22 Kasım 2013
Sayı: KB 2013/45

Tasfiyeci sürecin bir ürünü olarak Diyarbakır gösterisi
Davutoğlu Washington’da günah çıkarıyor
Yeni saldırı dalgası ve sendikalar
TMMOB’ye yönelik saldırılar sürüyor…
İzzetin Doğan AKP’den servet almış!
“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
“Polisin komplolarına izin vermeyeceğiz!”
Dershanelere mahkum eden eğitim sistemi değişmeli!
Faşist saldırılara eylemli yanıt
Baskılar bizi yıldıramaz!
Feniş işçileri direnişte kararlı
SİO’da MİB çalışanlarına saldırı!
Petrol-İş’e açık mektup...

TKİP’nin 15. yıl etkinliğinde yapılan konuşma...

Parti örgütlerinden mesajlar...
TKİP’nin 15. yıl etkinliğine sol örgütlerden mesajlar...
Bursa’da direniş, devrim ve özgürlük buluşması!
Etkinliklerle özgürlük, devrim, sosyalizm mücadelesine çağrı!
Yeraltı nehirlerimizin asi damarına! - H. Eylül
Alaattin Karadağ, katledilişinin 4. yılında anıldı!
Haiti halkı yine isyanda!
Fransız burjuvazisinin sömürgeci hevesleri 
Rusya-Mısır ilişkilerinde yeni dönem
Dünyada işçi ve emekçi eylemleri
25 Kasım’da Haziran Direnişi ruhuyla mücadeleye!
“Sömürünün olmadığı bir dünya mümkün!”
­­Elif Kaya ve Burcu Koçlu’dan emekçi kadınlara mektup
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Yeraltı nehirlerimizin asi damarına!

 

H. Eylül

Bir gelenek yeniden hayat bulurken, sanki en ince ayrıntısına kadar her şey önceden düşünülmüştü. Dantel gibi örülen bir hayatın son nakışları işlenmekteydi.

Giden, kalanları tarifsiz kederlere sürükleyecek olmasına aldırmadan, bayram sabahına uyanan bir çocuğun neşesini ve huzurunu giyinecekti. Gökten boşanırcasına kurşun yağarken, gözbebeklerinde ışıl ışıl şimşekler yanıp sönecekti. Tutulmuştu tüm sokaklar. An, veda için en zamansız vakitti.

Öylece, mağrur ve sessiz yatarken, ne üstüne örtülen gazete kâğıtları ne de o zifiri karanlık gizleyebilmişti. Usulca uzanmıştın geceye. Gecenin koynunda kan kırmızı çiçekler açmıştı.

Son görevini tamamlamış olmanın rahatlığıyla uykuya dalmıştın. Sen tatlı bir düşteyken, avuçlarımızdan bir yıldız daha kaymıştı. Göğüs kafesimizde bir yürek daha çarpmaz olmuştu.

İstanbul bu kez seni yazmıştı; duvarlarında gölgeni, sokaklarında ayak izlerini bıraktığın İstanbul’un, İzmir’in duvarları, bu kez seni!..

İçin rahat olsun, kurutamayacaklar yeraltı nehirlerini. Beslendikleri damarı kurutamayacaklar. O hünerli ellerinle yoğrulan kavganın harcında hasretin var. O yıkılmaz eseri sağlamlaştıran adanmışlığın var. Sevgi var, uğruna can feda ettiğin. Bilinir ve anlatılır, ne depremlerle, ne tufanlarla sınanmıştır. Şimdi hangi fırtına yıkabilir?

Geride kayıp adresler, dile gelmemiş hatıralar var. Saklı kalan ne varsa, hepsi hüznün izahı olmayan sebebidir. Yükümüzde yaşanmışlıkların var, taşıması kolay değil. Hayatta kalanları olsak da ayrı çarpışmaların, ayrı hesaplaşmaların, bir can borcu daha taşıyacağız artık üzerimizde.

Yüklendiğimiz o ağırlıklardan yorulunca, yola çıkarılan engellere takılınca, başımız bir yoldaş omzu arayınca, üzerine gelen kurşunları bile paylaşmayan seni/sizleri arayıp, gülüşünde konaklayacağız.

Sonsuz bir uykuya daldığın gece şahittir. Üstüne yorgan yaptığın yıldızlar şahittir. En haklı, en yalansız ve uğruna tereddütsüz ölünebilecek en kutsal davamızın zafere ulaştığı an, sizlere verilmiş sözümüzdür.

Ey devrimin uslanmaz çocuğu... Ey yeraltı nehirlerimizin asi damarı... Yokluğunla bir büyük boşluk bıraktın ardında. Kaç kuşatma geçecek sensiz. Daha kaç abluka yarılacak, kaç pusudan çıkılacak ve daha kaç kez vurulup düşülecek, tıpkı senin gibi!

Ey bahar gülüşlüm! Ey tebessümünün masumluğu kadar temiz ömrünü kanla yıkayanım! Vakit böyle erken geldi demek. Ah yalnız yürümeye ve yalnız savaşmaya alışkın yoldaşım! Ömründeki tek hırsızlığı çiçek çalmak olan sen, geride kaç yoldaşını gülsüz bıraktın.

Bilesin, son hediyen gül kokan bir özlemdir.

Hala yan hücreden kulağıma türküler fısıldıyor sesin. Rüzgârla bir olup esiyorsun üstüme üstüme. Sarılıyorum sımsıcak hatırana. İçimi ısıtıyorsun, yakıyorsun. Tutuşan hasretinle kül oluyorum.

Hani o çok sevdiğin, senin gibi dövüşürken düşen devrimciye atfedilen türküdeki gibi vedalaştın kalanlarla. Son tetik düştüğünde, bedenine son mermi saplandığında, nefesini son kez alıp verdiğinde, gözlerini son kez kapattığında, kuşatıldığın son sokak, yarıp çıkamadığın son abluka olurken, bu kez geride ömrünün kalanını bıraktın. İşimiz daha bitmemişken, davamız henüz zafere ulaşmamışken, yaşanmamış kavga dolu yıllarını bize bıraktın. Bizi sensiz bıraktın. Şimdi hangi karanlık katlanılmaz senle. Hangi soğuk namlu korkutabilir.

Vedasız ayrılıkların yolcusu, yoldaşım! Yitip giden parmaklarının nasırını saklıyoruz ellerimizde. Öfken, öfkemizde demleniyor. Yokluğun içimizde büyüyor.

Ey sessiz sedasız sırasını bekleyenim. Sırasını beklerken ilerleyenim. Uğruna huzurla ve gururla ölünebilecek davamın sıra neferi! Ey ne başı önüne, ne de yüzüne yılgınlığın gölgesi hiç düşmemiş, tutan mayanın müjdecisi, yoldaşım! Yolumuz sizinle aydınlanacak.

Devrime akan zaman, kul olmaktansa kül olanların mevsimini yaşatıyor şimdi. Belli ki bu vakitler bereketlidir toprak. İmrenilen ölümlerden belli... Kıskanılan hayatlardan... Değil, o vakit sonbahar değil. Dört mevsimden hiçbiri de değil başlayan. Sadece yeni bir ülke değil, yeni bir dünya kurulacak bu mevsimin sonrası.

Bu Külbahar mevsiminde, Anka kuşları kanat çarpıyor hala tüm Asi nehirlerin üstünde. Bunun habercisidir 19 Kasım gecesi patlayan silah sesleri. Bunun habercisidir içimize akan gözyaşı.

 

 

 

 

 
§