İçindekiler:

19 Mart 2021
Sayı: KB 2021/Özel-11

Newroz’dan 1 Mayıs’a...
Kadınların öfkesi sokaklarda!
“Reform yılı” üzerine…
Beka için kapıları aşındırmaya devam
Bir aşı masalı
Hendek’teki işçi katillerinden riyakarlık
Milyonların kabusu işsizlik!
Geleceksizliğe karşı tek çözüm!
Üniversitede “tek kişilik dev kadro”
Paris Komünü üzerine - V. İ. Lenin
Komün dersleri - V. İ. Lenin
“Toplumsal devrimin şafağı”
50. yılında ‘71 devrimci hareketi
Newroz’un isyan ve özgürlük çağrısı…
NATO 2030 stratejisi
Moskova’da Afganistan ‘Zirvesi’
Fukuşima nükleer felaketi 10. yılında…
“Ateş karanlıktan korkmaz!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

50. yılında 12 Mart darbesi ve
‘71 devrimci hareketi

A. Engin Yılmaz

 

12 Mart 1971 askeri faşist darbesinin ve devrim tarihimizin bir kilometre taşı olan ‘71 Devrimci Hareketinin 50. yılındayız. Geleneksel sol hareket payına elli yılın ardından bugün gelinen aşama, yazık ki ‘71 Devrimci Hareketinin gerisine düşmek, bu tarihsel çıkışla yaratılan devrimci miras ve değerlerin ağırlıklı olarak tüketilmesi noktasına varmak olmuştur. Bu tesadüf değildir. Mahirlerin, Denizlerin, İboların yarattığı devrimci mirası ve değerleri yaşatarak bugünlere taşımak, ancak onu daha ileri düzeyde ve işçi sınıfı devrimciliği ekseninde üretmekle mümkün olabilirdi.

Bu başarılmadığı durumda, o geçmişin gerisine düşmek ve yaratılan devrimci mirası tüketmek kaçınılmaz bir akıbet oldu. Devrimci-demokrat ve reformist kanatlarıyla geleneksel sol hareketin bugünkü tablosuna bakıldığında görülen acı gerçek budur. Dolaysıyla ‘71 mirasının devrimci özünün yaşatılması ve yarınlara taşınması, mevcut tablo üzerinden daha büyük önem kazanmaktadır. Bu, tarihimizin yüz akı olan geçmiş devrimci kuşaklara karşı bir borç, geleceğin kuşaklarına karşı ise yerine getirilmesi zorunlu olan devrimci bir sorumluluk ve görevdir.

Kendilerinin halen de ‘71 Devrimci Hareketinin takipçisi olduğunu iddia edenlerin bir kısmı devrimci örgüt anlayış ve pratiğini terk ettiler. Devrimci miras ve değerleri tüketerek, liberal-reformist kimlikleriyle düzenin icazet sınırları içine boylu boyunca uzandılar. Sermayenin parlamentosunda demokrasi mücadelesi vermekten başka dertleri kalmayanlar, ‘71 devrimcilerinin tutuğu yolu yıllar önce terk ederek, gerisin geri TİP çizgisine dönen tövbekarlara dönüştüler. ‘71 Devrimci Hareketinin yarattığı devrimci miras ve değerleri temsil ettiğini idda eden halkçı devrimcilik ise, bir dizi nedenin ve uzun yılları bulan tasfiyeci süreçlerin ardından devrimci değerler ve ilkeler alanında önemli bir erozyon yaşadı. Pratik plandaki radikal konumlarına ve ödedikleri kimi bedellere rağmen varılan bugünkü aşamada onlar da ‘71 devrimciliğinin gerisine düşmüş, dahası ondan kopmuş bulunmaktadırlar.

Halkçı devrimci akımların bir kısmı ideolojik deformasyon eşliğinde varlık-yokluk sorunu yaşayan önemsiz ve ciddiyetsiz çevreler haline gelmiş, bir kısmı kağıt üzerindeki programlarını bir yana bırakarak başkalarının yedeğine düşmüş, kendi geçmişlerinin de gerisine düşerek adeta başka bir konum ve kimlik kazanmış bulunuyorlar. Kimileri ise 50 yıl önce 20’li yaşlardaki genç devrimciler tarafından ortaya konulan düşünsel düzeyin zerrece ötesine geçemeyerek, ona tek bir kelime ekleme yeteneği gösteremeyerek, 50 yıl önceki ideolojik-politik tahlillerde donup kalmış mezhepler konumundadır. Bunlar da birçok bakımdan ‘71 devrimciliğinin mirasından ve değerlerinden kopmuş, büyük ölçüde ciddiyet sorunuyla yüz yüze kalmış durumdalar.

İdeoloji-politik çizgide ve örgütsel yaşamda ciddiyetsizlik ve tutarsızlık, devrimci teoriye ilgisizlik, “döneme uygun politika” ve “yeni açılımlar” adına devrimci stratejik hedeften kopma, ilkeleri umursamama, başkalarının yedeğinde politika yapma, devrimci değerlerde büyük aşınma, sınıfa inançsızlık ve sınıf dışı politika vb. nitelikler geleneksel sol hareketin ortak özelliğidir. ‘71 devrimci çıkışının 50. yılında halkçı devrimciliğin karşılaştığı akıbet ne yazık ki budur. Pratik plandaki radikalizm ve ödenen bedeller bu gerçeği zerrece değiştirmemektedir. Çünkü sorun, temelde devrimci çizgi ve ideolojik kimlik sorunudur.

Sol hareketin bu iç karartıcı tablosu, ‘71 devrimci mirasını ve değerlerini yaşatmayı her zamankinden çok daha önemli kılmaktadır. ‘71 devrimci çıkışının devrimci özünü işçi sınıfı devrimciliği çizgisinde yaşatmak ve daha da ileriye taşımak, onların mirasına bağlı kalmanın ve onların anısını yaşatmanın biricik yoludur. Bunu başarmak ise elbette ki bir niyet sorunu değil, ideolojik-politik bir çizgi ve ciddiyet sorunudur.

‘71 devrimci çıkışının tarihsel önemi ve güncel çağrısı

Dünya, 1960’larda devrimci fırtınalara sahne oluyorken, bu aynı yıllarda Türkiye, sol ve sosyal mücadele açısından yeni bir döneme girmiş bulunuyordu. ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda merkezinde işçi sınıfının bulunduğu büyük kitle hareketi giderek yükseliyor ve militan biçimler kazanıyordu. Fakat işçi sınıfı bu görkemli dönemi devrimci partisinden yoksun kalarak karşılıyordu. Sol adına sahnede bulunan başlıca akımlar ise devrimci değillerdi. TİP parlamentocu, YÖN ile MDD hareketi ise darbeciydi. ‘71 Devrimci Hareketinin çıkışı ile parlamentarizm, reformizm ve ordu darbeciliği reddedildi, devlet tüm kurumlarıyla karşıya alındı ve kurulu düzene devrim uğruna silah çekildi. Bu, tarihi önemde olan ‘71 Devrimci Hareketinin doğumu oldu.

‘71 devrimci önderlerinden Mahir Çayan, cephe, öncülük, kesintisiz devrim vd. alanlarda anlamlı bir düşünsel ve teorik miras bırakırken, Kemalizm ve ulusal sorun alanında burjuva ideolojisinin ’60 ‘lar sol hareketi üzerindeki büyük hegemonyasını kıran Kaypakkaya ise en ileri kopuşu sağladı. Kaypakkaya,Türkiye’nin o günkü özgün koşullarında teorik ve siyasal tahlilleriyle ‘71 hareketi içinde ayrı bir yerde durmaktadır. ‘71 Devrimci Hareketinin marksist teoriden en az etkilenmiş akımı olan THKO, ortaya düşünsel bir miras bırakmasa da, Deniz Gezmiş idam sehpası önünde “Yaşasın Marksizm-Leninizm, Yaşasın Türk ve Kürt halkının kardeşliği” şiarını haykırarak, geriye bir “program” bırakmış oldu. Bütün üstün özelliklerine rağmen bu akımlar elbette proletarya sosyalizmini değil, fakat kent ve kır küçük-burjuva katmanlarının devrimci-demokratik özlemlerini temsil ediyorlardı.

Türkiye’nin reformist geleneğinden devrimci bir kopuşu sağlayan THKO, THKP-C ve TKP-ML’nin, yani İbo, Deniz ve Mahirlerin ortak özellikleri; devrim yapmak isteği ve iradesidir. Bunun gerektirdiği bedeli ödeme tutumu, yaşamını devrime tereddütsüzce adama kararlılığı, seçkin devrimci kişilik ve siper yoldaşlığındaki içtenlikleridir. Onlar mücadeleyi, davayı, örgütü, teoriyi, tutarlı olmayı ve ilkeleri ciddiye aldılar. ‘71 devrimci çıkışında kalıcı olan budur. Reformist tortuya dönüşenler bir yana, çeşitli kanatlarıyla halkçı devrimciliğin sözü edilen bu değerleri ve mirası önemli ölçüde tükettiği bir evrede, devrimci iktidar mücadelesi için yaşamsal önemde olan bütün bu meziyetleri daha ileriye taşımak, ‘71 kopuşunun devrimci mirasına her zamankinden çok daha büyük önem vermek ve yaşatmak devrimin güncel bir çağrısıdır.

Geçmişin gerisine düşerek tükenmek

İboların, Denizlerin, Mahirlerin ve yoldaşlarının yarattığı devrimci mirası ve değerleri yaşatmak, onu günün koşullarında daha ileri düzeyde yeniden üretmekle mümkün olabilirdi. Bu da onu anlayan ve özümseyen, ondan ileriye taşınacak her şeyi alan ama geriyi, başarısızlığı, zaafiyeti temsil eden her şeyle de hesaplaşan bir mücadele demektir. Proletarya sosyalizmi zemininde yeni bir ideolojik-politik ve programatik çizgi, yeni bir örgütsel kimlik ve anlayış, bunun gerektirdiği pratik yönelim, ciddiyet ve samimiyet ortaya konulmadığı sürece ‘71 devrimci miras ve değerlerini yaşatmak mümkün olamazdı. Öncesi bir yana, son 50 yıllık dönem boyunca en ağır ve zor koşullarda bile devrim ve sosyalizm adına ödenen büyük bedellere, sergilenen yiğitliklere, harcanan büyük emeklere rağmen olmadığı da çok erken bir evrede görüldü ve bugünkü yıkım tablosuyla yüz yüze kalındı.

Geçmişe tutucu bir şekilde sarılanların, geçmişin yapısal zaaflarıyla, hataları ve kusurlarıyla sert bir hesaplaşma yaşamayı başaramayanların kaçınılmaz olarak o geçmişin de gerisine düşmeleri kaçınılmazdı. 1980 askeri faşist darbesiyle birlikte yaşanan ağır ve kolay yenilgi, ideolojik-politik ve örgütsel boyutlarıyla tasfiyeci süreçleri ve dağılmayı harekete geçirdi, durum daha da ağırlaştı. Yenilginin sarsıcı ve uyarıcı etkisi de geçmişle hesaplaşmanın vesilesi edilmedi. Ardından uluslararası ölçekte ‘89 çöküşüyle büyük yıkım yaşandı. Çifte yenilgi ve yıkımın ağırlığı altında bir dizi akım sahneden silindi. Döneklik ve kaçış kitlesel boyutlar kazandı. Ayakta kalan devrimci güçler ise kalınan yerde yürünebileceğine inandı. Oysa 12 Eylül askeri darbesi ve ’89 çöküşü Türkiye’de ve dünyada bir dönemi kapatmıştı. Yeni dönem, kapanan dönemi anlamak ve devrimci temellerde aşmak ölçüsünde mümkün olabilirdi.

Bunu başaramayanlar sadece ‘71 Devrimci Hareketinin değil, aynı zamanda kendi geçmiş devrimci mirasının da gerisine düşerek, ideolojik, teorik, programatik konularda, ilkeler ve değerler planında adeta tanınmaz hale geldiler. Geçmişiyle hesaplaşıp yeni bir devrimci çizgi yaratamayanlar, işçi sınıfını politik ve örgütsel çalışmanın merkezine koyamayanlar, niyetlerden bağımsız olarak kendilerini ve devrimci değerleri öğüten bir durumla yüz yüze kaldılar. Bundandır ki “Bu ülkede 1968’den beri, bu kadar çok emek verilip, bu kadar büyük fedakarlıklar yapılıp, bu kadar bedel ödenip de bugüne bu kadar az şey bırakabilen bir ülke örneği az bulunur.”

Geçmişi devrimci tarzda aşarak geleceğe yürümek

Aynı koşullarda ve aynı zor tarihsel dönemde yeni bir hareket olarak şekillenen komünist hareketin, bugün komünist bir parti olarak yaşıyor ve geleceğe yürüyor olmasıyla, aynı dönemde her şeye rağmen önemli imkanlara ve küçümsenemeyecek çok yönlü olanaklara sahip olanların bugünkü iç karartıcı akıbeti asla tesadüf değildir. Geçmişle devrimci temeller üzerinde hesaplaşanlar, o geçmişe ait olan eskimiş, aşılmış, zaaflı, kusurlu ve yanlış olanı reddederek, ama o aynı geçmişte ileri, olumlu ve doğru olan ne varsa almayı ve özümsemeyi başararak, tüm bunları işçi sınıfı devrimciliği zemininde yeniden üreterek geleceğe yürüyorlar. Devrimci teori, devrimci örgüt ve devrimci sınıf bütünlüğünü bünyesinde toplayan ve buna uygun bir pratik çaba içinde olan komünistler, bu özellikleriyle devrimci mirasın ve değerlerin savunulmasının, daha ileriden yaşatılmasının bugünkü güvencesi, ‘71 devrimci mirasının da gerçek temsilcisidirler.

“Geçmişi anlamak ve devrimci tarzda aşmak demek, geçmişin devrimciliğinden daha ileri bir devrimcilik düzeyine, küçük-burjuva devrimciliğinden işçi sınıfı devrimciliğine ulaşmak” demektir. Türkiyeli komünistler bunu başarmıştır. Yeni döneme işçi sınıfının ve tarihsel olarak onun temsil ettiği proleter sosyalizminin damgasını vuracağı gerçeğine bağlı kalarak, işçi sınıfının devrimci teorisini işçi sınıfı içinde yıkılmaz bir maddi güce kavuşturmak için tüm dikkat ve enerjilerini bu alana yöneltmişlerdir. Bütün güçlüklere ve tasfiyeci basınçlara rağmen bunda şaşmaz bir ısrar göstermektedirler. Çünkü işçi sınıfı devrimcileştirilmeden bu ülkede devrim adına yapılacak çok şeyin olmadığını bilmektedirler.

Sol hareket ise bunca deneyime rağmen halen de işçi sınıfından uzaklarda, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşü olan sosyalizm mücadelesi verdiğine inanıyor. İlginçtir ki hemen hepsi de kendisinin işçi sınıfının devrimci örgütü/partisi olduğunu iddia ediyor. Oysa gerçekten de bilimsel sosyalizmin modern işçi hareketinin teorik ifadesi olduğu gerçeğine çoktan yüz çevirmiş bulunuyorlar. Marksist geçinip Marksizm’in sınıf özünü oluşturan teorik düşünceye sırt dönmek, işçi sınıfının devrimci partisi olduğunu iddia etmek ama işçi sınıfına inanıp güvenmemek, işçi sınıfının dışında işçi sınıfının partisi olma hayali kurmak, sol hareketin bugünkü ortak özelliklerinden biridir. Dolayısıyla onlar, devrimci tarihimizin köklerinden uzaklaşmış ve ona yabancılaşmışlardır.

Komünistler ise, “Komünist Manifesto’nun ilanıyla bilimsel pusulasını bulan, 1848 Devrimleri ile ilk devrimci itilimini kazanan, Paris Komünü ile yeni bir safhaya ulaşan ve nihayet Ekim Devrimi’nin büyük devrimci fırtınası ile bütün bir 20. yüzyıla damgasını vuran zengin, dopdolu, onur ve gururla anılan” bir tarihe dayanıyor, buradan kök alıyor, bu kaynaktan besleniyor. “TKİP, yalnızca bu zengin uluslararası tarihi mirasa dayanmıyor. O, Türkiye’nin kendi öz ilerici-devrimci birikiminin de en dolaysız bir ürünüdür. Mustafa Suphiler’in inanç dolu ilk adımları, ... ‘60’lı yılların topluma soluk aldıran taze sol rüzgarı, ‘71 Devrimcileri’nin, Denizler’in, Mahirler’in, İbrahimler’in devrimci çıkışı ve boyun eğmezliği, ‘70’li yılların coşku dolu devrimciliği, 12 Eylül’ün karanlık yıllarının umut dolu devrimci direnci, devrimci tarihimizin tüm bu birikimi, TKİP’yi dolaysız olarak besleyen kaynakları oluşturmaktadır. TKİP bu mirasa dayanıyor, bu kaynaklardan besleniyor, bu birikimin üzerinde yükseliyor. Bugünün Türkiye’sinde bu birikimi işçi sınıfı devrimciliği üzerinden yaşatıyor ve geleceğe taşıyor.”