Bu koşum saltanatı yalan!
Satılığa çıkarılmış dünyada ille de açlıkta, sefalette, yıkımlarda ve savaşlarda doğan, büyüyen, yaşayan ve ölenlerin beşiğidir Hasan Hüseyin Korkmazgil.
Babası Nalbantoğlu Şükrü, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda Kafkas Cephesi'nde savaşmış, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda istiklal madalyasını hakketmiş, savaş sonrasında ise kendi topraklarında esir yaşamış milyonlardan biridir. Ekmekle doyan, ekmekle avutulan ve ekmekle korkutulan milyonlardan birisi...
7 boğaz yüklüdür Şükrü Bey ve geçim için bir ilkokulda hademelik yapmaktadır. Hasan Hüseyin babasının çalıştığı okulda ilkokulu bitirir. Komşusundan ödünç aldığı ayakkabıyla, 60 kilometre yürüyerek parasız yatılı okul sınavlarına girecektir daha sonra ve ardından Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü, öğretmenlik…
Öğretmenlik mesleğinin ilk yıllarında toplumcu gerçekçi sanat akımının temsilcilerinden olan komünist şair Nazım Hikmet’i okuduğu için ihbar edilir. Sosyalist, komünist propagandayı suç sayan anayasa maddeleri gereğince de hakkında dava açılır ve Nazım Hikmet’in de üyesi olduğu Türkiye Komünist Partisi'ne yönelik 1951 davasına dahil edilir. Dava sonucunda onca emeğin, acının, komşudan alınan ödünç ayakkabının, 60 kilometre yürünen yolun hakkı alınır elinden, tüm kamu hakları iptal edilir.
Gemiler, trenler, madenler ve fabrikalar dolusuyum dediği ülke topraklarında, zindanları da doldurur yaşamına Hasan Hüseyin ve Elbistan, Nevşehir’de hapis yatar. Cezaevlerini boşaltır, askerlik yollarına sürülür ve uzun dönem askerlik yapmak durumunda bırakılır.
Askerlik biter ama açlık, yoksulluk, işsizlik pençesinde esirgenir dünya ondan. İnşaatlarda çalışır, resim çizer, arzuhalcilik yapar. Yaşadığını anlatır, anlattıklarını yaşar, şiire dizer. Açlığın, yoksulluğun göğsünde büyüttüğü şiirlerinde ille de yarının sömürüsüz dünyası vardır. Değil mi ki o dünya için dövüşmüştür, değil mi ki o dünya için bayraklı, pankartlı yürüyüşlere, halaylı horonlu grev şenliklerine katılmayı bir aşk gibi duymuştur.
Ezilenlerin şairidir Hasan Hüseyin, ama ille de kavganın
1984’te hayata veda etse de şair, bıçağın kemiği geçtiği bu günlerde direncin türküsü, direncin şiiri olarak harlı yanmaktadır. 57 yıllık yaşamı ve yaşamından süzdüğü şiirleriyle insanca bir yaşamı, tertemiz bir sevdayı ve o büyük davayı ne de güzel anlatmıştır, yaşamıştır.
Onda bitmeyen kavga, geçmişten bugüne ve geleceğe uzanmakta, yarın sömürüsüz dünyanın kurulacağı bilincine belenmiş dizeleri bugünün karanlığını delik delik delmektedir. O kurşunlara ses veriyoruz;
Onlar için her şey bitti
Her şey bitti onlar için
Su değil içtikleri
El değil sıktıkları
Ekmek değil yedikleri
Onlar için her şey bitti her şey
Anaları yok onların
Aşkları özlemleri
Bekledikleri yoktur yoktur
Kime diyecekler güzelim diye
Kime diyecekler gözümün nuru
Kime diyecekler bir tanem diye
Kime diyecekler ömrümün varı
Bitti bitti artık her şey bitti
Onlar için artık her şey bitti
Bu törenler, bu cayırtı
Bu altınlar bu yaldız
Bu koşum saltanatı yalan
Yalan, yalan, yalan, hepsi yalan
Korkudur bayrakları korku
Ne yaslanacak duvar
Ne tutunacak bir dal var
Değil mi ki kırdılar bu fidanları
Değil mi ki ağlattılar bu anaları
Bitti bitti artık her şey bitti
Onlar için artık her şey bitti
“Bu bütün bir savaştır, bir dünyayı kurtarma savaşıdır”
“Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. […] Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum.”
Pamuk, çeltik tozu yutmuş, asıl adı Kemal Sadık Göğceli olan Yaşar Kemal’in sözleridir bunlar ve yazımıza konu olmasının da sebebi bu hayat görüşüdür. İki sınıfa ayrılmış bir dünyada emeğin sesidir Yaşar Kemal.
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı Yaşar ve ailesini Van’dan Çukurova’nın doğusundaki topraklara sürer. Adana pamuk tarlalarında çalışır, ırgatlık yapar, çeltik tarlalarının kahrını çeker Yaşar Kemal. Emek harcar, düşünür, yazar; toprağın da, insanın da halinden anlar.
1940’lı yıllardır, ortaokul son sınıfı terk edip çalışmaya başlayan Yaşar, ellerinin nasırıyla bilgiyi, gerçeği de biriktirmeye başlar. Emekçi elleri sabanın yanında kalemi, kalemi de gerçeği kavramıştır. Bu yıllarda sol eğilimli sanatçılarla tanışır. 14’lü yaşlarında okul kapıları kapansa da yüzüne 17’sinde hapishane kapıları açılır Yaşar’a.
Çorak toprakların yerini fabrikalar almaya başlar, kiralık ülke topraklarında bir bir fabrikalar yükselir. Yaşar Kemal de bir dönem Fransızlara ait Havagazı şirketinde gaz kontrol memuru olur, çırçır fabrikalarında çalışır.
Sömürünün kol gezip özgürlüğün kısıtlandığı, açlığın, işsizliğin gezip dolaştığı memleketinde o, kendine ve kendisi gibi milyonlara “neden” diye sormuş ve yanıt aramıştır; işte bu arayışta komünizm propagandası yaptığı için tekrar tutuklanır, hakkında soruşturmalar açılır.
Yaşar Kemal pek çok hikaye ve roman yazmıştır. Eserlerinde ağalık düzenini, Anadolu halkının sömürülüşünü eleştirmiştir, eşkıyaların direnişini anlatmış, Kürt ve Türk halklarının birbirlerine düşman edilmesine karşı çıkmıştır. “Kendimi seve seve, beraberinde getirdiği tüm sorunlarıyla eski ile yeninin bir arada varolduğu bir geçiş döneminin tanığı olarak nitelendirebilirim” diyerek, gerçeğin tanığı olduğunu söylemiştir. Kendi sözleriyle gerçekliğini ne de güzel anlatmıştır;
“Bu bütün bir savaştır, bir dünyayı kurtarma savaşıdır. İnsanoğlunun alınterini kurtarmaya, insanoğlunun insanlığını, insanoğlunun insani değerlerini kurtarmaya çalışırken insanoğlunun üstünde yaşadığı doğayı da kurtarmaya çalışıyoruz.”
28 Şubat 2015’te 92 yaşında yaşama veda eden Yaşar Kemal isyanın ve kavganın sesi olmaya devam ediyor, saygıyla hatırlıyoruz. |