5 Ekim 2018
Sayı: KB 2018/37

Sınıfın gücünü birleştirme ve mücadeleyi büyütme zamanı!
Derinleşen krize “çözüm” manevraları
Türkiye A.Ş’nin kirli sicilli danışmanı: McKinsey & Company
Mutlusan Elektrik patronu, Haziran Direnişi’ne saldırıyor!
Eaton’da temsilci seçimlerine işçilerin mücadele isteği damgasını vurdu!
Mersin Serbest Bölge’de sigortasız işçilerin resmi
Taşeron işçilerinden eylemler
“Eylül ayında en az 157 işçi yaşamını yitirdi”
TOMİS MYK Ekim ayı toplantı sonuçları
Devrime ve sosyalizme adanmış yarım yüzyıl!
Cihatçılar İdlib’den temizlenecek, “diyeti” Türkiye halkları ödeyecek!
Alman burjuvazisi kalifiye eleman avında!
Tehditle kabus arasında Siyonist rejim
Direnişçi hareketler Abbas’ın teslimiyetçi çizgisini reddetti!
Kadın işçiler baskıların son bulmasını ve güvenceli çalışma istiyor!
DLB ve MLB’den çocuk işçilik etkinliği
İnsanlığın baş belası: Kapitalizm
Ankara Katliamı’nın 3. yılı…
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tehditle kabus arasında Siyonist rejim

 

Siyonist İsrail rejiminin başbakanı Binyamin Netanyahu, küstahça tehditlerini savurmak için Birleşmiş Milletler (BM) kürsüsünü de kullandı. BM kararlarına “paçavra” muamelesi yapan bu rejim, BM kürsüsünü tehdit savurma mekanına çevirmekten de geri durmuyor.

İsrail başbakanının hedefinde yine İran vardı. Yıllardan beri siyonist rejim, yayılmacı saldırganlığını “İran tehdidi” zırvasına dayandırıyor. İran’ı suçlamak adına işi uluslararası platformlarda soytarılık yapma noktasına vardıran Netanyahu ise bir “İran şeytanı” yaratmak için çırpınıyor. Tüm çabalarına rağmen, Trump dışında bu maskaralığa kimseyi inandırabilmiş değil.

İsrail savaş aygıtının Suriye topraklarına düzenlediği küstahça saldırıları İran’la gerekçelendiren siyonist şef bu defa Lübnan, Suriye ve Irak’ı tehdit etti. Tabi tehdidin gerekçesi, yine İran’ın bölgedeki faaliyetlerine dayandırıldı.

Soytarılıklarıyla uluslararası alanda maskara durumuna düşen Netanyahu’nun tehdit dozunu yükseltmesinin, İsrail’in açmazlarının derinleşmesiyle de ilgili boyutları var.

İsrail savaş uçaklarının bir Rus uçağını kıskaca alıp düşürülmesini sağlamalarının ardından Rusya’nın S-300 füze savunma sistemlerini Suriye’ye kurma kararı alması, siyonistleri diken üstünde bıraktı. Lübnan Hizbullahı’yla bile karşı karşıya gelmekten kaçınan İsrail, son ana kadar kendisini kollayan Rusya’nın gazabını üstüne çekti. Kuşkusuz ki, Rusya İsrail’e savaş ilan etmeyecek, ama onu korumak için eskisi kadar hassas davranması da olası görünmüyor.

İsrail’in küstahça saldırganlığının öncelikli hedefi, ABD savaş aygıtının doğrudan katılacağı bir çatışmanın fitilini ateşlemektir. Bunu, siyonist rejimin tek güvencesi saymaktadır. Bu kokuşmuş rejim, emperyalistlerin desteği olmadan kendi ayakları üzerinde duramaz. Bu haliyle de yayılmacı, saldırgan, yasa/kural tanımaz politikada ısrar eden İsrail’in tek güvencesi emperyalist merkezlerin sınırsız desteğidir. Destek devam etse de hegemonyası zayıflayan ABD’nin Ortadoğu’da sonucu önden kestirilemez bir savaşa doğrudan girmesi artık kolay değil. Irak işgalinde yaşadığı hezimetten sonra böyle bir maceraya atılmaya hevesli olmadığı görülüyor.

Durumun farkında olan Netanyahu, Trump işbaşındayken savaşı tetikleme hamlelerine devam edecek. Ama tüm girişimlerinin boşa düşme ihtimali yüksektir. Bu yüzden siyonist şefin tehdit dozunu arttırmasını “mezarda ıslık çalmak” diye yorumlamak mümkündür.

Ortadoğu’da ABD’nin emperyalist hegemonyası zayıflarken, İran-Suriye-Hizbullah hattının güçlenmesi ve bu cephenin Rusya ile kurduğu ilişkiler, Netanyahu’nun kabusunu derinleştiriyor.

Elinin altında nükleer silahlar bulunduran İsrail halen yıkıcı bir güçtür. Ancak kapsamlı bir çatışmaya girmesi durumunda ödemek zorunda kalacağı bedellerin çok ağır olacağı da kesindir. Bundan dolayı ABD himayesine sığınarak tehditlerin dozunu arttırıyor.

Siyonist rejimin varlığı bölgesel çatışma riskini yükselten temel sebeplerden biridir. Olası bir çatışmanın İsrail’de yaratabileceği vahim sonuçlar ise, Netanyahu klanının uykularını kaçırıyor. Yani siyonist rejim bir paradoks içindedir. İsrail’in emekçi Yahudileri dahil, bölge halklarının rahat bir nefes alabilmesi için bile, siyonist rejim ve onunla birlikte hareket eden Körfez şeyhlerinin siyasi arenadan atılması şarttır.

 

 

 

 

Berlin ve Köln’de Erdoğan protestoları

 

Tayyip Erdoğan’ın Almanya’ya davet edilmesi, son dönemlerin en çok tepki çeken ziyaretine vesile oldu. Tepkilerin bu kadar yaygın olması hem davetliyi hem davet edeni hedeflemesi, sermayeye hizmet etmek için kurulan tek adam diktasının meşru bir zemin kazanamadığını gözler önüne serdi. 

Erdoğan’ı, 27 Eylül günü uçağının indiği Tegel Havalimanı’nda karşılayan gazeteciler, “Erdoğan Berlin’e iniyor, gazeteciler cezaevinde” pankartı açtı.

Protesto eylemlerinin en kitleseli 28 Eylül günü başkent Berlin’de gerçekleştirildi. Türkiyeli ilerici-devrimci güçlerin yanı sıra Alman sol hareketinden çok sayıda çevre, sendika ve örgütün de katılımıyla gerçekleşen yürüyüş ve mitingde binlerce kişi Erdoğan’ı hedef alan şiarlar yükseltti.

100’ü aşkın bileşenden oluşan “Erdoğan Not Welcome/Hoş Gelmedin Erdoğan” platformu tarafından düzenlenen eylemde, AKP şefini ağırlayan Alman hükümeti de sert ifadelerle protesto edildi.

Erdoğan’ın kaldığı otelin yakınlarında bulunan Potsdamer Platz meydanında gerçekleşen yürüyüş öncesinde kısa bir miting yapıldı.

29 Eylül’de bir caminin açılışı için Köln’e geçen AKP şefi, burada da binlerce kişi tarafından protesto edildi.

Köln’de yine “Erdoğan Not Welcome” platformu tarafından düzenlenen mitinde “Katil Erdoğan!”, “Diktatör Erdoğan!” şiarlarının bulunduğu döviz ve pankartlar dikkat çekti. Gösteriye Erdoğan aleyhine atılan sloganlar damga vurdu

AKP rejiminin IŞİD’le işbirliği yaptığına dikkat çeken eylemciler, bu kirli işbirliğinin başını çeken Erdoğan’ı ağırlayan Merkel’in de bu suça ortak olduğu vurgulandı.

Mitingde konuşan Alman siyasetçi Norman Paech, “O bir diktatör rejiminin başıdır. Bugün Türkiye’de gazeteciler, siyasiler ve akademisyenler cezaevinde. Bunu yapan da Erdoğan’dır. Ancak bütün bunlara rağmen Almanya’da karşılanıyor. Bu utanç verici bir tablodur” ifadeleriyle tepkisini dile getirdi.

Görünen o ki, ülke içinde toplumsal meşruiyeti bulunmayan Erdoğan’ın uluslararası alanda rahat hareket etme alanı da daralıyor.