İçindekiler:

15 Ağustos 2021
Sayı: KB 2021/Özel-29

Çıkış mücadeleyi büyütmekte!
Kokuşmuş saray rejimi ve sonrası
Yangınlar, devlet, şovenizm ve çıkış
Doğanın yağması, rant ve yangınlar
Baskı ve yalanlara karşı...
Sinbo direnişinde Ankara yürüyüşü
Irkçılık emekçileri birbirine kırdırıyor!
MİB Gebze’de MESS anketleri ile fabrikalarda
Karl Liebknecht 150 yaşında... Yeni yöntem (demokrasi sorunu ve revizyonizm)
Wuppertal’de Engels anmasına polis terörü
Engels anmasına tahammülsüzlük üzerine
Hak ve özgürlüklerimizi kararlılıkla savunacağız!
Almanya’da makinistler grevde
Taliban’ın yükselişi ve Orta Asya’da “alarm”
“Gölgesi satılamayan ağaç” alev alev...
Aşı karşıtlığı mı, düzene güvensizlik mi?
Eğitim politikalarında değişen bir şey yok
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Aşı karşıtlığı mı,
düzene duyulan güvensizlik mi?

C. Ozan

 

Dünyada 2019 yılında baş gösterip hızla yayılan Covid-19, 11 Mart 2020’de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından pandemi ilan edildi. Pandeminin ilanından bu yana yaklaşık 1,5 yıl geçmesine rağmen, korona belasıyla baş edilmek bir yana, virüsün mutasyona uğramış delta ve alfa gibi daha tehlikeli varyantları insanlığı tehdit etmeye devam ediyor.

Güncel verilere göre, başta yoksul ülkelerde olmak üzere, dünyada hala 200 milyonu aşkın tespitli korona vakası bulunuyor. Yine tespit edilebilen rakamlara göre şu ana kadar yaklaşık 4,5 milyon insan koronadan hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden insan sayısı bakımından ABD, Hindistan, Brezilya, Meksika, Rusya ve İngiltere gibi ülkeler ilk sıralarda yer alıyor.

Bilim ve teknolojinin had safhada geliştiği bir çağda, bir virüsün insanlığa bu kadar pahalıya mal olması, bilim ve teknolojinin çaresizliği değil, aksine ona hükmeden kapitalizmin insan sağlığına ve yaşamına değer vermemesinin ifadesi olabilir ancak. Baştan beri canlı tanığı olduğumuz bütün süreç bunun sayısız örneğiyle doludur.

Kârı ve parayı insan sağlığına tercih eden kapitalistler, bu kirli çarkın dönmeye devam edebilmesi için aşıyı bulma konusunda ellerini oldukça çabuk tuttular. Daha bir yıl bile dolmadan, normalden 5-10 kat bir hızla ilk aşılar üretilmeye başlandı. Aşının bulunması, insanlığa derin bir nefes aldırsa ve virüsle mücadeleyi bir üst seviyeye çıkarsa bile, aşı da kısa sürede kapitalizmin kirli ilişkilerinden nasibini almaya başladı. Burjuva dünyanın çifte standartçı ve eşitsiz bütün yasaları, aşılamada da karşımıza çıktı.

Kapitalist dünyada suyun başını tutan bir avuç emperyalist, aşıların büyük kısmına el koyarken, aradan geçen uzun zamana rağmen, dünyanın büyük çoğunluğunu oluşturan yoksul ülkeler henüz aşıya ulaşabilmiş değil. Tamamı Asya, Afrika ve Latin Amerika’da bulunan 50 civarında ülkeye henüz aşı girmemiş durumda.

“Patent yasası” denen gerici kapitalist yasa, tüm dünyada aşıların hızlı ve yeterli bir şekilde üretilmesinin önündeki en temel engellerden biridir. Yakın zamanda DSÖ’nün başta ABD olmak üzere, zengin ülkelere 3. doz aşıdan vazgeçip, bunları aşıdan yoksun ülkelere gönderme önerisi reddedildi.

Fakat aşılamanın istenilen hızda ilerlemesine engel olan başka şeyler de var. Son zamanlarda tüm dünyada gittikçe artan ve belirginlik kazanan “aşı karşıtlığı” bunlardan biri örneğin. Zira pandemiyi geride bırakabilmek için toplumun en az %70’inin aşılanması gerekiyor. Ne var ki aşılanmak istemeyen çok sayıda insan, bu orana ulaşmayı geciktiriyor. Geciktikçe de ortaya çıkan yeni varyantlar, toplumda vakaların ve ölümlerin yeniden yükselmesine neden oluyor.

O yüzden de özellikle yeterli aşı stokuna sahip ülkelerde baş gösteren 4. dalga, “aşısızların pandemisi” olarak anılıyor. Düzenin böyle bir nitelemeyle kendi sorumsuzluklarını, “aşı karşıtlarının” üzerine atması bir yana, insanların tanık oldukları sayısız olgu üzerinden aşıya temkinli yaklaşmalarının da anlaşılır sebepleri var.

Bu arada aşı karşıtlığı ile “aşı kararsızlığı” da aynı şeyler değil. Aşı karşıtlığı, özellikle Batı ülkelerinde, pandemi süreciyle birlikte bazı ırkçı-faşist kesimlerin, komplo teorileri üzerinden istismar etmeye çalıştıkları bir eğilimdi. Fakat aşı yapma konusunda kararsız olanların sayısı, bu marjinal ırkçı kesimleri katbekat aşan bir nicelikte. Daha geçen hafta Fransa’da hükümetin sağlık çalışanlarına aşıyı zorunlu tutması, aşı olmayanların bazı haklardan men edilmesi ve “aşı pasaportu” uygulamasına geçmek istemesine karşı ülke çapında 250 bin kişi sokaklara çıktı. Göstericiler yeni uygulamaları “sağlık diktatörlüğü” olarak nitelendirdiler. Yine başta Berlin olmak üzere Almanya’nın çeşitli kentlerinde de binlerce kişi aşı zorunluluğunu protesto etti. Benzer uygulamalara karşı başka bir dizi ülkede de benzer gösteriler oldu vs.

Bazı güncel rakamlara göre, Türkiye’de aşı yapmaktan imtina edenlerin oranı %15-20 civarında görünüyor. Bu oran Almanya’da önceleri daha yüksekken, şimdilerde %7 civarında seyrediyor. Özellikle aşılama oranının yüksek olduğu ülkelerde, aşı yapanların gittikçe avantajlı duruma düşmeleri aşılamayı dolaylı yollardan da teşvik eden ve hatta zorunlu tutan bir durum yaratması, karşıtların oranını gittikçe düşürüyor.

“Aşı karşıtlığının” temelinde düzene duyulan güvensizlik var

Başta kapitalist dünyanın tepesini tutanlar olmak üzere, burjuva hükümetler, pandemi konusunda son derece ikiyüzlü, tutarsız ve toplum sağlığını hiçe sayan bir pratik izlediler. Aldıkları sözde önlemlerde esas aldıkları şey insan sağlığı değil, aksine daha fazla kâr için sömürü çarklarının dönmesini sağlamaktı. “Maske-mesafe-hijyen”i her şeyin başı ve sonu olarak gören bu zihniyet, parkta gezen insana ceza keserken, emekçilerin toplu taşıma araçlarıyla gittikleri havasız ve sağlıksız işliklerde dip dibe çalışmalarını hiçbir şekilde sorun etmedi. Böylelikle korona çoktan bir işçi hastalığına dönüştü.

Toplumda aşıya karşı kaygıyı ve güvensizliği besleyen bir başka önemli etken ise insanlara pandemi konusunda güvenilir, düzenli, şeffaf ve bilimsel bilginin verilmemesidir. Türkiye’de en güvenilir kurum olan TTB, “Bilim Kurulu”nun dışında tutuldu. “Hasta olmayan vaka sayılmaz” denilerek vaka sayıları gizlendi. Benzer manipülasyonlar ve önemsizleştirmeler hemen her ülkede yapıldı. Özellikle büyük kapitalist işletmelerde çalışanları tedirgin etmemek adına hasta olan veya yaşamını yitiren işçi sayısı gizlendi.

Kârı ve sermaye birikimini her şeyin üstünde tutan burjuva düzenin aşıya yaklaşımı da hiç farklı olmadı. Pandemiyi tam olarak önlemenin biricik aracı olan aşı, her türlü kapitalist rekabete, ticarete ve hatta hegemonya yarışına alet edildi. Aşı yoksul ülkelere bile fahiş fiyata satılırken, emperyalist ülkeler ihtiyaçlarının birkaç katı aşıya el koydular. AB, kendisinin ve ABD’nin ürettiği aşıların dışında, Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkelerin ürettiği aşılara hala resmen onay vermiş değil. Batılı emperyalistler onları yok saymaya ve hatta haklarında güvensizlik yaratmaya devam ediyorlar.

Her şey gibi, aşının da bir pazarı var. 156 milyar dolarlık bu pazar kapitalistlerin iştahını kabartıyor. Almanya’da AstraZeneca ve Türkiye’de Sinovac aşılarıyla ilgili politik, ekonomik ve bazı gerici kaygılarla yapılan tutarsız açıklamalar ve sık sık değişen kararlar da insanların aşıya olan güvenini sarsmada etkili oldu.

İnsanların aşı maddesinin içeriği, olası kısa ve uzun vadeli yan etkileri vs. konusunda yeterince bilgilendirilmemesi güvensizliği besleyen bir başka etkendir. Zira her metabolizmanın aynı maddeye reaksiyonu farklı olmaktadır. Bu yüzden her insanın durumu ayrı ayrı ve ayrıntılı bir şekilde ele alınmalı, sonuçları gözlenmeli ve yeni üretimlerde veya aşılamada bu durum göz önünde bulundurulmalıdır. Halk sağlığını hiçe sayan bir düzenin bunu bu aşamada yeterince yapmayacağı açıktır.

Burjuva düzenin insan sağlığını hiçe sayan ranta ve kâra dayalı sağlıksız yaklaşımının toplumda yarattığı kaygılara ve güven kaybına bir de sosyal medyadaki bilgi kirliliği ve çeşitli komplo teorileri eşlik etmektedir. Sosyal medya mecraları bilinçleri bulandıran, insanları yanlış yönlendiren ve neye hizmet ettiği belli olmayan yığınla bilgiyle dolu. Bilimsellikten ve şeffaflıktan yoksun resmi kurumların yarattığı bilgilendirme boşluğunu sosyal medya doldurmaktadır. İnsanlar sosyal medyada yayılan, bilimselliği ve doğruluğu tartışmalı bilgilerin etkisine maruz bırakılmaktadır.

Aşı ile ilgili sosyal medyada dolaşan, “İnsanın genetiğini değiştiriyor”, “Kısırlık yaratıyor”, “Pıhtılaşmaya yol açıyor”, “Aşı olan da tekrar yakalanıyor” veya tescil edilmemiş türlü yan etkilerle ilgili çeşitli komplo teorileri ve yalan yanlış bilgiler, özellikle emekçileri fazlasıyla etkiliyor.

İkna olmayınca yaptırım!

Kapitalist sistemin pandeminin başından bu yana sergilediği her pratik emekçilerin güvenini kaybetmesine fazlasıyla yetti. Bir kere kaybedilen güvenin yeniden kazanılması da kolay olmuyor tabii. “Yalancı çoban” misali şimdi bazı doğrular ifade edilse bile bu, güveni geri getirmeye yetmiyor.

İnsanları ikna etme gücünü gittikçe yitiren düzen, gittikçe daha fazla yaptırımlara başvuruyor. Başlarda kimsenin aşı yapmaya zorlanmayacağını söyleyenler, dolaylı ve dolaysız bazı uygulamalarla aşılanmış insan sayısını arttırmaya çalışıyorlar. En son başta AB ülkeleri olmak üzere tüm dünyada “aşı pasaportu”, “HES kodu”, aşılı olmayanların bazı mekanlara girememesi veya bazı hizmetlerden faydalanamaması gibi yöntemler toplumda tepkilere yol açıyor.

Aşı olmak yaşam hakkına saygının gereğidir

Pandeminin önüne geçmenin en etkili, en kestirme ve en bilimsel yolu aşı olmaktır. Hiçbir aşı %100 koruma sağlamıyor elbette. Piyasadaki aşılar %50 ile %90 arasında değişen koruma oranlarına sahip. Aşılı olan insanlarda, virüs mutasyona uğrasa bile, tekrar ağır şekilde hastalanma ve ölüm oranlarında çok büyük düşüş olduğu deneyimlerle sabittir. Bu durumda “Aşı olanlar da tekrar hastalanabiliyor” söyleminin bir geçerliliği yoktur. Aşı olmak toplumsal bir sorumluluktur aynı zamanda. Yaşam hakkına saygı duymanın bir gereğidir. Kişi sadece kendi sağlığından değil, başkalarının sağlığından da sorumludur. Aşı olmaktan kaçınan birisi sadece kendi sağlığını değil, toplumun sağlığını da tehlike attığını bilmelidir. Dolayısıyla “Aşı olmak bir tercih değil, toplum sağlığı için gerekli ve vazgeçilmez bir uygulamadır.”

Emekçilerin burjuva düzene tepki ve güvensizlik duymaları için sayısız sebep olsa bile, bunu aşı olmama şeklinde dışa vurmaları çarpık bir bilincin ifadesidir. Karşı çıkılması gereken aşının kendisi değil, aşıyı bile insanlığa karşı bir silah olarak kullanan, her türlü eşitsizliğin ve çarpıklığın kaynağı olan bu düzendir. Zira kapitalizm yaşadığı müddetçe pandemiler de yaşamımızın bir parçası olmaya devam edeceklerdir. Doğru tutum, toplum sağlığını tehlikeye atan “aşı karşıtlığı” yapmak değil, acil sosyal talepler temelinde, halk sağlığı için en büyük tehlike olan kapitalist sisteme karşı mücadele etmektir.

 

 

 

 

 

Covid-19 yeniden atakta

 

Son bir buçuk yıla damgasını vuran korona pandemisi, dünyada genelinde etkisini sürdürüyor. Türkiye’de 1 Temmuz itibariyle alınan kısmi önlemlerin dahi rafa kaldırılması sonucunda bugünlerde vaka sayıları 25 bine dayanmış, günlük ölüm sayısı tekrar üç haneli rakama dönmüş bulunuyor. Son dönemde birçok dünya ülkesini kasıp kavuran ve Türkiye’yi de etkisi altına alan delta varyantı, bilim insanlarının ifadesine göre şimdiye kadar görünen en tehlikeli varyanttır. Buna rağmen ülkede korona gibi bir sorun yokmuş gibi davranan gerici-faşist iktidar, toplum sağlığını riske atmaya devam ediyor. Bulaş hızı diğer varyantlara göre daha çok olan delta varyantı, rejimin umursamaz tavrıyla da birleşince toplum için felaket günlerinin kapıya dayanması kaçınılmaz oluyor.

Pandemi sürecini eline yüzüne bulaştıran AKP-MHP koalisyonu, işçi ve emekçileri pandemiyle baş başa bırakmakla kalmamış, onları ekonomik olarak da yıkıma uğratmıştır. Pandemide alınan bütün önlemler sermayedarların pandemiden etkilememesini sağlamak ve kâr oranlarını artırmak için teşvikler yağdırmaktan ibaret kalmıştır. İşçi ve emekçilerin payına düşen ise işsizlik, açlık ve sefalet girdabında, kabus dolu günler yaşamak olmuştur. Sırf görüntüyü kurtarmak için açıklanan ve insan aklıyla alay eder türden “önlemler” nedeniyle toplum pandemi süreci boyunca cinnet yaşayacak duruma getirilmiştir.

Toplumsal bağışıklığın kazanması için aşılamanın gerekli olduğu pandemide, Türkiye’de ilk zamanlar aşılama kaplumbağa hızıyla ilerliyordu. Aşının patent hakkını kaldırmayan kapitalist şirketler, aşının yoksul ülkelere ulaşmasına engel teşkil ediyorken, Türkiye’de ilk olarak saray çevresi ve burjuvalar aşılandılar. Pandeminin bütün sıkıntısını omuzlarında hisseden işçi ve emekçiler uzun bir süre aşıya erişemediler. Son aylarda aşıda yaş grubunun düşmesi ve ulaşılır olmasına rağmen aşılamada istenilen düzey hala yakalanamadı. Bulaş zincirini kırmak için nüfusun %75-80’inin aşılanması gerekirken, şimdiye kadar iki doz aşı yapılanların oranı %30’u ancak buldu.

Gerici-faşist iktidar pandeminin başından itibaren gerçekleri gizlediği için toplumda güvensizlik meydana gelmiş ve bu olgu aşıya karşı bir kaygının oluşmasına neden olmuştur. Toplumda meydana gelen aşı tereddüdünü ortadan kaldırmak için hiçbir adım atmayan sarayın Sağlık Bakanı, günlük attığı twitlerle işi geçiştirmektedir. Yine iktidarın senaryosu gereği, koronavirüsün yaygınlaşmasının sorumluluğu bireylerin üzerine atılmakta, iktidar içinse başarı öyküleri yazılmaya devam edilmektedir.

Türk Tabipleri Birliği (TTB), aşı ile ilgili yaptığı açıklamada, “Sağlık Bakanlığı’nın aşı politikası, mevcut durum ve aşı tedariki ile gelecek öngörüleri açık değildir. Aşılar ile ilgili bilgilendirme başta yan etkilerin yönetimi ile ilgili olmak üzere yetersizdir. Bu tutum kabul edilemez ve sürdürülemez” ifadeleriyle, pandemin başından itibaren rejimin sergilemiş olduğu aymazlığı ortaya sermektedir. Uzmanlar aşılama dünyada ve ülkemizde yeterli düzeye ulaşmadığı sürece virüsün yeni mutasyonlara uğrayacağı konusunda uyarmakta, bu durumda, koronavirüse karşı üretilen aşıların ortaya çıkacak yeni mutasyonlara karşı etkili olmama tehlikesinin söz konusu olduğunu vurgulamaktadırlar. Dolayısıyla toplum sağlığını ön plana alan uygulamalar hayata geçmediği müddetçe korona pandemisi aşılmayacak ve insanlık daha büyük tehlikelerle yüz yüze kalacaktır.

Türkiye, dünyanın bazı ülkelerinde hala kırmızı listede yer alıyor. Hastanelerde yoğun bakım doluluk oranının artıyor. Dinci-faşist iktidarın yaptığı tek şey ise, turizm sektörünü canlandırmak adına koronavirüs gibi tehlikeli bir sorununun üzerinden atlamaktır. Böyle giderse okulların açılacağı eylül ayında tablonun daha da ağırlaşması ve kangrene dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir. Toplumun sosyal yaşamını da ciddi düzeyde tehdit eden pandemi krizinin, böyle giderse sorunların daha da ağırlaşmasına yol açması kaçınılmaz görünmektedir.

Pandemi krizinin bir türlü bitmemesi, aksine giderek daha da derinleşmesinin nedeni, insana, doğaya ve canlı hayata hiç değer vermeyen kapitalist sistemdir, onun sömürüye ve kâra doymayan açgözlülüğüdür. Dünyamızın dengesini altüst eden ve her türlü doğal afeti felakete dönüştüren sömürücü asalaklar, iktidarı ellerinde tuttukları sürece tüm insanlığı uçurumun kenarına sürüklemeye devam edeceklerdir. Dolayısıyla sömürü düzeninden hesap sormak ve geri dönmeyecek şekilde tarihin çöplüğüne göndermek tüm insanlığın boynun borcudur.

N. Kaya