İçindekiler:

9 Ekim 2021
Sayı: KB 2021/Özel-35

Gerici-faşist rejimi bekleyen zor günler
Kürt sorununda burjuva liberal çözüm
İdlib’de çatışmalı süreç yeniden başladı
Erdoğan-Putin görüşmesi
Dinsel gericiliğe yeni olanaklar
Kapitalizmin yarattığı konut krizi
BDSP: Miting direnişçi işçilerin kürsüsü olacak
Toplum sağlığı için aşı olmak...
Dr. Hikmet Kıvılcımlı üzerine / 1 - Garbis Altınoğlu
ABD-Çin ticaret anlaşmazlığı
Afganistan hezimeti sonrası iç kavgalar
Slovenya’daki AB zirvesinden...
Fransa ile Cezayir arasında gerginlik
Barınma sorunu üzerine
Liseli gençlik iktidarın korkularını büyütüyor
Liselerde eğitim ve salgın ile ilgili görüşler
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Barınma sorunu üzerine

İ. Y. Gün

 

İki yılın ardından üniversitelerin açılması ile birlikte yüz binlerce öğrenci yer değiştirdi. Bu yer değişimi, üniversiteli gençliğin yaşadığı barınma sorununu bir kez daha dışa vurdu. Yurtların kapasitesinin yetersizliği, artan kira ve yurt ücretleri on binlerce genci üniversiteye gelemeden fiilen okulu bırakmaya zorladı. KYK yurtlarına yerleşemeyen yüzbinlerce öğrenci ise aylık ücretleri binlerce lirayı bulan apart, özel yurt veya evlere; hiçbir seçeneği olmayan on binlerce öğrenci ise dinci-gerici tarikat ve vakıfların yurtlarına, evlerine mahkum edildi.

Barınma sorunundan kaynaklı bu en temel haklarını isteyen üniversiteli gençler sokaklarda ve parklarda nöbet eylemlerine başladı. Gençliğin eylemlerinden rahatsız olan 1100 odalı sarayın “sultanı” Tayyip Erdoğan, “barınma sorunu yoktur” zırvasını ortaya attı. Barınma hakkı talep eden gençler sermaye devletinin şefi tarafından hedef gösterildi, verilen talimatla gözaltına alındı.

Sermaye devletinin şefi ile sözcüleri hala buldukları her fırsatta ne kadar yurt yaptıklarını, artan yurt kapasitelerini(!), gençliğe nasıl “imkan” sunduklarını pişkince anlatıyorlar. Sorunu dile getirip barınma hakkı talep eden gençleri ise “terörist” ilan ederek, yarattıkları bu yıkıcı tabloyu örtmeye çalışıyorlar.

Sermaye düzeninin bu pervasızlığı yeni değil elbet. Onlar toplumun yaşadığı her sorunda benzer bir dili kullanıyor. Sorunu yok sayarak utanmazca kendilerini methediyorlar. Sahtekarca hazırlanmış tabloları yandaş medyada yayınlatıyorlar. Palavrayı yutmayıp sorunu dile getiren muhalif kesimlere polis azgınca saldırıyor, sarayın yargısı ise adeta terör estiriyor. Çünkü sermaye düzeninin krizinin derinleşmesiyle birlikte, devletteki çeteleşme, baskı, terör ve çürüme had safhaya çıkmış bulunuyor. Saray rejimi krizi yönetmekte artık her zamankinden daha fazla zorlanıyor ve “terör” demagojisi yaparak, baskıyı/zorbalığı arttırarak ömrünü uzatmaya çalışıyor. “Yoksulluk yok”, “Kürt sorununu çözdük” diyen dinci-faşist kafa, şimdi de “barınma sorunu yok” diyor. Oysa tüm bu sorunların devam ettiği, hatta daha da ağırlaştığı kimse için bir sır değil.

Öğrencilerin barınma alanları: KYK yurtları

Üniversite öğrencilerinin barınma sorununa ilk çözüm aradıkları yer KYK yurtları oluyor. Ancak bu, KYK yurtlarında sunulan imkanlardan kaynaklı bir “tercih” değil; yoksul işçi ve emekçi çocukları için “cazibesi” özel yurt, apart ve evlere göre biraz ucuz olmasından kaynaklanıyor. Sermaye sözcüleri KYK yurtlarının ne denli konforlu olduğuna dair masal anlatsalar da gerçekler bambaşkadır. Bugün KYK yurtları adeta birer toplama kampını andırıyor. İktidarın gençliği hedef alan dinsel gerici dayatmaları KYK yurtlarının niteliğini belirliyor.

Yurtlara “manevi danışmanlar” adı altında Ortaçağ zihniyetini yayan kişiler atanıyor. Yurtlardaki tek sosyal aktivite tarikat ve gerici vakıfların dinci gerici “eğitim” kursları, sohbetleri oluyor. Öğrencilere bu gerici etkinliklere katılmaları için baskı uygulanıyor. “Giriş çıkış saatleri ve izin” adı altında öğrenciler sürekli gözetim ve denetim altında tutuluyor. Yanı sıra birçok KYK yurdu, daha kayıt döneminde öğrencilere “kurallar sözleşmesi” imzalatarak öğrencileri adeta “hapishaneye hoş geldiniz” diyor. Bu “sözleşme”de yurtta kalan öğrencinin herhangi bir “anarşik” olaya katılmayacağı, herhangi bir “siyasi” kitap, materyal, afiş bulundurmayacağı, bir örgüte katılmayacağı, yurt personelleri ile tartışmayacağı vb. maddeler yer alıyor. Bu dayatma ve yasaklara örnek olarak son dönemde ilerici-devrimci birçok öğrenci eylem ve protestoya katıldığı gerekçesiyle Emniyet talimatıyla yurttan attırılmıştır. Oysa karanlığı yayan tarikatlara siyaset serbesttir.

Yani KYK yurtları uygulamaları ile adeta hapishaneleri andırıyor. Bunun yanında yurtların yetersiz teknik altyapısı ile öğrenciler su, elektrik, internet gibi bir dizi temel ihtiyacını karşılamakta sorun yaşıyor. Bunlara beslenme, ulaşım gibi pek çok başka sorun da ekleniyor.

KYK yurtlarına yerleşebilmek bile başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü artan üniversite kontenjanları, pıtrak gibi çoğalan “tabela üniversiteleri”, sayıları her geçen gün artan özel üniversiteler vb. barınma sorununu katlıyor. Türkiye’de 8,24 milyon yükseköğretim öğrencisi var. Bunların 7,6 milyonu devlet üniversitelerinde okuyor. KYK yurtlarının kontenjanı ise 2020’de sadece 703 bin iken bu yıl 695 bine düşmüştür. Yani milyonlarca öğrenci barınma sorununu kendi başına çözmek zorunda bırakılıyor. Bu ise öğrenciyi tarikat ve cemaat yurtlarına, özel yurt ve apartlara mahkum etmek, emlak simsarlarının eline bırakmak anlamına geliyor.

Rejim şirketlere milyonlar akıtıyor

Sorun bu kadar vahim bir hal almışken, AKP-MHP rejimi “süslü” bir tablo yayınladı. Tabloya göre yeni yurtlar yapılmış, kontenjanlar artmış ve barınma sorunu “çözülmüş”tür! Bu sahtekarlara göre barınma diye bir sorun yok!

Sermaye devleti elbette yeni yurtlar yapıyor. Ancak bunları barınma sorununu çözmek için değil, saray rejiminin aparatı olan inşaat firmalarına rant ve talan kapısı açmak için yapıyor. Örneğin Isparta’daki Süleyman Demirel Üniversitesi’nin yakınlarında geçtiğimiz yıllarda 2 bin 500 öğrenci kapasiteli bir KYK yurdu vardı. Bu yurt şehir merkezine uzaklığından ötürü öğrenciler tarafından çok tercih edilmiyor. Buna rağmen 4 bin 800 kapasiteli bir erkek öğrenci yurdu ile 5 bin kapasiteli bir kız öğrenci yurdu daha özel bir şirkete yaptırıldı. Oysa Süleyman Demirel Üniversitesi’nin 2 bin 500 yüz kontenjanlık yurdu dahi tam dolmuyor. Hal böyleyken 9 bin 800 kişilik iki yeni yurt yaptırılması, öğrencilerin barınma sorununu çözmekten ziyade söz konusu inşaat firmasına bir rant kapısı açmaktan başka bir anlam taşımıyor. AKP-MHP rejimi halen boş yataklar için özel şirketlere milyonlarca lira akıtıyor.

2021 verilerine göre bir milyona yakın öğrencinin eğitim gördüğü İstanbul’da ise KYK yurtlarının yatak kapasitesi sadece 25 bin, özel yurtların yatak kapasitesi ise 75 bindir. Geriye kalan yüz binlerce öğrenci ise tarikat ve cemaat yurtları ile emlak simsarlarına havale ediliyor. Bu arada KYK yurtları da zamlanırken, saraylarda sefahat süren mafyatik rejimin efendileri; öğrencilere verilen 650 liralık kredi ile barınma, beslenme, ulaşım, eğitim materyalleri, kültür sanat gibi ihtiyaçların karşılandığı masalını anlatıyor.

Barınma sorunu, gelinen yerde yüz binlerce üniversitelinin eğitim hakkının gaspına neden oluyor. 2021 yılı eğitim döneminde yakıcı bir krize dönen bu sorun on binlerce üniversitelinin okulu bırakmasına, dondurmasına veya fiili olarak üniversitelerin dışında kalmasına neden oldu. Pandemi öncesindeki verilere göre 5 yıl da 1 milyon yüz bin öğrenci masraflarını karşılayamadığı ve geçinemediği için üniversiteyi bırakmıştır. Barınma krizi ve hayat pahalılığının artmasıyla gençliğin maruz bırakıldığı sorunların daha da derinleştireceğini öngörmek güç değildir.

Barınma sorunu paralı eğitim uygulamalarının bir sonucudur!

Bugün yükseköğrenim öğrencileri için bir kriz halini alan barınma sorunu paralı eğitimin dolaysız sonuçlarından biridir. Mesele hiç de öğrencinin kafasını sokacağı bir çatı, yatacağı bir yatak bulması ile sınırlı değil. Bugün bu sınırda tartışılıyor, en kaba tabiri ile “nerede yatacağız” sorusuna indirgeniyor olabilir. Oysa bu sorunun da temelinde kapitalist sistemin eğitime biçtiği rol vardır. Kapitalist sistem eğitim alanını toplumsal bir ihtiyacı karşılamaktan çok sermayedarlar için kârlı bir pazar olarak görüyor. Dolayısıyla eğitim hakkının kullanılabilmesi için gerekli olan temel insani ihtiyaçları yani barınma, beslenme, ulaşım, eğitim materyalleri vb. “piyasada satıyor.” Bu alışverişte işçi ve emekçi çocuklarının payına, “ödeyebilecekleri kadar eğitim” düşüyor. Yoksulluk arttıkça işçi sınıfının genç kuşaklarının eğitim hakkını kullanma imkanları da ortadan kaldırılıyor. Elbette kapitalist sistemde eğitimin niteliği de sermayenin ihtiyaçlarına göre belirleniyor. Müfredat ve icraatlarla gençliğe gerici ideolojiyi empoze eden rejim, işçi ve emekçi çocuklarına kapitalistlerin ücretli kölesi olma ya da işsiz kalma ikilemini dayatıyor.

Sermaye iktidarı bu noktada, verdiği 650 liralık kredi ve bursu bir lütuf olarak sunuyor. Yoksul işçi ve emekçi çocuklarına “650 tl’lik eğitim alabilirsiniz” diyor. Tabi bu “lütfu” sunarken “elinize dizinize dursun” demekten de vazgeçmiyor.

Oysa “eğitim hakkı” insanın insanca çalışabilme ve yaşayabilmesi için en temel haklarından biridir. Ancak rejimin pervasızca uyguladığı neoliberal politikalarla bu hak günden güne aşındırılıyor.

Barınma temel bir insani haktır. Ancak kapitalist sistem eğitim alanını pazara dönüştürürken barınma hakkını da aynı kapsama alıyor. Eğitim hakkının kullanılması için ön koşul olan bu hak, yoksul işçi ve emekçi çocukları için giderek erişilmez bir hal alıyor. Erişebilenler ise en kötü ve niteliksiz haline razı olmaya zorlanıyor! AKP-MHP rejimi KYK yurtları ile tarikat ve cemaat yurtlarını “en ucuz” diye pazarlıyor, emekçi çocuklarını gericiliğin yuvası haline getirilen bu yerlere doğru itiyor. Buraları, Ortaçağ artığı dinci ideolojisini gençlere empoze etmenin imkanı olarak kullanıyor.

İşte bu yüzden barınma sorununu yalnızca öğrencilerin fiziki olarak kalacağı yer, yatacağı yatak üzerinden ele almak doğru değildir. Barınma sorunu paralı eğitim uygulamalarının doğrudan bir sonucudur. Tek başına, ayrı ele alınacak ve ayrı çözüm üretilecek bir sorun değildir. Barınma sorununa geçici çözümler elbette üretilebilir. Tarikatlara, cemaatlere peşkeş çekilmiş çeşitli binalar, israf edilen ve atıl bırakılan kamusal alanlar dönüştürülüp yurt yapılabilir. Belediyelerin olanakları seferber edilebilir. Yurtlara yapılan zamlar da geri alınabilir. Bu, barınma sorununu geçici bir süreliğine hafifletebilir ama sorunu kalıcı olarak çözmez. Sorunun kısa sürede daha ağır bir biçimde yeniden ortaya çıkmasını engelleyemez. Sermaye iktidarı ilk bulduğu fırsatta bütün bu geçici çözümleri rafa kaldıracaktır. Çünkü barınma sorunu genel olarak eğitimin kapitalist piyasaya açılmasından kaynaklanmaktadır.

Elbette gençlik barınma hakkı için mücadele yürütmelidir. Sorunu ağırlaştıran rejime belli alanlarda geri adım attırabilmek için bu mücadele şarttır. Bununla birlikte bu mücadele, doğrudan kapitalist sistemin eğitime dönük uygulamalarını da hedef almalıdır. Barınma sorununun paralı eğitim uygulamaları ile bağını kurmadan verilecek bir mücadele en iyi ihtimalle geçici çözümler sağlayabilir. Sorun özü itibarıyla yerli yerinde kalır. Çünkü barınma krizi kapitalist sistemin yapısal sorunlarından biridir. Barınma krizini yaratan sistem, yarın bunun yanına başka sorunlarını da ekleyecektir. Geniş gençlik kesimlerinin ortak ve yakıcı sorunu olan eğitim hakkı, bugün barınma krizi ile, yarın bir başka kriz ile kendini gösterecektir. İşte bu yüzden eğitim hakkı sorunları kapitalist sistemi ve sermaye düzenini hedef alan bütünlüklü bir bakış açısıyla ele alınmalıdır.

İki yılın ardından üniversitelere dönen gençlik bu krizler yumağına karşı bağrında önemli bir mücadele dinamiği biriktirmiştir. Gençlik içerisinde eğitim hakkının parasız, nitelikli, ulaşılabilir olmasına dönük bir bilinç oluşturmak ve bu eksende mücadeleyi büyütmek geleceği kazanmak için olmazsa olmazdır.

 

 

 

 

 

“Boş ceviz”

 

Türkiye’de mevcut sistem işçi ve emekçiler için çoktandır çekilmez hale gelmiş bulunuyor. Son süreçte muhalefetteki burjuva partiler (Millet İttifakı, Gelecek ve Deva vb.) sistemi yeniden onarmak için canhıraş bir çaba içindeler. Erdoğan’ın tek adam rejimine karşı seçime endeksli “parlamenter sisteme dönüş” çalışmaları yoğun şekilde sürüyor.

Öte yandan Erdoğan ve Bahçeli de kerameti kendinden menkul tek adama dayalı (Başkanlık Sistemi) ucubeliği sürdürme kararlılığı sergileyip duruyorlar. Çünkü her ne kadar Erdoğan “Geri dönüş yok” dese de duvara tosladığını ve kendi tabanında da hızlı bir erime ve güven kaybı yaşadığını yapılan kamuoyu araştırmaları yansıtıyor.

Geçenlerde, Erdoğan’ın Pandora kutusu, eski Başbakan, kaybedip yenilgiye doymayan “düşük profilli aday” Binali Yıldırım bir TV muhabirinin “Efendim, hepimiz sizi bekliyorduk” sorusuna yerinde bir cevap verdi: “Hayrola?” Muhabir, “Muhalefet parlamenter sisteme geri dönüşte ısrar ediyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Başkanlık sisteminden geri dönüş yoktur’ dedi” mealinde bir soru sordu hayrolacı Binali’ye. O da “Bu sistem kendisini geliştirecek” deyiverdi. Yıldırım bu söylemi ile sistemin iflasının üzerini örtmek ve gerçekleri gizlemek için gelişimden dem vurup, kendi tabanını motive etmeye çalışıyor.

Erdoğan’ın tespiti doğrudur!

“Geri dönüş yoktur” tespiti bir bakıma doğrudur. Zira Erdoğan ve AKP’nin 19 yıllık süreci tam bir ceviz kurdu hikayesidir. Birçok insan bu dönüşü olmayan “fetih” kıssasını biliyordur muhakkak. Genç, cılız, çevik, açlıktan gözleri hırs bürümüş bir meyve kurdunun trajik fetih hikayesidir bu. Hikaye, Erdoğan’ın neden “Bundan dönüş yooooktur” diye bağırıp durmasını da açıklıyor.

Ceviz kurdu, gireceği kadar bir delik açarak cevizin içine girer. Cevizin içi insan beynine benzer, kurt başlar onu yemeye. Yedikçe şişmanlar. Karnı büyür. Yeterince yükünü tutup doyunca gitmek ister  ama açtığı delikten çıkamaz. Daha da kötü olanı; içi yenilen ceviz de kurumuş ve sertleşmiştir, o deliği genişletme artık imkansızdır. Delikten geçip çıkmak için tek çare, zayıflamayı beklemekti. Obur kurt aç kaldıkça zayıflar, eski cılız haline döner. Ve bir gün çıkar. Ama çıktığında mevsim bitmiş, ortada aç ve cılız bir kurtçuk ile bir içsiz ceviz (bir ülke) kalmıştır.

İşte malum “şahsım”da da doyma sensörleri arızalı olduğu için “dönüş yok” diyor. Durum bu. Kurtçuk çıktı çıkmasına ama önü kış, herkes aç açıkta. Artık kendini çekiştirerek, ayaklarını sürterek kımıldamaya çalışıyor. Hafıza deseniz karışık. Üzerinde kaldıramayacağı bir ton “metal yorgunluğu” var artık. “Dönüş yoktur” demesi cevizin boş olduğunu bilmesi ve ölümcül sonucu görmesinden hareketle yeniden hayatta kalmasını sağlayacak bir zaman kazanma, durumu uzatma çabası ve kuyruğu dik tutma çırpınışıdır.

“Dönüş yoktur”un bizdeki anlamı “elbette ki” Nazım’ın şu dizelerinde ifade ettiği gibidir:

“Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:

- çürüyen diş, dökülen et-,

bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler.”

M. İmran