4 Ocak 2019
Sayı: KB 2019/01

Emperyalist hesapları bozacak güç “işçilerin birliği, halkların kardeşliği”dir!
Menbic, Fırat’ın doğusuna“model” olacak
Düzen muhalefetinin gericilik yarışı
Sivil çeteler iş başında
Yağmaladıkça semirdiler, sömürdükçe büyüdüler
Erdoğan’a göre grevler ‘refahtan’ yapılmıyormuş!
Tarihten öğrenip tarihi aşmak: Netaş Grevi
“Biz bu ülkenin köleleri miyiz?”
Dolara bağlı işsizlik kuru
Yerel seçimler ve liberal hayaller üzerine…
Alman emperyalizmi geleceğe hazırlanıyor
RJ’nin 5. Gençlik Kampı
Kadınlar baskıya, sömürüye ve gericiliğe boyun eğmediler
Asgari ücret en çok kadınları ilgilendiriyor
2018 yılı ve gençlik
Eğitimde gericilik: Trajikomik bir hikaye
Sermaye devletinin tarihinden kanlı bir kesit: Ümraniye Cezaevi Katliamı
AKP şefinin Metin Akpınar-Müjdat Gezen davası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP şefinin Metin Akpınar-Müjdat Gezen davası…

Sanata ve sanatçıya saldırılar

 

Kendisini sanat, spor, siyaset, hukuk vb. gibi birçok alanın otoritesi olarak gören bir diktatör ve iktidar ile karşı karşıyayız. Kendisini her şeyin başı sonu sayan AKP şefi, “sanat otoritesi” olarak da kimseye göz açtırmıyor. Başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun birçok kesimini baskı altında tutmaya çalışan “sanat otoritesi” kadına, çocuğa, doğaya, hayvana, sanata düşmanlıkta rakip tanımıyor.

Tiyatro oyunlarını yasaklayan, opera ve balenin üzerinde baskı kuran, karikatüristlere, sanatçılara saldıran “sanat otoritesi”, kendisini eleştiren herkese parmak sallamaya, mahkemelerin-hapislerin yolunu göstermeye devam ediyor.

Tayyip Erdoğan ve yardakçılarının Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e saldırıları, bunun son halkası oldu. Barış Atay, Pınar Aydınlar, Levent Üzümcü ve adını saymakla bitiremeyeceğimiz birçok sanatçıya saldıran “sanat otoritesi” belli ki kendi iktidarının sarsılmasından son derece korkuyor. Direk kendi adı verilmeden yapılan genel eleştirilerde dahi alınganlık gösterip saldırması, aslında kendisini çok iyi tanımasından ve eleştirilerin olabildiğince isabetli olmasından kaynaklanıyor. Normalde herhangi bir eleştiri karşısında rahatlıkla, “Bu söylenilenlerin benimle alakası yok” türünden rahat bir tavır sergilenebilmesi gibi bir seçenek varken, eleştiriler karşısında saldırganlaşması, eleştirilere konu edilen kötülüklerin sermaye diktatörü tarafından sahiplenildiğini gösteriyor.

Bir kişiden bahsediyor olsak da bu tutum ve davranışlar aslında din istismarcısı iktidar ve devlet şahsında genelleşmiştir. Kendinden olmayana veya en cılız muhalefete dahi saldırmak AKP’nin tepesinden alt kademe yöneticilerine, hatta dağıtılan sadakalara tav olan mahalleli AKP destekçilerine kadar tüm gerici bünyeye bir virüs gibi yayılmıştır. Kültür Bakanından Diyanet İşleri Başkanına, AKP’li belediye başkanlarından parti yöneticilerine kadar her kademede sanat eserleri ve sanatçılar hakkında saldırgan söylemler aldı başını gidiyor.

Yargı da boş durmuyor tabii, “sanat otoritesi”nin ucube söylemini emir telakki ediyor. Tepeden tırnağa yasakçı tutum içerisindeki iktidarın şefi, bir programda faşizme karşı düşüncelerini ifade eden Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’a saldırarak sözde hukuk insanlarını “görev”e çağırınca, rezalet manzumesine yeni satırlar ekleniyor. Ve sermayenin diktatörü tesadüfen aynı günlerde hiç utanıp sıkılmadan “En tam demokrasinin uygulandığı az sayıdaki ülkeden biriyiz” diye buyuruyor.

Böylesi bir düzende sanatçı olmak bedeller ödemeyi gerektiriyor. Sınıf ve kitle hareketinin son derece geri olduğu bir dönemde aydın ve sanatçıların düzen içi muhalefetleri dahi hedef zorbalığın hedefi haline gelmelerine yetiyor. Fakat bunun böyle olması saray soytarısı olunmasını meşru kılmaz. Ya da Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in saldırıya uğradığı günlerde Mazhar Alanson gibi inceden inceye din istismarcılarıyla köprüler döşemenin (“Yandım” şarkısına dair açıklamalar vb.), “sanatçı”lıkla bir alakası kurulamaz.

Günümüz Türkiye’sinde muhalif olmak, iktidarın baskılarını teşhir etmek, işçi ve emekçilerin yaşamlarında karşılaştıkları sorunları işlemek kendi başına bir sanatçıyı güçlü kılmıyor. Sanatçı kaderini işçi sınıfının kurtuluş mücadelesiyle birleştirmedikçe, kendisinin saldırılar karşısında dik durması zorlaşıyor. Ayrıca aydın-sanatçı duruşu işçi ve emekçilerin mücadelesi ile birleşmediği sürece eleştiriler daha elit kalmakla da kalmıyor. Bu durumda hem emekçiler sanatçılarla empati kuramıyor hem de saray soytarılığına –istense de istenmese de- kapı aralanmış oluyor. Düzen sanatçılığının en iyi halinde dahi despot bir iktidarın saldırılarına karşı titrek ve arada kalan tutumların ötesine geçilemiyor.

Açık ki faşist tek adam diktası “Beni ipe götürecekmiş” söyleminden de anlaşılacağı üzere son derece korkuyor. Zaten zorbaların böylesine saldırgan ve baskıcı olmaları derin korkularının ürünüdür. Düzenin temsilcileri de çok iyi biliyor ki bir magmanın üzerindeler ve patlama anını bekliyorlar. Efrîn işgali oluyor, ses çıkaranları “vatan haini” ilan ediyorlar, Havalimanı işçileri çalışma koşullarına karşı eylem yapıyorlar, yanıt yayın yasağı… Kıvılcımların büyük yangınlara dönüşmesinden ölesiye korkuyorlar. Sanatçıların toplum üzerindeki etkisini de bilen gerici iktidar sıkışmışlığını saldırı ile hafifletmeye çalışıyor. Saldırı ile ömrünü uzatacağını sanıyor.

Gerçek sanatçının görevi, zorbaların karşısında onuruyla dimdik durmak ve kaderini işçi ve emekçilerin mücadelesi ile birleştirmektir. Sanatçılar emeğin kızıl bayrağı altında birleşmedikleri sürece ne sanat özgür olabilir ne de sanatçı.

F. Deniz

 

 

 

 

Tutsaklardan yeni yıl mesajları

 

Merhaba,

Her yeni gün, umudun tazelenmesi ve mücadelenin yükseltilmesine kapı aralamaktadır.

Yeni bir yıla daha girerken, taptaze umudumuzu heybemize koyarak, dürülü bayraklarımı omuzlayarak, mücadeleyi zaferle taçlandırmak amacıyla yeni yılınızı kutlar, çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Direniş Hareketi Davası Tutsakları Adına Cihat Özdemir

Kırıkkale F Tipi Hapishanesi B-8


***

Mavi

Ay da açar
Akşamsefası tadında
Hüzünlü bir şiirin ardından
Sesler de yiter.
Vakit, durmuşsa selama
Karanfilleri tutmak için
Yağmurun kanatlarında
Uçarak kucaklarsın güneşi
Düşersen zamansız
Maviliğin karşı yakasına
Yediverenler de açmıştır
Bir öpücük kadar taze
Savrulursun
renkleri, kokuları
Geleceğe dair umutların
Yangın yerine dönen yüreğin
Dizelerinde korlaşsın

05.12.2017 Cihat Özdemir

 

***

Sevgili dostlar merhaba,

Uzun bir OHAL arasından sonra hiç aksatmadan ulaştınız derginiz Kızıl Bayrak ile. Öncelikle duyarlılığınız için teşekkür ediyorum. İçeride kitap, dergi yasağının kalkması için elimizden ne geldi ise yaptık sayılır. Yasaklı olmayan dergiler verilsin istedik. Biraz geç oldu ama sonuçta okumak imkanına kavuşmuş olduk. Bu vesile ile sizlere bir ‘merhaba’ demek istedik.

Yeni bir yıla giriyoruz. Bizim mahpusluk uzadı. 24. yılında. Olsun! Umudumuz halklarımızın emekçilerin ve işçi sınıfının mücadelesi ile yürümekte. ‘Hakka’ yürür gibi diyelim. Değişir bu zulmet değişir bu düzen halkın biriken öfkesinin önünde duramaz hiçbir şey!

Daima umutla, dirençle komünarca selamlarımızı yolluyorum.

Sevgi ve dostlukla nice senelere.

Sadık Sabancılar

Kırıkkale F Tipi Hapishanesi B-10