonlarca insanı koyu bir sefalete içine iterek gösterdikleri pervasızlıktan anlamak mümkün. Gençliğin hayallerini çalarken pişkin pişkin açıklamalar yapmalarından, ormanlarını savunan köylülerin önüne jandarma ve kolluk kuvvetleriyle barikat ördürüp ağaçları keserken takındıkları vurdumduymaz tutumdan görebiliyoruz. Depremzedelerin topraklarını gasp edip TOKİ’ye tahsis etmeleri ise “yok artık” dedirtecek bir ustalığın somut göstergelerinden biridir.

Bu türden “başarı hikayeleri” örneklerini çoğaltmak mümkün. Merkez Bankası rezervlerini eksiye düşürmek, hazineyi boşaltmak, asgari ücretle çalıştırmayı “olağan” hale getirmek, asgari ücreti açlık sınırının altına çekmek, kadın katillerine kalkan, çocuk tecavüzcüleriyle duygudaş olmak, ülkeyi mafya babalarının cenneti haline getirmek ve daha pek çok başka icraatları da “ustalığın” doruğunda olduklarını kanıtlıyor. 

Ustalıkta ulaştıkları düzeyin dolaysız yansıması olan icraatlarından toplumun geniş kesimlerinin olumsuz etkilenmesi umurlarında değil. Bu, aynı icraatları döne döne tekrarlamalarından da anlaşılıyor. Öte yandan, bu gidişattan büyük çıkar sağlayanlar da var. Bunlar, azınlık olan sermaye sınıfı ve Saray rejiminden nemalanan ya da onun çöplüğünden beslenenlerden ibarettir. Sefaletin içinde yüzerken de oy veren kesim olduğu sürece, bu azınlık ve Saray beslemeleri AKP-MHP rejimine yetiyor. Ne de olsa arkalarında batılı emperyalistler ve NATO’nun desteği de var. 

***

Bu kadar ucubeleşmiş bir rejimin birçok garabet üretmesi kaçınılmazdır. Rejimin dayatmalarına karşı örgütlü mücadelenin gelişmemesi ise toplumda belli bir çürüme yaratıyor. Zira bu rejim, ancak toplumun geniş kesimleri “biyolojik olarak hayatta kalma” sınırlarına çekilmiş bir “yaşam standardını” kabul ederse varlığını sürdürebilir. Farklı sebeplerden dolayı bunu sineye çeken toplum, Saray rejimi tarafından korku, endişe, gelecek belirsizliği kıskacına alınıp felç edilmek isteniyor. Bu hedefi tutturabildiği sürece, rejim kendi sefil varlığını güvenceye almış oluyor. Çürüme, iktidarı ve muhalefetiyle düzenin bünyesini baştan sona kapladığı için, kurulan bu “sapkınlık” rejimini ancak toplumsal bir isyan yıkabilir.

İsyan rüzgarlarının esmediği yerde korku ve endişenin sisli havası ortalığı kaplıyor. Bu durumda ise çoğunluk için gelecek, kuşku ve belirsizliklerle kaplı oluyor. Nitekim Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) son hazırladığı rapora göre “gıda, barınma, enerji ve borç” gibi temel ödemeleri yapabilmekten en çok endişe edenler Türkiye vatandaşlarıdır.

Yüksek enflasyon, zamlar ve reel gelirin “düzenli düşüşü” Saray rejiminin “yeni Türkiye’sinin trendi” olunca, toplumun büyük bir çoğunluğu en temel ödemeleri karşılamakta zorlanır hale geldi. Türkiye’de halkın yüzde 72’si gıda, barınma ve evlerde kullanılan enerji masraflarını karşılamaktan ve borç ödeme maliyetinin giderek artmasından endişeli. 27 ülke içinde Türkiye ilk sırada yer alırken bu ülkelerin ortalaması yüzde 47.

İşte bu tablo, kriz içindeki kapitalist sistem ile sermaye ve emperyalistler tarafından tercih edilen dinci-faşist rejiminin vaat ettiği “yeni Türkiye”nin nasıl olacağı hakkında somut bir fikir vermektedir.