19 Aralık 2014
Sayı: SİKB 2014/01 (50)

“Çözüm süreci” aldatmacasına devam
Kobanê, Serêkaniyê, Qamışlo ve Cezaa’da direniş
Hırsızlar hala hırsız!
Tutsaklara yayın yasağı mücadeleyle kırıldı
“Türkiye’ye biber gazı sağlamayın”
Amed’de polis Kadir Çakmak’ı katletti
“İşte ihanet, işte Türk Metal”
MESS-Türk Metal ittifakını parçalamak için…
Homurdanmaları bırakıp hesap sormalıyız!
İşçi sağlığı değil, güvencesizlik hedefleniyor!
TPAO özelleştirme kıskacında
DİSK-AR: Asgari ücretlinin alım gücü düştü
Bursa polisi Nestle’ye çalışıyor
Savaş ve yıkım bütçesine karşı binler Ankara’da buluştu
2015 bütçesi ve 13 Aralık mitingi - Alper Suat
Zafer Aydın’ın Yatağan’da gördüğü - T. Kor
CIA’in işkencehaneleri
ABD ile Küba ilişkilerinde “normalleşme” mi, kaleyi içten fethetme siyaseti mi?
İşçi sınıfı ve emekçi kitleler eylemde
Belçika’da yıkıma karşı genel grev!
İsrail katliamlarını sürdürüyor
Gericilik, baskı ve saldırganlık gençliği kuşatamayacak!
DLB: Erdal’dan Berkin’e büyüyor mücadele!
DGB’den Suriyeli göçmenlerle dayanışma
UNICEF’in kadına yönelik şiddet raporu: Malumun ilanı
Kadın kırımı sürüyor!
İyimser dostumuz Şarlo, proletaryanın onurlu palyaçosu - K. Ehram
Yaşasın 19-22 Aralık Direnişimiz!
19-22 Aralık: Tarih sayfaları arasında kızıl bir ayraç
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İyimser dostumuz Şarlo, proletaryanın onurlu palyaçosu

K. Ehram

 

Benden geriye sadece ve sadece bir şey kalır:

O da bir palyaço… Bu beni herhangi bir politikacıdan çok daha yüksek mertebeye koyar.

Charlie Chaplin

Saray soytarısı olmaktansa proletaryanın palyaçosu olmayı tercih etmiş bir adamın ölümsüz eseri oldu Şarlo, kendine has bıyığı, melon şapkası, bastonu ve koca ayakkabılarıyla modern zamanların bugün için nostaljik palyaçosu... O bir palyaçoydu doğru. Muzip, sakar, meteliksiz ve boş gezen bir serseriydi. Ama nerede bir yetim çocuk görse ona sahip çıkan, nerede bir ekmek hırsızının hırpalandığını görse onun suçunu üstlenen özlediğimiz türden belki biraz da arabesk türden bir palyaço. Bu yüzden de başına olmadık işler açarak bir yerlerden kovulmayı, dövülmeyi, hapse atılmayı başaran.

Hem öyle ağlayan palyaçolardan değil; başına gelen tüm aksiliklere, işsizliğe, açlığa, horlanmaya rağmen yüzünden asla gülümsemesini eksik etmeyen, en önce yüreğinden gülümsemeyi bilen, makyajla değil yüzünün tüm jestleri ve gözleriyle ağız dolusu gülen bir palyaço! Onun iyimserliği hayalperestliğinde, gerçeklere sırtını dönmesinde, umursamazlığında değil; asla pes etmemesinde, her şeye rağmen yaşam mücadelesine dört elle sarılmasında, yani sade proletaryaya özgü umudundadır! O umut, geleceği er ya da geç kendisi gibilerin kazanacağını bilmenin umududur.

Charlie Chaplin işçi sınıfının iyimser geleceğini beyaz perdeye Şarlo ile yansıtarak ölümsüz bir film kahramanını ve komünist bir sinemanın ilk ürünlerini böylece yaratmıştır. Sinema tarihindeki nice yüksek prodüksüyon silinip giderken kendisine üç beden büyük paspal pantolonuyla Şarlo yarınlara kendini şimdiden duyuran ölümsüz bir fenomen olmuştur. Yani eskimiş ceketiyle eskimeden kalmayı başarabilmiş bir işçi, bir züğürt, bir sıradan insan. Çünkü tarihin başından bu yana süregelen bir kavganın, yani sınıflar savaşımının izdüşümünü perdeye yansıtan öykülerin başkahramanıdır o!

Vitrinlerinde leziz yemekleriyle lüks restoranların dışında kalan aç insanların, tıkır tıkır işler gözüken makineleri çalıştıran kan ter içindeki işçilerin arasında tanıdık bir yüzdü Şarlo. Tanıdık olduğumuz türden acılar çektiği için onu yakın bulduk belki kendimize. İyi kalbi, saflığı, hesapsızlığı yüzünden sevdik onu. Ama en çok da bu acılara boyuna bakmadan kafa tutuşuyla, hayatın çetin yüzüne karşı takındığı tok tutumla hepimize gözüktüğümüzden ve bize biçilen rollerden daha fazlasına sahip olduğumuzu gösterdiği için ona inandık. Şarlo, bir serseriye serseriden, bir işçiye işçiden daha fazla olduğunu göstererek sınıf misyonunu öğretti bizlere.

Parlak şehir ışıklarının ardındaki karanlık sokaklarda, kapısı bacası dökülen derme çatma kulübelerde, yüzlerce işçinin seri üretim yaptığı dev fabrikaların tezgâhlarında gördük onu. Çünkü onun yaratıcı babası Chaplin kadrajına işçi sınıfını yerleştirmeyi kafasına koymuş bir komünistti. Kalemini endüstriyel sinemanın patronları kazansın diye değil, ezilenler gerçekleri görsün diye oynatan bir senarist. Kapitalizmin başkentinde kapitalizme savaş açan bir yönetmen. Sinemada ne yapmak istediğini çok iyi bilmekteydi ve patronun karşısında söylediği açıktı: ‘İstediğim filmleri yapmama izin verin, yoksa çeker giderim!’

Karşılıksız paylaşmanın, fedakârlığın, tüm kaybetmişliklere rağmen umudunu kaybetmemenin, özcesi ezilenlerin mağrur dünyasındaki naif değerlerin rengini dönem sinemasının kısıtlı imkânlarıyla siyah beyaza her nasılsa sığdırmayı bilmiştir Charlie Chaplin. Sistemin dişlileri arasında öğütülen kemiklerimizin çıtırtısını duyar gibi oluruz sessizliği içinde akıp giden karelerin peşi sıra sürüklenirken. Böylece sessizliğin o derin anlamı içinde görüntünün ham çıplaklığını sunar bizlere, sinemanın bakir topraklarındaki madenlerin işçisi de olur çektiği her filmde… "Sessiz filmlere kıyasla sözlüleri hiç sevmediğimi söyleyebilirim! Dünyanın en eski sanatı olan pandomimi yok edecekler. Sessizliğin büyük güzelliğini mahvediyorlar.” [1] derken sessizliği bir yoksunluk olarak değil sinemayı zenginleştiren bir şiirsel dokunuş olarak kullanmayı ilk kuramsallaştıran isimlerden biri olmuştur.

1800’lerin sonundan 1900’lerin ortalarına kadar azgınca büyüyen kapitalizme ev sahipliği yapan kendi çağının tanıklığını işçi sınıfının cephesinden üstlenerek kamerasını fordist üretim çılgınlığını, endüstriyel akıl-dışılığı, birer makine gibi kullanılan işçileri, aşırı büyüyen zenginliğin saçmalığını, orantısız kıtlığın ve sefaletin insanlığı sürüklediği uçuruma çevirmiştir Chaplin. Ve kendisi gibi hudut tanımayan tüm sanatçılara burjuvazinin doğrulttuğu “Komünizm propagandası” silahı yine onu değil burjuvazinin kendisini vurmuştur. Zira Şarlo’nun dostları için bu onu karalayan bir suçlama değil onun sanatını onurlandıran bir nişana dönüşmüştür! Kendisi bu nitelendirmeyi “ulusların geleceği komünistlerin elinde” diyerek sahiplenmiştir[2]. Biz de komünizmin şanını sanatına taşıyarak dönem burjuvazisini dün olduğu gibi bugün de titretmeye devam eden Charlie Chaplin’i ölümsüzlüğünün 37. yılında bir kez daha büyük Sovyet meslektaşı ve yoldaşı Sergey Eisenstein’in 1939’da kendisine seslenişiyle selamlayalım:

"Bu savaşa herkes kendine has silahlarla katılacaktır. Sizin silahınız, ta başından bu yana tüm dünyanın sevgisini kazanan filmlerinizdir. Bu uğurda tüm gücünüzle savaşacağınız için, insanlığın en haklı kavgasında bizimle beraber olacağınız için, müsaade edin biz de parktaki çocuklar gibi elimizi omzunuza koyup size tüm içtenliğimizle seslenelim: 'Merhaba, Charlie!...' İnsanlık uğruna daha uzun yıllar el ele yürüyelim! Bu özlemimiz bizi birbirimizden ayıran okyanusları ve faşizmin kararttığı ülkeleri alarak size kadar ulaşsın. Ülkemizde gerçekleşen ilerici düşünceler için, bizimle birlikte, ileri! [3]"

Kaynaklar:

1- Gerard Betton, Sinema Tarihi, Çev. Şirin Tekeli.

2- F. Deniz, “-Komünist olmak en doğal hakkımdır!-Sessiz çığlık: Charlie Chaplin” Kızıl Bayrak, Aralık 2012.

3- Sergey Eisenstein, Bir Sinemacının Düşünceleri, Çev. Azmi Arna, Yol Yayınları, 1975.

 
§