İçindekiler:

17 Ekim 2021
Sayı: KB 2021/Özel-36

Açmazlar, arayışlar ve ittifak tartışmaları
Ölümü gösterip “AKP’ye razı” etmek...
Çıkış yolu devrimci alternatif
Yolsuzluğun, zorbalığın bini bir para!
Paris İklim Anlaşması...
İşçi Emekçi Mitingi’ne çağrılar...
MİB: TİS taleplerimiz için mücadele edelim!
Alba direnişlerinden açıklama
Yol serisine Sunuş - Hikmet Kıvılcımlı
ABD Asya-Pasifik’te gerilimi körüklüyor
Irak’ta seçim sonuçları ve kriz
Avusturya: Başbakanı istifaya götüren süreç
Avrupa’da kriz manzaraları
Güney Kafkasya’da çatışma dinamikleri
Thomas Sankara duruşması
“Akademik Yıl Açılış Töreni”
ILO Şiddet ve Taciz Sözleşmesi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

ILO Şiddet ve Taciz Sözleşmesi yürürlükte

 

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2019 yılında kabul ettiği, çalışma yaşamında taciz ve şiddete karşı yaptırımlar içeren 190 sayılı sözleşme, çeşitli ülkelerin imzalamasıyla haziran ayında yürürlüğe girdi. 190 sayılı sözleşme, çalışma yaşamına dair pek çok alanda, işyerinde, işle ilgili seyahatlerde, işçi servisinde vb. maruz kalınan fiziki, sözlü ya da psikolojik baskıyı şiddet ve taciz olarak tanımlıyor.

Sözleşmeyi imzalayan ülkeler ise yasalarında sözleşmenin gerektirdiği şekilde değişiklik yapmak ya da ek madde koymak zorundalar.

Fabrikalarda ve işyerlerinde özellikle de kadın işçilerin maruz kaldığı taciz ve şiddet her geçen gün artıyor.

Alba işçilerinin maruz kaldığı taciz, PTT işçilerinin sendikalaştıkları için amirleri tarafından aranıp maruz kaldıkları tehdit ve hakaretler, SİNBO direnişçisi Dilbent Türker’e gerek ustabaşı gerekse bizzat devlet tarafından uygulanan fiziksel ve sözlü şiddet bunun kamuoyuna yansımış güncel örnekleri.

Esasen çalışma yaşamında birçok kadın işçi taciz, şiddet ve mobbingle karşılaşıyor.

ILO’nun 190 sayılı sözleşmesi, kadın işçilerin ve genel olarak tüm işçilerin uğradığı şiddeti elbette ki kendi başına temelli şekilde çözüme kavuşturacak değil. Çünkü hem sömürü sisteminin dünya üzerindeki bekasını sağlamaya hizmet eden Birleşmiş Milletler gibi bir yapının ürünü hem de maruz kalınan şiddetin kendisi kâra dayalı bu sistemin yarattığı sorunlar yığınından sadece bir tanesidir. Bu nedenledir ki kadın ve erkek işçiler maruz kaldıkları her türlü şiddet, taciz ve mobbingi ancak birlikte mücadele ederek ortadan kaldırabilirler.

Diğer yandan 190 sayılı sözleşmenin kabul edilmesini ve sözleşmeye bağlı olarak iş yasasında düzenleme yapılmasını talep etmek, işyerlerinde şiddete karşı verilecek olan mücadelenin pekala bir parçası olabilir. Bu sözleşmenin etkin uygulanması ve bu konuda denetim organlarının oluşturulması ise özellikle kadın işçiler üzerinde yoğunlaşan şiddetin önlenmesi konusunda olumlu bir yerde durmaktadır.

Kadın işçilerin, temel nedeni daha fazla üretim ve kâr elde edilmesi amacı ile patronların, ustabaşıların, müdürlerin ya da ataerkil sistemin biçimlendirdiği algıya da bağlı olarak erkek işçilerin hakaretlerine, baskı ve tacizine uğradığı durumda buna karşı verilecek mücadele biçimlerinden en temel olanı kapitalist sisteme karşı verilecek mücadeledir.

Bununla birlikte kadın işçilerin çalışma yaşamında karşılaştığı şiddetin önlenmesi ve iş yaşamındaki koşullarının iyileştirilmesi bugünkü duruma baktığımızda en temel taleplerden biri haline gelmiş durumdadır.

Bu talebin karşılanması yönünde atılması gereken adımlardan biri de ILO’nun 190 sayılı sözleşmesinin imzalanması ve etkin uygulanmasıdır.

Bu talebin uygulanması yönünde verilecek olan mücadele aynı zamanda haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkma mücadelesinin de bir parçasıdır.

K. Meydan

 

 

 

 

 

İşçinin cebinden yapılan
“devlet fedakarlığı”

 

Kapitalist dünya pazarında şimdilerde bir enerji krizi almış başını gidiyor. Dünya genelinde doğalgaz fiyatları çok yüksek seviyelere ulaşmış bulunuyor. İngiltere pazarı bir gün içinde doğalgazda %40’lara varan artışlara sahne oluyor. ABD’de 2008 sonrası dönemin fiyat artışı rekorları kırılıyor. Brent tipi petrolün varil fiyatı son üç yılın zirvesine yerleşiyor vb.

Kapitalist dünyanın, yükselen enerji fiyatlarına gösterdiği tepkilerden biri elektrik üretiminde kullanılan kaynaklardan biri olan kömüre geçiş oldu. Sözde çevreye dost enerji için karbon emisyonu yüksek kalemlere getirilen ek vergi paketleri -emperyalistlere ek gelir kapısı olmanın dışında- pek işe yaramadı. Karşılaşılan enerji krizinde yeniden kömüre ihtiyaç duyuluyor. Kömür fiyatları da yükselişe geçmiş bulunuyor.

Dünya genelinde tırmanan gaz fiyatlarının, enerji türevlerinin tamamında zincirleme bir etki yaratması kaçınılmaz. Doğalgaz ve elektriğin girdi olduğu her türlü mal ve hizmette artışlar ve yüksek oranlı zamlar kapıda. Buna enflasyonu da eklemek gerekiyor. Şimdiden Fransa, İspanya, Yunanistan, Çekya, Romanya gibi ülkeler, AB’ye her sektöre yayılan ve çok yönlü etkilere neden olan enerji krizine dair acil önlem çağrıları yapıyorlar.

Dünyada yaşanan enerji krizi Türkiye’yi de doğrudan kesiyor. İthal edilen doğalgaz ve elektrik maliyetleri işçi ve emekçilerden tazmin ediliyor. Bu da fahiş oranda zamlar anlamına geliyor. Şaibeli olan TÜİK verilerine göre dahi 2021 Temmuz ayı itibariyle, 2018’den bu yana mesken abonelerinin elektrik faturaları yüzde 122 zamlandı. Temmuz 2021’de elektriğe yüzde 15, doğalgaza yüzde 12 oranında zam yapıldı. Ekim 2021’de ise konut aboneleri dışta tutularak elektrik üretiminde ve sanayide kullanılan doğalgaza yüzde 15 oranında zam yapıldığı duyuruldu. Belirtmek gerekir ki konut aboneleri için tarifenin değişmemesi sadece söylem planında kalıyor, çünkü sanayide kullanılan elektriğe gelen zamlar da işçi maliyetlerinin düşürülmesi üzerinden ya da tüketim mallarına yansımayla emekçileri doğrudan etkiliyor.

AKP’li Enerji Bakanı ise çıkıp pişkince oluşan maliyetlerin hane halkı, küçük tüketici ve esnafa yansıtılmadığını, faturanın yarısını devletin karşıladığını söylüyor. Akaryakıttaki eşel mobil sistemiyle, petrol fiyatları ve ürünlerindeki fiyat artışlarının da doğrudan pompaya yansıtılmadığını, devletin, vergi gelirlerinden bu yıl için 52 milyar olmak üzere fedakarlık yaptığını söylüyor. Fahiş fiyatların yanında gizli zamların, ücretleri aşağı çekmek için kullanılan ve gerçeği yansıtmayan enflasyon oranlarının hesabının üzerinden atlanıyor. Ücretli çalışanlardan vergi kesintileri artarken, vergi borçları bir kalemde silinen zenginlerin ülkesi Türkiye’de, devletin fedakarlık yaptığını söylediği 52 milyar liralık gelir de işçi ve emekçilerden cebinden çıkıyor.

Türkiye’de her geçen gün artan oranda kitleler açlığa ve ölüme itilirken, elektrik dağıtım ve üretim şirketleri, yaşadıkları zorluklardan dem vurarak, elektriğe yüzde 40-50 bandında yeni bir zam yapma talebinde bulunuyorlar. Dünya piyasalarındaki gelişmelerin yanında, Türkiye’de yolsuzluğa batmış AKP-MHP rejimi, otomatiğe bağladığı zamlarla krizleri atlatmaya, milyonlarca işçinin, emekçinin, gencin canına mal olan zenginliğini artırmaya devam ediyor.