İçindekiler:

14 Şubat 2022
Sayı: KB 2022/07

İnisiyatif, cüret, seferberlik
Sınıfın geleceği devrimin geleceğidir!
BDSP: Hakkımız olanı kazanalım!
IŞİD, saray rejimi
Soygun düzenine geçit yok!
AKP iktidarının trol ordusu
İşsizlik Fonu'nun yağması sürüyor
DEV TEKSTİL 2022 1. Genel Meclisi
İçimizde biriken öfke bir anda patladı
İşçi eylemleri dalga dalga yayılıyor
Marksizm ve sosyal-şovenizm / 5 - H. Fırat
Gerçek "ittifak" işçilerin birliğidir!
Davaya adanmış bir yaşam: Hüseyin Demir
Alman medyası savaş çığırtkanlığı yapıyor
Silah tekelleri AB'den "Yeşil Sertifika"...
Biden-Scholz görüşmesi
Dünyadan eylemler
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
Direniş kazanacak!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Dersim GKB’nin yiğit yoldaşı Hüseyin Demir’in anısına!..

Davaya adanmış bir yaşam!

Baki Duman

 

24 Ocak kararları ve devrimciler

12 Eylül’ün (1980) hemen öncesinde, Türkeş’in başında olduğu MHP’nin ve Erbakan yönetimindeki MSP’nin desteğiyle, Süleyman Demirel 3. Milliyetçi Cephe Hükümeti’ni kurmuştu. Söz konusu sermaye hükümetinin ekonomik programı 24 Ocak Kararları olmuştu. Bu dizginsiz ve sınırsız bir sömürü dönemi başlatmak demekti. Dönemin devrimci hareketi ile devrimci işçi ve halk hareketi bu programın Ocak 1980- Eylül 1980 arasında uygulanmasını engellediler. 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbeden sonra program ağır faşist zulüm altında uygulanmaya konuldu. O günden sonra Türkiye sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi, toplumsal ve kültürel açılardan köklü bir biçimde dönüştürüldü.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin 12 Eylül 1980 sonrasında yaptığı açıklamada “Bugüne kadar hep işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” demişti. 1980 12 Eylül’ünden bugüne hep onlar güldü.

12 Eylül cuntasının şefi faşist Kenan Evren 7 Ocak 1991’de yaptığı bir açıklamada, “Eğer 24 Ocak Kararları’nın arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir” demişti.

 Bu meyvelerin ne olduğunu biliyoruz. Köklü değişiklik işçi sınıfı için düşük ücretler oldu. Türkiye bugün dünyanın sömürü cennetlerinden biridir. Emekçi sınıflar hak ettikleri refah düzeyinden çok uzaktır. 24 Ocak Kararları güvencesiz ve sendikasız çalışmaya mecbur bırakılan, milli gelirden ve ekonomik büyümeden payını alamayan yoksullar ve işsizler ordusu yarattı. Geçici, güvencesiz, kuralsız ve esnek çalışma düzeni oturtuldu. Fabrika ve işletmeler cehenneme döndü. Ranta ve balon büyümelere dayalı ekonomi politikalarının acı sonuçları emekçileri sefaletin dipsiz çukuruna itti.

24 Ocak saldırı programını uygulamanın güvencesi 12 Eylül cuntası oldu. Sadakaya muhtaç hale getirilen işçi ve emekçileri kaderlerine razı etmenin güvencesi de, adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen muz cumhuriyetlerine özgü bugünkü dikta rejimidir.

42 yıldır hükümetler gitti, yenileri geldi. Ama hepsi de 24 Ocak programını uygulandı. Şimdi aynı politikalar çok daha saldırgan bir şekilde bugünün dinci-faşist iktidarı tarafından uygulanıyor.

Dersim GKB’nin yiğit yoldaşı Hüseyin Demir 42 yıl önce Türkiye bugünün karanlığına düşmesin diye barikatları örmüştü. TDKP Dersim örgütü “24 Ocak Kararları’nı protesto ve Tariş işçileriyle dayanışma” için sıkıyönetim koşulları altında barikatlı bir gösteri düzenlemişti. Bu gösteriye TKP-ML Hareketi (Devrimci Halkın Birliği) de katılmıştı. Hüseyin bu gösteriyi yöneten GKB’li militanlardan biriydi. Devrimcilerin işçi ve emekçilerden ayrı çıkarları yoktu. 14 Şubat 1980 yılında Hüseyin Demir bunu bir kez daha yaşamıyla kanıtlamıştı.

Sıkıyönetime rağmen 24 Ocak saldırı programının bir dönem uygulanamadığını biliyoruz. Bunda Çukurova, İstanbul, İzmit ve İzmir-Tariş gibi pek çok yerdeki işçi eylemleri kadar devrimci örgütlerin kendi güçlerini yer yer emekçi hareketine paralel seferber etmelerinin rolü büyüktü. Kışkırtmalara gelmemek adına sükûneti önerenler ise 12 Eylül cuntasının kolayından hakimiyet sağlamasının yolunu açmıştı. İşçi sendikalarına çöreklenenler işçi örgütlerini sefalete ve köleliğe razı pozisyonlarda tutmuşlardı. Sonuç bugüne kadar süren ve giderek derinleşen sefalettir.

14 Şubat 1980 gösterisi

1980 yılında Sinan (Teslim Demir) önderliğindeki Dersim TDKP örgütü sıkıyönetim komutanlarıyla irade savaşı içindeydi. Sıkıyönetim komutanları devrimci direnişi kırmak için operasyon üzerine operasyon düzenliyorlardı. Devrimci güçler ise “Sıkıyönetim de sökmeyecek!” diyerek saldırıları etkisiz hale getirmeye çalışıyorlardı.

TDKP Dersim çalışması devrimci bir çalışmaydı ve Türkiye’deki siyasal gündeme odaklıydı. 24 Ocak saldırı programı Türkiye’nin dört bir yanında protesto ediliyordu. Aynı günlerde Tariş işçilerinin ünlü direnişi yaşanıyordu. TDKP Dersim örgütü sıkıyönetimin yasaklarına rağmen 24 Ocak Kararları’nı protesto ve Tariş işçileriyle dayanışma gösterisini yapma kararı almıştı. Bu kaçınılmaz olarak barikatlı bir gösteri olacaktı. Aksi halde Panzer ve Karayeller gösteri yaptırmayacaklardı.

Amaçlanan bütün devrimci çevrelerin bu gösteriyi birlikte yapmasıydı. Olumlu yanıt veren tek grup TKP-ML Hareketi, yani Devrimci Halkın Birliği olmuştu.

1980 yılı 14 Şubat günü gösteriye katılanlar değişik yerlerden başlangıç noktasına akarken devlet bütün gücüyle saldırmıştı. Kitleyi korumakla görevli militanlar o sırada henüz mevzilenmeleri gereken yere varamamışlardı. Saldırının amacı toparlanmaya fırsat vermeden kitleyi dağıtmaktı. İlk etapta yedi TDKP taraftarı kurşunlarla yaralanmış, ona yakını da gözaltına alınmıştı. Toplanan kitle geri adım atmamış, 100-150 metre geri çekilip, lise ve YSE duvarlarını siper edinerek geride kalanların toplanmasını beklemiş, barikatları da buraya kurmuştu. Gösteriyi korumakla görevli militanlar üç değişik noktadan karşı saldırıya geçince de çatışma başlamıştı. 

Teslim Demir önderliğindeki Dersim TDKP, silahlı güçleriyle barikat savaşına girişmişti. Devlet güçleri karşı saldırı karşısında paniklemiş, subaylar ve polisler askerleri geride bırakarak kaçmışlardı. Böylesini hiç beklememişlerdi. Askerlere çağrılar yapılarak komutanlarının halk düşmanı emirlerine uymamaları istenmişti. Askerlerin bir kısmı gerçekten de bu sırada geri çekilmişti. Bu çağrının etkisi miydi yoksa öyle mi emir almışlardı, belli değildi. Ama göstericilerin ellerinde kalan rehin askerler vardı. Bu askerler sağlık ocağına sığınmışlar ve orada göstericilerin eline düşmüşlerdi. Çünkü sağlık ocağı göstericilerin denetimindeydi. Yaralılar orada acil tedavi görüyorlardı.

Yalvaran gözlerle TDKP’nin silahlı militanlarına bakan askerlere dokunulmamış, çarşı merkezine sağ salim varmaları sağlanmıştı. Çarşı merkezi dışında her yer o anda göstericilerin denetimindeydi. Gösteri öğlen saatlerinden akşama dek sürmüştü. Bu süre zarfında dönemin başbakanı Demirel’in helikopterle Dersim’e ani bir ziyaret yaptığı ve vali ile görüştüğü bilgisi gelmişti. Bu ziyaret anında sansürlenmiş ve basına yansıtılmamıştı. 

Gösteri bittikten ve kitleyi korumakla görevli militanlar çekilmeyi tamamladıktan sonra, çarşı merkezini tutan polis ve asker gücü ile öğretmen okulunu işgal edip kışlaya çeviren askeri alay komutanı, uğradıkları hezimetin acısıyla, kışlalarından göstericilerin çekilme alanını uzun menzilli zırhlı araçlarla taramaya başlamışlardı. 

GKB’nin sevgili Komır’ı, liseli gençlerin bu yiğit önderi, politik sezgileriyle sıradışı bir devrimci olan, cesaret ve sorumluluk timsali Hüseyin Demir tam o sırada vurulmuştu. Hüseyin’i dürbünle izleyip hedef alanın, bir süre önce liseye dönük saldırıda karşı karşıya gelen ve suratına Hüseyin’in şamarını yiyen yüzbaşı rütbeli biri olduğu bilgisi çok geçmeden TDKP parti örgütüne ulaşmıştı.

Hüseyin Demir, geride kimsenin kalıp kalmadığını kontrol etmek için mevzisini değiştirdiği sırada, muhtemelen yeri dürbünle tespit edilerek, ateş altına alınmıştı. Yüreği susturulduğunda yüzündeki o her zamanki keskin bakışı ve sempatik tebessümü olduğu gibi duruyordu. Yoldaşlarına ben gidiyorum ama keskin bakışlarımı ve kocaman yüreğimi davayı sürdüreceklere bırakıyorum der gibiydi.

14 Şubat 1980’nin Ywise Seykali’si...

Hüseyin Demir 1980 Dersiminin Ywise Seykali’si* olarak uğurlandı. Ywis yerine konulmasında örgütün bir etkisi yoktu. Bu onu tanıyan Dersimli emekçilerin tanımlaması ve Körkes yöresinden Kamer’in işiydi. Kamer Komır’ı iyi tanır, Ywis’in hikayesini de iyi bilirdi. Hüseyin’le Ywis’i aynı kişi olarak görmesi özel benzerlikleri nedeniyle olmalıydı. Liseli öğrenci arkadaşları okuduğu okulun adını Hüseyin Demir Lisesi olarak değiştirmişlerdi. Bu da tümüyle örgütten bağımsızdı. Dersimliler onu hayatın içinde tanımışlardı. Bu nedenle sevgileri derin bir saygıyı içinde barındırıyordu.

Pansiyon işgalinin önderi

Kalan Lisesi’nin hemen yanındaki Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı öğrenci pansiyonu yıllardır boş tutuluyordu. Oysa sayısız öğrenci her tarafı yağmurda damlayan ve su içinde kalan, elektrik, su ve tuvaleti olmayan nemli gecekondularda öğrenim görmeye çalışıyordu. Kimileri akrabalarının yanında birer sığıntı gibi kalmak zorundaydı. Öğrenci yurdunun boş tutulması kabul edilemezdi.

Hüseyin ve Veli Gültekin’in içinde yer aldığı GKB lise birimi ‘77-78 eğitim yılının sonunda bu sorunu gündeme getirmiş ama fazla mesafe alamamışlardı. ‘78-79 eğitim yılı başladığında ise önce öteki devrimci grupları ikna etmeye çalışmışlar fakat kimse yanaşmamıştı. TDKP gençliği dışındaki herkes, bu öğrenci kıyımına yol açacak, ama sürgün, ama tutuklama, belki de ölüm diye düşünüyordu. İkna çabası sonuç vermeyince iş başa düşmüştü. Lise müdürü ve idareyi ikna etmek zor olmamıştı. İlerici kimliklerinden ötürü onlar da bu işten yanaydı. Fakat İl Milli Eğitim Müdürü’nü ikna edemiyorlardı. Hüseyin’in sözcü olduğu Öğrenci Birliği Komitesi’nin müdürle görüşmesi olumlu geçmişti. Fakat sonradan bunun bir oyalama olduğu anlaşılmıştı. Bu sürecin ardından YDGD üzerinden ve daha çok Öğrenci Birliği’ne dayanarak şehir merkezinde ve yakın köylerde destek çağrıları yapılmış ve ardında da pansiyon fiilen ihtiyacı olan öğrencilere tahsis edilmişti.

Bu süreç YDGD ve okuldaki temsilcilik üzerinden yürütülmüştü. Fakat asıl yönetenleri Hüseyin ve Veli’nin içinde olduğu GKB organı, sahipleri de liselilerin kendileriydi.

Dersim merkez ve köylerinde sıkıyönetimin boşa çıkartılması ve parti faaliyetinin çok etkili hale gelmesinde bu kuşak tayin edici bir rol oynadı. TDKP gençliğinin Dersim gençliği içinde ezici bir üstünlük kurması da bu sürecin ardından belirgin hale gelmişti. GKB çocuk ordusu da bu kuşak etrafında oluşmuştu.  

Kabına sığmayan enerji

Hüseyin köy grupları içinde de TDKP gençliği adına etkinliklerde bulunanlardan biriydi. Devrimci yaşamı başladıktan sonra köyü ile ilişkileri annesini ziyaretle sınırlıydı. Köyünde köylüler arasında on yıllardır süren sınır ve mera sorunları vardı. Köyün gençleri, tüketim kooperatiflerinin mimarı Hıdır Yıldız ve kendi köylerindeki eğitim emekçisi iki öğretmenle anlaşarak, sorunları köylülerle konuşmak ve çözmek istemişlerdi. Hüseyin bu nedenle YDGD adına toplantıya sorumlu olarak gitmişti. Toplantıda Hüseyin’in babasının da içlerinde olduğu tüm taraflar konuşmuş, sıra bağlayıcı sözü açıklayacak olan Hüseyin’e gelmişti. Hüseyin sözü almış ve neredeyse tümüyle babasının söylediklerine karşıt olacak bir öneri ortaya koymuştu. Hüseyin’e göre mera köyün ortak malıydı ve birlikte kullanılmalıydı.

Baba bu köyde itibarlı ve sözü geçen biriydi. Yıllarca muhtarlık yapmıştı. Çocuklarına karşı öyle alttan alacak biri de değildi. Daha bir süre önce, 1973 seçimlerinde, Hüseyin’in büyüğü olan oğlu Metin’in seçim sürecindeki tutumuna nerdeyse elinden bir kaza çıkacak kadar öfkelenmişti. Şimdi de Hüseyin’in söyledikleri babayı şoke etmişti. Babasını destekleyeceğine, dedeler zamanında yapılmış bir paylaşımı boşa çıkararak, babasının sözüne karşı duruyordu. Öfkelenmişti. Oturduğu tabureyi oğluna fırlatmaya kalkıştığı sırada Hüseyin çok sakin ve babasının beklemediği bir olgunlukla ama son derece ciddi bir edayla, Zazaca, “baba lütfen toplantının ciddiyetine uygun davranalım. Bu sizin cemaatiniz değil, devrimci bir toplantıdır” diyerek babasının elini kolunu bağlamıştı. Hüseyin’in tutumu büyük bir hayranlık uyandırmıştı. Demek devrimciler gerçekten de halktan yanaydı. Devrimcilik varolanı kardeşçe bölüşmekti!

Türkçeyi dönemin tüm çocukları gibi 7 yaşından sonra öğrenmişti. Bu nedenle sıklıkla anadilinde (Zazaca) düşünüp Türkçe konuştuğu olurdu, özellikle de köylülerle diyaloglarında. Yoldaşları ise bu özelliğini ona takılma fırsatı sayarlardı. Onlara bakılırsa Hüseyin “mera köyün ortak malıdır” demiş ve “bu nedenle bütün köylüler bu merada otlanabilmelidirler” diye devam etmişti.

Bu elbette işin şakasıydı ve Wusew ağanın ona takılmak için uydurduğu bir benzetmeydi. Hüseyin şaka yapmakta ve şaka kaldırmakta inanılmaz biriydi. Belki de bu nedenle “Halkın Kurtuluşu Çocuk Ordusu”nun sevgilisiydi. Onu gören çocuklar “Komır abi” der, fırlarlardı.

Teoriyle, programatik tartışmalarla çok ilgili değildi. Fakat politik sezgisi ve öngörüsü insanı şaşırtırdı. Pratik yaşamdaki kıvraklığı çok az insanda bulunurdu. Sayısız badireden de bu sayede kurtulmuştu. Yoldaşlarının sayısız badireyi atlatmasını da yakınındaki yoldaşlarıyla kafa kafaya vererek yine o sağlamıştı.

Gerçek bir emekçi kişilik

Gerçek bir emekçi karaktere sahipti. Baba genellikle dışarda çalışmış, bu nedenle köyün bütün ağır işleri çocuklarının omuzlarında kalmıştı. Hüseyin daha çocukken ağır işlerde pişmişti. Aynı ağır işleri yoldaşlarıyla beraber inşaatlarda ya da ekin biçme mevsimlerinde tarlalarda bu kez partileri için yapıyor ve tüm kazandıklarını örgüte aktarıyorlardı.

Örgüte abisinin etkisiyle mi katılmıştı? Belki. Ama örgüt süreçlerindeki gelişmesinde Metin’in etkisinin olmadığı nadir gençlerden biriydi. O militanlar topluluğuna onca ilgi gösteren Metin sıra kendi kardeşine geldiğinde ilgisini esirgemişti sanki. Bu aynı tutumu Sinan ile kardeşi Hıdır’ın ilişkisinde görmek de mümkündü. Belki de onlar kardeşlerine ilginin saflarda yanlış anlaşılmalara yol açabileceğini düşünmüşlerdi. Hüseyin ve Hıdır örgütün az emek verdiği, buna karşılık enerjilerinin tümünü davanın ihtiyaçlarına kullanan gençlerdi. Bu iki genç çoğu kez işler aksamasın diye başkalarının işlerini de sessiz sedasız üstlenirlerdi. İbo ve Adil’in devre dışı kaldıkları süreçlerde Hüseyin’in gazetenin Kayseri’den alınarak Dersim’e taşınmasını üstlendiği ve bunu aylarca yaptığı parti tarafından bile çok sonra öğrenilecekti.

Hüseyin Demir’den başlamıştım, araya Hıdır da girdi. Onların sadeliklerini, saflıklarını, dostluklarını, cesaretlerini, pervasızlıklarını, yüksek sorumluluk duygularını vb. anlatabilmek gerçekten zor. Onlarla aynı yola çıkmış olmak, aynı acıları ve zorlukları, sevinç ve mutlulukları paylaşmak gerçekten çok güzeldi.

Bu nasıl bir şeydi diye sorarsanız, tarif etmek, hele de bugünün ilişkileri içinde, neredeyse imkânsız. Bunu şöyle anlatabilirim. Dönemin GKB ekibinden birini bulun ve herhangi bir zamanda ansızın “Komır” diye seslenin. Onda oluşacak ani değişiklik ne demek istediğimi çok iyi anlatacaktır.

Kavganın Komır’ıydı o. Yoldaşlığın sembolüydü. Kaç kere siper olmuştur yoldaşlarına, bunu sayabilen yoktur. Kendisini değil önce seni düşünen, örgüt ve ihtiyaçları denildiğinde akan sular duran...

Hüseyin’i anlatıyorum ama siz bunu genç kadınlı-erkekli kalabalık bir yoldaşlar topluluğu olarak anlayın. O topluluktakiler yalnızca yoldaş değillerdi, yiyip-içtikleri ayrı gitmeyen gerçek kardeşlikten öte bağlara sahiplerdi. Örgütsel ilişkinin değil, devrimci faaliyetin kaynaştırdığı bir topluluktu bu. Devrim idealleri onları birleştirmişti. İlişkileri, kardeşçe paylaşımları, büyük fedakarlıkları, kendilerini her şeyleriyle devrime ve partiye adamaları bakımından kusursuzlardı.

Sayısı onlarla ifade edilebilecek bu çekirdek, duruşuyla güçlü bir etki alanı oluşturuyordu. Dersim merkezde ortaokullara ve hatta ilkokul çocuklarına yayılan çok geniş bir etki, herşeyden önce bu çekirdek ekibin emeği ve duruşuyla mümkün olmuştu.

Mahallelerdeki ve merkez köylerdeki çocuklar için parti Komır’dı, Filip’ti, Adil’di, Hıdır’dı. Yarattıkları atmosfer başka gruplara ilgi duyan gençleri de çok geçmeden etkisi altına alıyordu. Abileri başka örgüt mensubu olan sayısız çocuk ve genç devrimci bu grubun etrafında kümelenmiş, büyüklerine rağmen “ben de HK’lıyım” diyorlardı.

Bu grup aynı zamanda bir koruma örgütü olarak organize olmuş ve çalışmıştı. HK’lı çocuklar da bu koruma örgütünün gözcüleriydi. Komır Adil ile birlikte bu koruma örgütünün kurucu komutanıydı. Örgüt bu “özerk” oluşumun varlığını çok sonraları öğrenecekti. Gerçekten de sayısız yoldaş tuzaklardan kurtularak hayatta kalmayı bu grubun aldığı önlemlere borçluydu. Buna Sinan da dahildi.

* Ywise Seykali Dersim ‘38 direnişinin kahraman savaşçılarından biri, belki de en önde gelenidir. Katliamı başladığında yaklaşık Komır ile aynı yaştadır. Ailesiyle katliam alanın çok uzağında Howar köyünde yaşamaktadır. Laç Deresi’ndeki yoğun çatışmaları duyduğunda itirazlara rağmen mavzerini alır ve direniş alanına gider.

Köylüler katliamdan kurtulmak için derin mağaralara sığınmışlardır, bir alay asker tarafından kuşatılmış biçimde. Ywis ve 3-4 yoldaşı bu mıntıkayı günlerce savunurlar. Ywis’in yoldaşları vurulur. O tek başına katliam yapacak ordunun Laç Deresi’ne girişini bir süre daha engeller.

Yeri tespit edilen Ywis yoğun ateş altına alınır ve öldürülür. Yüreği ile beraber direnişin silahları da susar. Laç Deresi katliamı ve mağaraların zehirli gazlarla bombalanarak bütün canlıların yok edilmesi bunun ardından gelir.