20 Ocak 2017
Sayı: KB 2017/03

Her şey dinci-faşist iktidarın bekası için!
“Dindar nesil” projesi işlemeye devam ediyor
Dinci faşizme anayasal kılıf: AKP tipi başkanlık sistemi
Sermayeye kaynak aktarmaya devam!
MİB MYK Ocak ayı toplantısı sonuçları
Kazanmanın parolası: “İşgal, grev, direniş!”
Gebze’de yapılan MİB toplantısı sonuçları
Patronlar krizi fırsata çevirmeye çalışıyor
BES’ten “cayma hakkını” kullanarak mücadeleden “cay!”
Petro-kimya işçilerinin mücadele tarihi-2
Sermaye düzeninin zor dönemeci ve devrimci sınıf çizgisi
“Küreselleşme” efsanesinin çöküşü - II
Emperyalist savaş hazırlıkları yoğunlaşırken…
Davos zirvesi ve küresel risk raporu
Nükleer enerji ne kadar güvenli?-2
Metal sektöründe kadın işçilerin durumu ve sorunları-I
Devrim Okulları başlıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Nükleer enerji ne kadar güvenli? – 2

Hurdaya çıkmış reaktörler

A. Deliorman

 

Belçika devleti, ömrü dolmuş-hurdaya çıkmış nükleer santralleri on yıldır hala kullanıyor. Üstelik bu santrallerin kapanmasını on yıl daha uzattı. İki santralin nükleer kazanında kritik sorunlar olduğu halde bu santralleri kullanmakta da ısrar ediyor. Almanya, Lüksemburg, Hollanda ve Belçika kamuoyu zaman zaman tepkisini ortaya koyuyor. Zira bu santrallerden dolayı oluşacak olağanüstü bir durumda en çok etkileneceklerin başında bu ülkeler geliyorlar.

Belçika’daki bu nükleer reaktörlerden Doel 1 ve 2 30 yıl kullanılması için tasarlandı ve yapıldı. Ancak ömürleri, ısmarlama güvenlik raporları ve izinleri alınarak, masa başı kararlarla uzatıldı.

Doel 3 ve Tihange 2 nükleer reaktörlerindeki kritik sorun ise nükleer kazanlarında oluşan hidrojen baloncukları ve kullanım sürelerinin çoktan dolmasıdır. Bu iki reaktör de aynı tipte ve dolayısıyla problemleri de aynı. On yıl önce normal prosedüre göre kapatılması gerekirken, kullanım süreleri on yıl daha uzatıldı. Tihange 2’de yaklaşık 3 bin baloncuk var. Doel 2’de, 2012’de 862 olan baloncuk miktarı 2014’de 12.047’ye çıktı. Peki bu baloncuklar niye oluşuyor?

Nükleer santraller enerji üretmeye başladığında çok uzun süreli çalışıyorlar. Ancak Belçika’daki santraller hurda olduğundan dolayı tasarlanandan çok daha sık durdurulup tekrar çalıştırılıyor. İşte bu düzensizlik reaktör kazanında hidrojen baloncuğu oluşmasına neden oluyor. Ocak 2015’te Viyana Üniversitesi uzmanları çatlakları olan Doel 3 ve Tihange 2 santrallerinin kesinlikle tekrar çalıştırılmaması gerektiği sonucuna vardılar.

Belçika’daki reaktörlerin yaşlı ve problemli olmasının dışında bir diğer sorun da Electrabel şirketinin yoğun sömürü politikasıdır. Az personelle aynı işi yapmak istiyor Electrabel sermayesi. Santrallerde çalışan işçi ve emekçiler yüksek bir tempo ve stres içinde çalışmak zorunda bırakılıyor. Bu da kazalara davetiye çıkartıyor. Konunun kamuoyuna yansıması (Le Soir) sonrasında sermaye şefleri, 350 kişiyi işe almaya karar verdiler. Dolayısıyla yıllardır az personel çalıştırıldığını teyit etmiş oldular.

Öte yandan hurdaya çıkmış santraller doğal olarak daha fazla yatırım ve yenileme gerektiriyorlar. Belçika’daki tesislerde hem nükleer bölümde hem de ek ünitelerde acilen yenileme çalışmasına gerek duyuluyor. Ancak gerekli renovasyon yapılmıyor.

Zorunlu yatırımlardan kısmak ve emek sömürüsünü katmerleştirmek 2014’te nükleer kârların 421 ile 506 milyon avro olmasına yol açtı. 2015’te bu rakamın 630 ila 760 milyon avro olması tahmin edilmiş. Halbuki enerji üretim maliyetleri sürekli artarken satılan enerji fiyatları tarihi bir düşüş içinde. Örneğin Hollanda’nın Borssele kentindeki nükleer santral 2014 yılında 65 milyon avro zarar etti. 2015’te zararın 90 milyon avro olması tahmin ediliyordu.

Bugün nükleer santrallerde büyük bir kaza/felaket olma riskinin, 30 yıl öncesine göre 200 kat daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Bu risklere karşı kuşkusuz belli önlemler alınıyor. Fakat hiçbir güvenlik planı emekçi halkı nükleer felaketten koruyamaz.

Santral güvenliğini pek de takmıyor sermaye. Vurdum duymazlık had safhada. 2012’de Belçika’daki santrallerden iki kişi İŞİD’e katılmak için işten ayrıldı. Haliyle, peki bunlar işten ayrılmayıp sabotaj eylemi yapsalardı ne olacaktı veya bu kişilerin nükleer bilgi ve becerilerini kirli bir savaş için kullanmalarının önünde ne engel var gibi sorular ortada duruyor. Nitekim, 2014 yılında bir sabotaj eylemi gerçekleştirildi. Belli musluklar açılarak nükleer olmayan bölümde türbinin hararet yapmasına neden olundu. Son kazaların ne kadarının sabotaj ne kadarının kendiliğinden olduğu belli değil.

Fukuşima felaketinden sonra marjinal önlemler alındı. Örneğin tüm Belçika çapında iyot hapları dağıtıldı. Bu haplar yalnızca çocuklar ve hamile bayanlar için işlevsel ve radyoaktif iyota karşı koruyor. Hapın etkili olabilmesi için felaketten saatler öncesi alınması gerekiyor. Yani çocuk ve hamile kadınlardan nükleer felaketi önceden sezmeleri bekleniyor(!) Kaldı ki radyoaktif kirlenmenin diğer maddelerine karşı hangi önlemlerin koruma sağlayacağı da belirsiz.

Belçika devletinin olası bir felaket durumuna karşı kararlaştırdığı tedbir, 10 kilometre olan tahliye alanının 20 kilometreye çıkarılmasıdır. Oysa bilimsel olarak bu alanın 75 ila 80 kilometre olması gerekmektedir. Örneğin ABD, Fukuşima felaketinden sonra vatandaşlarını felaket noktasının 80 kilometre uzağına çıkmaları konusunda uyardı. Greenpeace hesaplamalarına göre Doel’da olabilecek bir nükleer felakette, 75 kilometre çemberi içinde 9 milyon insan tahliye edilmek zorundadır. Tihange için bu rakam 5,7 milyondur. Toplam nüfusu düşünüldüğünde, bu resmen Belçika’nın iflası demektir. Bu kadar insanın nereye gidebileceği sorunu orta yerde durmaktadır. Bir başka deyişle, faturayı kaderlerine terk edileceği şimdiden belli işçi ve emekçiler ödemek zorunda kalacaklardır.

Aslına bakılırsa nükleer santraller olağan koşullarda da çevre ve sağlığa zarar veriyorlar zaten. Örneğin nükleer santrallerin karbondioksit salınımı yapmadan enerji ürettikleri iddia ediliyor. Fakat bu santrallerin yapımından yakıt çubuklarının üretimine dek bir dizi süreçte karbondioksit salınımı kaçınılmazdır. Yanı sıra madenlerde çalışan işçiler uranyum madenini çıkartırken önemli oranda radyasyona maruz kalıyorlar. Maden çıkarma sürecinde madenlerin bulunduğu bölgelerdeki yerel halkın da sağlığı bozuluyor çevre kirletildiği için. Ve yine maden bölgelerinde insanların yaşam alanları tahrip edilip yağmalanıyor.

Öte yandan nükleere çevreci maskesi takan sermaye, bu enerji kullanımının örneğin iki katına çıkması durumunda 25 yıl sonra uranyumun tükenecek olmasını gündeme hiç getirmiyor. Atıklarının nerede, ne kadar süre için ve nasıl depolanacağı, hangi riskleri beraberinde getireceği konularının muğlak kalmasını istiyor. Bu konular hep öteleniyor.

Özetle insana, doğaya, uygarlığa düşman kapitalizm koşullarında emekçi halkın nükleere ihtiyacı yoktur. Olağan üretim koşullarında bile önemli dezavantajları vardır. Çevreci veya yenilenebilir enerji değildir. Büyük kaza ve felaketlerde yaratacağı tahribat devasadır ve bu tahribat hiçbir zaman tam olarak giderilemez. Üstelik geçmişten bugüne nükleer santraller daha çok nükleer bomba yapımında ve askeri endüstride kullanılacak malzeme tedariki amacıyla kuruluyor, işletiliyor. Yeni nesil nükleer santrallerin tasarlanması, herkesin bildiği bu gizli amacı değiştirmiyor. Tüm bunlardan ötürü mevcut santraller kapatılmalı, kaçıncı nesil olursa olsun yenileri kurulmamalıdır.

 
§