15 Mart 2019
Sayı: KB 2019/11

Seçimler ve diktatörün bataklığı
Açlık grevleri eylemi ve gerici-faşist kudurganlık
Bu düzen değişmedikçe emekçiler için bir çözüm yolu yok!
Ekonomi son çeyrekte yüzde 3 küçüldü
AKP’nin seçim hileleri
297 günün sonunda Flormar…
Kayseri: Sermaye için cennet, işçi için cehennem!
Sınıftan haberler...
Direnen Kale Kayış işçileri: Kararlıyız!
Karabağlar Spor Tesisleri’nde grev sürüyor
İkinci Enternasyonal: Çürümeden çöküşe - H. Fırat
Sınıf çalışmamızın sorun alanları
8 Mart’ta on binlerce kadın sokaklara çıktı
Dünyada 8 Mart’tan yansıyanlar
Cezayir’de halk sokaklarda
Verilecek oyumuz yok, sorulacak hesabımız var!
Gen tasarımı ya da zenginler için “üstün ırk” yaratmak!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cezayir’de halk sokaklarda…

Genel grev karşısında geri adım ve istifa

A. Vedat Ceylan

 

20 yıldır Cezayir Cumhurbaşkanı olan Abdülaziz Buteflika’nın 5. kez adaylığının açıklandığı 22 Şubat 2019’dan beri Cezayir’de protestolar devam ediyor. Protestoların hedefindeki Buteflika 2013’te geçirdiği bir kalp krizi sonucu felç kalmıştı ve o günden bu yana kamuoyu önüne nadiren çıkıyordu.

Yokluk ve yoksulluğun cenderesindeki işçi ve emekçiler Abdülaziz Buteflika şahsında sisteme olan öfkelerini sokağa taşımış bulunuyorlar. Sermaye temsilcileri ise ayaklanmaların Abdülaziz Buteflika’ya karşı öfke sınırlarında kalması için ellerinden geleni esirgemiyorlar.

Bugün Cezayir’de yaşananları daha iyi anlayabilmek için Kuzey Afrika’nın bu 41 milyon nüfusluk ülkesinin tarihine kısaca bakmakta yarar var.

Cezayir 1830’da Fransa tarafından işgal edildikten sonra 1962 yılına kadar, 132 yıl boyunca Fransa’nın sömürgesi idi. Sömürgeci-işgalci Fransız emperyalizmine karşı Cezayir halkı defalarca başkaldırdı, ayaklandı. Bu ayaklanmalarda on binlerce Cezayirli hayatını kaybetti.

İkinci paylaşım savaşı yıllarında Fransız emperyalizmi Cezayir’e bağımsızlık vaat ederek, Cezayir’in Fransa’nın yanında savaşa katılmasını sağladı. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın akıbeti belli olur olmaz, işgalci Fransız emperyalizmi Cezayir’de ulusal kurtuluş ümidini kanla bastırdı. 8 Kasım 1945’te, 20 binden fazla Cezayirlinin ölümüne neden olan Setif ve Guelma katliamları gerçekleştirildi. Fransız emperyalizmi bu katliamlarla Cezayir halkının bağımsızlığa dair bütün umutlarını, bir daha yeşermemek üzere, gömdüğünü düşündü.

1950’li yıllara kadar çok dağınık olan ve bir dizi gruptan oluşan ulusal kurtuluş hareketleri, bu yıllardan itibaren sömürgeciliğe karşı birleşmek için harekete geçtiler. Sömürgeciliğe karşı birleşmeden hareketle, adına Birlik ve Eylem İçin Devrimci Komite (CRUA) denilen bir birlik kuruldu. Bir süre sonra, 1954 yılında bu birlik Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) adını aldı.

FLN’li yıllar

FLN, işgalci emperyalistlerin beklemediği bir anda, 1 Kasım 1954’te, Cezayir’in birçok bölgesinde, aynı anda otuzdan fazla yerde sabotaj eylemi gerçekleştirir. FLN’nin silahlı kolu olan Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (ALN) kuruluşu ilan edilmiş olur. Cezayirli devrimci Cemile’ler bu mücadelenin ürünüdür. Keza aynı şekilde FLN/ALN de Cezayirli devrimci Cemile’lerin ürünüdür.1

İşgalci Fransız emperyalizmine karşı bağımsızlık savaşı ilan eden FLN, kısa sürede hem kentlerde hem de kırsal bölgelerde güçlenerek halk içinde kök salar. Emperyalist işgalciler, halk içinde kök salan FLN’nin etkisini kırmak ve örgütün kökünü kazımak için “terörle mücadele” adı altında harekete geçerler.

Savaş kızıştıkça toplumdaki bölünmeler derinleşir, ciddi kamplaşmalar yaşanır. Cezayir’de yaşayan bir milyon civarındaki çoğu Fransız Avrupalı ile Cezayirliler arasında çıkan çatışmalar, karşılıklı yüzlerce insanın hayatına mal olur.

İşgalciler bir taraftan burada yaşayan Fransızları silahlandırırken, diğer taraftan yerli ajan ve işbirlikçilerini de silahlandırarak FLN’nin üzerine salarlar. On binlerle ifade edilen bu paramiliter haydutlar çetesi, efendileri sömürgeci işgalcilere yaranmak için birbirleriyle yarışırlar.2

FLN önderliğindeki ulusal kurtuluş mücadelesinin güçlenmesi karşısında çaresizlik yaşayan Fransız burjuvazisi taze kan arayışına girer. O dönem sağcı olan hükümet yerine 1956’da yapılan seçimlerde Guy Mollet’in başını çektiği, 4. Cumhuriyetçiler Koalisyonu olarak da bilinen “Sosyalist Parti”, “Komünist Partisi”nin de desteğiyle, iktidara gelir. Gelir gelmez de asli görevi olan Fransız burjuvazisine hizmet etmek için kolları sıvar. İlk elden Cezayir’e 400 bin asker göndererek ülkeyi adeta abluka altına alır ve kanlı katliamlara imza atar. Kanlı katliamlara imaj tazeleme girişimleri eşlik eder. “Halkla bütünleşen asker” görüntüleri, yapılan yardımlar vb. basın aracılığı ile propaganda edilir ve yaşanmakta olan savaşın “insani” amaçlı olduğu propaganda edilir.

1956’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, ihanet batağındaki Fransa Komünist Partisi, Cezayir’in Fransa’ya bağlı kalmasını savunmakla kalmıyor, Fransa’da işgalciliğe karşı gelişen mücadeleyi bastırmak için parlamentoda çıkarılan “Olağanüstü Hal” lehine oy kullanıyordu.

Bugün protestoların hedefinde olan Abdülaziz Buteflika’nın geçmişi o dönemin ulusal kurtuluş mücadelesine dayanıyor. Buteflika, 2 Mart 1937’de Fas’ta doğdu, 1956’da Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne (FLN) katıldı. Bağımsızlığın elde edilmesinden sonra devlet başkanı seçilen Huari Bumedyen’in desteği ile hızlı bir şekilde kariyer basamaklarını tırmandı. 1962’den itibaren Gençlik, Spor ve Turizm Bakanı ve 1963’ten 1979’a kadar Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Buteflika, 27 Aralık 1978’de Bumedyen’in ölümünden sonra cumhurbaşkanlığına aday oldu fakat askeri destekli Şadli Bencedid başkan oldu. 1974-75’te Buteflika, BM Genel Kurulu’nun başkanlığını yaptı. 1981 yılında, hakkında açılan yolsuzluk soruşturmalarından kaçmak için yurtdışına gitti. 1988’de Cezayir’deki isyanlar sırasında ordunun isyanları kanla bastırma tutumunu kınayarak Cezayir’e yeniden dönmenin yolunu açtı. 1989’da Cezayir’e geri döndü ve tekrar FLN’nin başına geçti. Geri dönüşü ve FLN’nin başına geçmesi İslamcı parti Hamas tarafından açıkça desteklendi.

Selefi Huari Bumedyen’in İslamcı sosyalizm söylemlerini de kullanan Bouteflika, FLN’nin başında ve Hamas’ın da desteği ile 1999’da Cezayir Cumhurbaşkanlığına ilk adımını atmış oldu.

20 yıldır cumhurbaşkanlığı koltuğuna yapışan Abdülaziz Buteflika, son iki seçimde seçimleri manipüle etmekle de itham edildi. Manipülasyonların yanı sıra İslamcı Hamas’la kurduğu koalisyonla bugüne kadar iktidarda kalabildi.

Kitlelerin sokağa taşan öfkesi ve genel grevin etkisi

8 Mart 2019’da Cezayir genelinde 15 milyon insan sokağa çıkarak, Buteflika’yı ve onun şahsında açlığı, yokluğu, rüşveti ve yolsuzluğu protesto etti. Protestocular arasında Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesinde sembolleşen, giyotine kahkahaları ile meydan okuyan, şimdilerde 83 yaşında olan, Cezayir’in devrimci Cemile’si Cemile Buhayrat da vardı.

Cenevre’de bir hastanede tedavi gören Buteflika’ya karşı hastane önünde gösteri yapan Cezayirliler ve sınır tanımayan hukukçular, Buteflika’nın karar verme yetisinde olmadığını söyleyerek, karar verme yetkisinin alınmasını ve kendisine vasi tayin edilmesini talep ettiler.

Bu tartışma ve gösterilerin tozu dumanı arasında Buteflika’nın Cezayir’e geri döndüğü haberleri gelmeye başladı.

Ardından ülkede 5 günlük genel grev ilan edildi.

Yapılan genel grev çağrısının hemen ardından, Cezayir devlet ajansı APS Buteflika’nın adaylığını geri çektiği, başkanlık seçimlerinin yıl sonunda anayasa reformu için toplanacak olan ulusal konferansın hemen ardından düzenleneceği haberini verdi. Bu haberlere Başbakan Ahmed Uyahya’nın istifası eşlik etti.

Cezayir kendi geçmişini sorguluyor ve geleceğini arıyor

Cezayir halkı Buteflika rejimine karşı korkularını isyana çevirmiş bulunuyor. Yapılan genel grev çağrısı işçi ve emekçilerin tepkilerini bir üst aşamaya çıkardıklarını gösteriyor. Burjuvazi ise yaptığı yeni manevralarla kitle hareketini ve sınıfın genel grev hareketini dizginlemeye çalışıyor.

Ancak, Cezayirli yazar Kamel Daoud’un söylediği gibi, “Korku duvarı yıkıldı, Cezayir geçmişini sorguluyor, geleceğini arıyor.”

Bir yandan ordunun halkın yanında olduğu algısı yaratılırken (gösterilerde “asker-halk el ele” sloganı bu nedenle üretildi), diğer taraftan yeni diyalog manevralarıyla milyonların hareketi dizginlenmeye çalışılıyor. Ancak Cezayir baharı daha yeni başladı. Toplum uyandı ve işçiler sahnede. Büyük ölçüde apolitize olan insanlar tekrar siyasileşiyor.

Şaşırtıcı olmayan bu gelişmelerin arka planında şöyle bir dünya tablosu vardır ve bu, her geçen gün ağırlaşmakta, yeni yeni kitle hareketlerine yol açmaktadır:

Dünya ölçüsünde ekonomik-sosyal sorunlardaki sonu gelmez ağırlaşma ve çalışan yığınların kazanımlarının sistemli biçimde gasp edilmesi, otuz yıldır sürmekte olan kapitalist ekonomik bunalımla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Ekonomik bunalım 1970’li yılların ortasında patlak verdi. Emperyalist metropoller de dahil tüm dünyayı kasıp kavuran neo-liberal saldırı ise kısa bir arayla 1980’lerin başında onu izledi. Tam da bunalımın faturasını çalışan yığınlara ödetmenin bir yolu olarak. Saldırı o zamandan bugüne kesintisiz biçimde devam etmekle kalmadı, ‘89 yıkılışının sağladığı yeni uygun koşullarda, yeni bir düzeye çıktı, yeni biçimler ve boyutlar kazandı. Emperyalist küreselleşme politikaları bunun ifadesi oldular. Böylece II. Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde emperyalist metropollerde işçi sınıfını ve emekçileri dizginlemede önemli bir rol oynayan ‘sosyal devlet’in de sonu geldi. Kuşkusuz ‘sosyal barış’ın da.” (Tunus ve Mısır: Devrim için dersler, Ekim, Sayı: 272, Nisan 2011)

Cezayir’deki gelişmeler de kendisini çevreleyen sorunlardan bağımsız değildir. Cezayir’de sosyal durgunluk döneminin sonuna gelinmiş, düzen kolay kolay tesis edilemeyecek oranda yara almış durumdadır.

Cezayir burjuvazisi yeni bir manevra yapmış bulunuyor. Yaşanan gelişmeler gösteriyor ki, bütün mesele, mücadele içinde siyasileşen bu kitleye kimin önderlik edeceği ve buna bağlı olarak hareketin hangi yöne evrileceğinde düğümleniyor.

Notlar:

1 Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesinde sembolleşen Cezayirli devrimci Cemile lakaplı Cemile Buhayrad.

2 İç savaşta paramiliter güç olarak kullanılan bu işbirlikçilerin bir kısmı bağımsızlıktan sonra kaderine terk edildi, bir kısmı da Fransa’ya götürülerek açlık ve yoksullukla baş başa bırakıldı.