30 Ocak 2015
Sayı: KB 2015/04

Metal işçileri tüm işçi ve emekçilerin geleceği için grevde!
Soykırımın 100. yılında Türkiye-Ermenistan ilişkileri
Türk-İş ağaları düzen siyasetine su taşıyor!
Grev ve mücadelede yeni evre!
Metal işçileri MESS'e meydan okudu
MİB grev çadırlarını birlikte kurdu
Prysmian işçileri: Sonuna kadar grev!
Avrupa Yakası'nda metal grevi
Grevin rüzgarı Ankara'da!
“Metal grevi DİSK’in grevidir!”
Sınıf devrimcileri metal greviyle dayanışmaya çağırıyor
8 Şubat çağrısı: Direnişçi işçilerle omuz omuza olmaya!
Ankara'da Greif etkinliği hazırlıkları
Karayolu işçisi taşeronluk, özelleştirme ve sendikal ihanet kıskacında!
Syriza: Gelmekte olan sınıf mücadelelerini engellemenin yeni adresi
Yunanistan’a komünizm bu kış gelmez!
Çözüm gerçek bir devrimde!
Yemen iç savaşın eşiğinde!
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden…
On binler Kobanê’nin kurtuluşunu kutladı
“Devletin istediği modelde birliğe ihtiyacımız yok”
8 Şubat mitingine giderken...
Paşabahçe Grevi: Fabrikadan kente, direnişten geleceğe
Emekçi Kadın Komisyonları ve Greif deneyimi
‘Tarihi başarı’dan tarihi bir gün
DGB MYK Ocak ayı toplantısı
Devrim Okulları kavgaya hazırlıyor
MEB’e yürümek isteyen DLB’lilere polis terörü
Hasta tutsak Evrim Erdoğdu’dan mektup
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Syriza: Gelmekte olan sınıf mücadelelerini engellemenin yeni adresi

 

Yunanistan seçimleri beklenildiği gibi Syriza’nın zaferi ile sonuçlandı. Syriza seçimlerde %36.3 oranında oy alarak 149 milletvekili elde etti. Tek başına hükümet kurma şansını iki milletvekili ile kaçırdı. Onu Yunanistan'ın yıllanmış partisi Yeni Demokrasi Partisi ve %6.2 oranında bir oy ve 17 milletvekili çıkararak Altın Şafak adlı azılı ırkçı-faşist parti izledi.

Syriza'nın zaferi Yunanistan'da büyük bir sevinçle ve coşkuyla karşılandı. Syriza'ya oy verenler anında sokaklara çıktılar, kendilerinin eseri saydıkları zaferi kutladılar. Hem de ölçüsüz düzeyde hayaller yayan değerlendirme ve açıklamalarıyla Alman Sol Partisi-Die Linke de sevinç çığlıkları attı. “Sıra Avrupa'nın diğer ülkelerinde” şeklinde bir temennide bulunmayı da ihmal etmediler.

Kardeş parti olarak ÖDP ve şimdiden Haziran’da yapılacak seçimlere hazırlanan HDP de Syriza’nın elde ettiği başarıyı kutlama korosuna katıldı. HDP Syriza’yı kendilerine benzetti, onu herkesten önce arayıp canı gönülden kutladı. Aynı başarıyı seçimlerde kendilerinin de elde edeceği, %10 barajını aşmanın şimdi daha mümkün olduğu mealinde değerlendirmelerde bulundu. Açık ki, HDP, Syriza’nın elde ettiği zaferin estirdiği rüzgarı da arkasına alarak, toplumun kararsız kesimlerini ikna etmek ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında aldıkları oyu aşan bir başarının peşindedir. Kısacası HDP, Yunanistan seçimlerini bunun imkanı olarak değerlendirecek.

ÖDP seçimlerden ölçüsüz düzeyde etkilenmiş olacak ki, hızını alamayıp, yeniden “sosyal Avrupa” rüyası görmeye başladı. AB’ne olan liberal düşkünlüğü yeniden depreşti. Syriza’nın bir başlangıç olduğunu, bu başarının tüm Avrupa’ya yayılacağını dile getirdi. ÖDP’ye göre “sosyal Avrupa” geliyordu ve bu her zamankinden daha çok mümkündü.

Syriza temsilcileri kutlama sırasında biri içe, diğeri de dışa dönük iki dikkate değer açıklama yaptılar. Syriza’nın lideri Tsipras'in ilk mesajı AB’ne dönüktü. Çok vurgulu biçimde “AB ile çatışmayacağız” dedi. Syriza’nın güçlü isimlerinden Teodoros Dritsa ise içe dönük konuştu. Yunanistan Genelkurmay Başkanı Mihailis Dimitris ve polis teşkilatı müdürü Dimitris Tsaknakis’e “orduya ve polise güveniyoruz” mesajını gönderdi.

Hiç kuşkusuz Syriza liderinin açıklaması batılı merkezlerde ve liderleri nezdinde hissedilir bir rahatlatma yarattı. O kadar ki, Belçika'dan üst düzeyde bir temsilci, sürekli olarak AB’ye kafa tutan, zaman zaman sivri sözlerle AB’ye olan borçları askıya alacaklarını açıklayan, bu nedenle de başta Almanya’da olmak üzere, tüm Avrupa ülkelerinde tedirginliğe yol açan Syriaz’yı rahatlatırcasına, Syriza ile borçları ödeme konusunda “esnek” davranacakları mesajı verdi.

Syriza tek başına hükümet kuramıyor. Bu nedenle ANEL adlı sağcı bir parti ile koalisyon kurdu. İki parti sözde önemli kimi konularda ters uçlardalar. Ne hikmetse birlikte olmakta sakınca görmediler.

Yunanistan’daki seçimlerin ve Syriza’nın zaferinin yankıları devam ediyor. Türkiye’nin ve Avrupa’nın yeni dönem liberalleri bir yandan Syriza’yı “bir gelecek umudu” olarak parlatırken, diğer yandan, bu zaferin üzerinden “yeni teorik açılımlar” yapmaya çalışıyorlar.

Yanılgılar, dayanaksız hayaller ve katı gerçekler

Yunanistan, kapitalizmin soluğunu kesen küresel krizden en çok etkilenen bir ülkedir. Krize çare adına yıllardır AB, AMB ve IMF tarafından dayatılan iktisadi ve sosyal yıkım ve soygun politikaları nedeniyle ülke ekonomisi günümüzde iflasın eşiğine gelmiştir. Nedir ki, Yunan ekonomisinin bu perişen hali Avrupa ve dünya halklarına refahın kalesi olarak sunulan AB’nin umurunda olmadı, olmuyor. AB, AMB ve IMF üçlüsü tam bir acımasızlıkla Yunanistan’a kurtarma paketi yalanı ile, paket üstüne paket dayattılar. Maliyesini çökerttiler, işbaşına getirdikleri kukla teknokratlar hükümeti aracılığıyla her dediklerini harfiyen hayata geçirttiler. Krediler verdiler, ancak bunları nasıl ve nerede kullanacaklarını kendi tasarruflarına aldılar. Fiilen mali denetimi de ele geçirdiler. Kısacası AB, aslolarak da Almanya, bu yoksul ülkeyi sömürgeleştirme amaçlı politikalarla adeta bunalttı. Hükümet üstüne hükümet denediler ancak bu da çare olmadı. İktisadi ve sosyal alanda durum her geçen gün daha vahim boyutlar kazandı.

Sömürü katmerli hale geldi. İşsizlik tavan yaptı. Her yerde olduğu gibi Yunanistan işçi ve emekçilerine de sefalet ücreti dayatıldı. Yoksulluk dibe vurdu. Açlık ve sefalet ürkütücü boyutla kazandı. Servet-sefalet arasındaki uçurum büyüdü. Sosyal kutuplaşma tehlikeli bir mecrada gelişirken, toplum sürekli bir gerilim içinde seyretti. Sosyal haklar budandı. Gelecek güvencesinden yoksunluk en yakıcı sorun haline geldi.

Yunanistan işçi ve emekçileri, Troyka'nın bu acımasız saldırılarını sineye çekmedi. Tam tersine, toplumun ezilen ve sömürülen diğer kesimlerini de arkalarına alarak bu saldırılara karşı koydular. İşçiler grevden greve koştu. Bugüne dek tam 15 genel greve başvurdu. Her saldırıya on binler, yüz binler halinde sokaklara çıkılarak cevap verildi. “Krizinizin faturasını ödemiyoruz” deyip, Troyka'ya kafa tuttular. Neredeyse tüm eylemler kapitalizmin simgesi kurumlara, parlamentoya, bu saldırılara aracılık eden hükümet temsilcisi politikacılara, bankalara yöneldi. AB, AMB ve IMF'ye dönük büyük bir hoşnutsuzluk oluştu, tepkiler birikti. Bu kurumlara dönük öfke gitgide arttı.

Toplumdaki sosyal kutuplaşmanın ifadesi olarak, Avrupa’nın diğer tüm ülkelerinde yaşanan, ırkçı-faşist bir saldırganlık Yunanistan’ın da gerçeği haline geldi. Irkçılık bir devlet politikası halinde desteklendi. Irkçı-faşist partiler kollandı, korundu ve gelişmeleri için her türlü imkan sunuldu. Onlar aracılığıyla türlü tertip ve provokasyona başvuruldu. Toplumun başına Altın Şafak adlı bir çete musallat edildi. Bu çeteye cinayetler işletildi. Bu Altın Şafak ki, yeni seçimlerde aldığı oylarla üçüncü parti haline gelmiş bulunuyor. Yunanistan'da da faşizm yakın bir tehlike haline gelmiştir.

Yunanistan halkı Hitler faşizminin vahşetini etinde-kemiğinde yaşamış bir ülkedir. Faşizmin işgalini yaşamış, Haydari Kampları’na tanık olmuştur. Fakat bunların hiçbirini sineye çekmemiş, kendisine yakışanı yapmıştır. Onurunu çiğnetmemiş, direnmiştir. Bir anti-faşist direnme geleneği vardır. Yeri geldiğinde bunu dışa da vurmuştur. Örneğin Altın Şafak çetelerine aman dememiş, lanetlemiş ve kardeş halkların emekçileriyle omuz omuza faşist çetelere karşı da mücadeleler yürütmüştür.

Syriza işte bu tablodan ve bu tablonun önüne sürdüğü imkanlardan yararlandı. Adına “Selanik Programı” verdiği bir programla yığınların karşısına çıktı. Yığınların en küçük hassasiyetini dahi değerlendirdi. Yapıp yapmayacağından bağımsız olarak, Troyka karşıtı hoşnutsuzluğa ve tepkiye “AB’ye boyun eğmeyeceğiz, buna son vereceğiz, ona bizim koşullarımızı dayatacağız” söylem ve vaadleri ile karşılık verdi. Anti Troyka tepkileri okşadı, kendi kanalına akıtmak için tüm imkanları seferber etti.

Sömürüyü sınırlandırma, asgari ücreti yükseltme, yoksulları koruma ve kollama, özellikle gençliği vuran işsizliği azaltma, yaratılacak fonlarla adım adım ekonomiyi düzlüğe çıkarma, ekonomide büyümeyi sağlama gibi pek çok vaatte bulundu. Göçmenlerden yana politikalar geliştireceğini, ırkçı-faşist saldırganlığa karşı olduklarını, sosyal politikalarla işçi ve emekçi sınıfların yaşamında iyileştirmelere gidileceğini de ekledi bunlara.

Bilinir ki, Yunanistan’da denenmemiş bir parti yok. Toplam 7 hükümet eskitildi. Hiçbir partiye ve hükümete güven duyulmuyor bugünkü Yunanistan’da. Bir önemli ve hayati gerçek daha var. Yunanistan’daki sınıf ve kitle hareketi çok zengin bir bileşime sahipti. Ne yazık ki, bu hareket bir programdan, yönden ve hedeften yoksundu. Her şeyden önce ona program yetiştirecek, yön bildirecek, hedef gösterecek, gün be gün ona slogan armağan edecek devrimci bir parti yoktu. Öte yandan tüm militanlığına, bitmez tükenmez mücadele azmine ve dur durak bilmeyen eylemli haline karşın, Yunanistan işçi sınıfı, mücadelesini bir bağımsız sınıf mücadelesi halinde geliştirme politik ve örgütsel olgunluğunda değildi. Gelecek konusunda hazırlıksızdı. İşte bu iki büyük eksiklik, sınıf ve kitleler içinde oluşan, gün be gün gelişen hoşnutsuzluğun, tepkilerin ve öfkenin başka bir kanala, örneğin alternatifsizliğin çok somut olarak yaşandığı Yunanistan koşullarında, Syriza kanalına akmasını sağladı. Kabul etmek gerekir ki bu zor da olmadı. Devrimci bir parti yoktu, ancak kimi burjuva popülist politika ve parolalarla onlara hitap eden Syriza vardı sahnede. Yığınlara geçici bir süreliğine de olsa Syriza cazip geldi, ona yöneldiler ve onu desteklediler. Bir seçim zaferi kazanmasını sağladılar. Gerçek şudur ki, Syriza Yunan işçi ve emekçilerine çok şey borçludur.

Bu arada, bir diğer önemli gerçeği daha hatırlatmakta fazlasıyla yarar var. Kesinlikle Yunan işçi ve emkçiler Syriza'nın programına oy vermiş değiller. Syriza onlar için geçici bir duraktır. Bu kez de onu deneyecekler. Deyim uygunsa emekçi yığınlar önümüzdeki dönemde Syriza’yı ciddi bir sınavdan geçirecek. Peki, Syriza bu sınavdan başarı ile çıkabilek mi?

Syriza nedir, ne değildir?

Syriza homojen bir parti değildir. Sosyal-demokatından euro komünistine, troçkistinden ekolojistine, her türden eğilimi bünyesinde toplayan bir koalisyon, daha uygun bir ifade ile bir şemsiye partidir. Kesinleşmiş, herkesin üzerinde ortaklaştığı bir programı da bulunmamaktadır. Yeni dönem liberallerinin deyimi ile bir yeni dönem halk hareketidir.

İkincisi, Syriza sistem karşıtı bir haerket değildir. O tüm söylemlerine rağmen kendi yerini yine de sistem içinde tarif etmektedir. Olduğu kadarıyla programı, örneğin “Selanik Programı” sistemi aşan bir içeriğe ve niteliğe sahip değildir. Örneğin, en iddialı vaadlerinden biri, AB karşıtlığıydı. Nedir ki, seçimlerden zaferle çıkacağının az-çok bilinir hale geldiği bir aşamadan sonra, tüm keskinliklere son verildi. Program da, kullandığı parolalar da yumuşatıldı. AB karşıtı keskin söylemlerden geri dönüldü. Troyka’ya olan borçların ödenmeyeceğinden, bir kısmını ödemeyecekleri noktasına gelindi. Keza AB’nin muhatap olduğu ve onunla borçlar vb. konusunu yeniden ele alacaklarını söylemeye başladılar. Ve nihayet buna Avro dışına çıkmayacaklarını eklediler.

Nereden bakılırsa bakılsın, Syriza bir sistem partisidir. Onun temelde kapitalizme bir itirazı yoktur. Bu anlamda devrimci de değildir, doğal olarak da anti-kapitalist bir nitelik taşımamaktadır.

Syriza bir sınıf partisi değildir. İşçi sınıfı merkezli olarak dünyayı yorumlamamaktadır. İşçi sınıfı onlar için herhangi bir sınıftır ve ancak diğer herhangi toplum kesimlerinden biri gibidir. Sınıf siyaseti değil, yeni dönem halk hareketlerinin tümüne egemen “kimlik siyaseti”ni esas almaktadır. Tüm sorunları kimlik siyaseti ile çözecekleri inancındadırlar. Sınıf mücadelesi onların kitabında yoktur. Ya da bu ancak aldatıcı bir dolgu malzemesi olarak vardır. Sonuç olarak Syriza tastamam sosyal-demokrat bir koalisyondur. Onun İspanya'daki yeni hareketle, ÖDP, HDP ve Alman Sol Partisi ile kardeşliğinin gerisinde bu ortak eksen vardır. Ki bu, öyle gelip geçici bir durum olmayıp ideolojik bir çakışmanın ifadesidir. Kaldı ki, Syriza temsilcilerinin kendileri de zaman zaman kendi ağızlarından komünist, hatta solcu olmadıklarını dile getirmişlerdir. Bu politika gereği değil, bir gerçeğin açıkça anlatımıdır.

Syriza hükümet koltuğuna oturunca pek çok şey ona farklı gelecektir. Tıpkı kardeş partisi Alman Sol Partisi örneğinde olduğu gibi. O, en fazlasından klasik tüm sosyal-demokrat partilerin yaptığı gibi, kapitalizmin aşırılıklarının törpülenmesine, sömürünün bir parça sınırlandırılmasına, bu çerçevelerde bazı iyileştirmeler için çalışacaktır. Tüm kardeş partileri gibi ileri sürdüğü vaadleri gerçekleştiremeyecek, onlar hayal olarak kalacaktır. Syriza da toplumsal gerçeklere teslim olacaktır.

Son bir nokta, devrimci bir sınıf hareketinden ve onu hazırlayacak bir devrimci partiden yoksunluğun burjuvazi de farkındadır. Bu büyük tehlike, onun avantajıdır ve o günümüzde bundan en iyi biçimde yararlanmaktadır. En görkemli sınıf ve kitle hareketini dahi eninde sonunda dizginlemekte ve denetim altına alabilmektedir. Tek başına Tunus ve Mısır ayaklanmasının dersleri, bunu fazlasıyla doğrulamaktadır. Ancak o bunu yaparken kirli manevralara başvurmadan edemez. Örneğin, yığınların bilincinin hamlığından da yararlanarak, onların dikkatini yüzeydeki sorunlara çekmekte, onların bilincini bulandırıp hedef şaşırtmaktadır. Bugün Syriza konusunda da bu aynı kirli ve aldatıcı manevrayı devreye sokmuştur. Syriza’yı sistem karşıtı bir tehlike olarak propaganda etmektedir. Bu maksatlıdır ve tüm amaç sistem karşıtı tepkileri Syriza kanalına akıtmaktır. Bunu başarması demek, yığın hareketinin dinamizmini dizginlemek ve onu zaman içinde denetim altına almaktır. AB, AMB ve IMF ile Syriza arasındaki zıtlaşmanın gerisindeki önemli bir gerçek de budur.

Son söz yerine…

İçinde bulunduğumuz dönem bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemidir. Her yerde kapitalizm karşıtlığı çoğalıyor. Düzene karşı hoşnutsuzluk ve tepki had safhada. Tüm kapitalist metropoller, özellikle de Akdeniz şeridindeki ülkeler dur durak bilmeyen proleter kitle hareketleri ile geri ve yoksul ülkeler ise, gittikçe çoğalan halk isyanlarıyla çalkalanıyor. Sınıflar arasındaki çelişkiler yumuşamak şöyle dursun, gitgide daha da keskinleşiyor. Toplumlar tam bir gerilim hattı üzerinde duruyor. Fay hatlarında sürekli enerji, aynı anlama gelmek üzere patlayıcı maddeler birikiyor. Her şeye rağmen olayların akışı yeni sınıf mücadelelerinden yanadır. Devrim sözcüğü yavaş yavaş yeniden günlük dile yerleşiyor, devrimler yeniden güncelleşiyor.

Sadece sistemin zayıf halkalarında değil en gelişmiş ülkelerde, örneğin Avrupa’da da sosyal patlama korkusu var. Eninde sonunda bu kendisini dışa vuracaktır. Merkez ülkelerde kendi periferisinden gelecek bir yeni ve büyük sarsıntı beklentisi de var. Neo-liberal politikalar çökmüştür. Globalizm masalına artık çocuklar bile inanmıyor. Şimdi yeni politikalar, araçlar ve Syriza gibi aldatıcı ve yanılsama yaratma şansı yüksek partiler gerekiyor. Yeni barikatlar gerekiyor. İşte Syriza gelmekte olan sınıf mücadelelerini önlemenin, eşdeyişle Yunanistan'da sistem dışına taşma tehlikesi yüksek sınıf ve kitle hareketini dizginleme ve denetim altına alıp, yeniden düzene bağlamanın yeni adıdır, bir yeni barikattır.

 
§