“Komünist olmak en doğal hakkımdır!”
Sessiz çığlık:
Charlie Chaplin...
16 Nisan 1889’da Londra’da doğan Chaplin, yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Ailesi de çeşitli gösteri sanatları ile ilgilenen Chaplin, oyunculuk yaşamının ilk yıllarında kısa filmlerde rol aldı. Kapitalizme karşı net bir şekilde komünist olduğunu dile getiren devrimci sanatçı, yaptığı filmler aracılığı ile kitlelere mücadeleyi aşılamaya çalıştı.
Şarlo’da umuda dönük yön
Chaplin, yapıtlarında hem tek tek kişiler şahsında hem de bir bütün olarak topluma en zor koşullarda bile mücadele edilebileceğini göstermiştir. Kapitalizmi ve sanayileşmeyi en iyi anlattığı film olan Modern Zamanların bitişinin “Neşelen biraz, asla ölümden bahsetme, başaracağız!” sözleri olması buna bir örnek olarak verilebilir. Büyük Diktatör filminde ise savaşın eşiğinde olan askerlere “Askerler, kölelik uğruna dövüşmeyin. Özgürlük için dövüşün!” diye çağrıda bulunmuştur.
Topluma verilen umut dolu mesajlar Chaplin’in bir yönü iken diğer bir önemli vurgusu ise faşizm karşıtı tutumudur. Büyük Diktatör filminde yaptığı konuşma ile bu yönünü açıkça ortaya koymuştur. Bu yüzden ABD’de komünist olarak nitelendirilmiş ama kendisi bu nitelemenin doğru olduğunu “ulusların geleceği komünistlerin elinde” diyerek belirtmiştir.
Tüm bu yönleri ile düşünüldüğünde Charlie Chaplin günümüz sanatçılarına da yol göstermektedir. Sanatçının toplum içerisindeki ilerici-devrimci yönünün nasıl ortaya konulması gerektiğine canlı bir örnektir. Chaplin’in yaşamından öğrenilecek diğer bir yön politik sanatı kapitalist kar hırsından uzak bir biçimde yani hiç bir kar amacı gütmeksizin yapmasıdır. Bu yönü ile Chaplin’in yaşamı, devrimci-komünist sanatçılara yönelik sorulan “sanatı piyasaya açmazsanız nasıl yaşarsınız?” sorusuna verilmiş açık bir yanıttır.
Charlie Chaplin’in, büyük bir kitle tarafından bilinmeyen diğer yönü de besteci ve müzik adamı olması yönüdür. Devrimci sanatçı yaptığı filmlerin müziklerini kendisi ve Carl Davis yapmıştır. Ve bu müzikler albüm haline de getirilmiştir. Bu özellik, yani sanatçı ise sanatın, bilim insanı ise bilimin birden fazla yönü ile profesyonel olarak ilgilenebilmek Charlie Chaplin’in yaşadığı dönemin önemli özelliklerindendir. Ayrıca bir çok filminin hem senaristi hem de yönetmenidir.
Chaplin sosyalizme aittir!
Charlie Chaplin Modern Zamanlar filminde sermayenin işçi sınıfını makinalaştırmasını eleştirmişti. Filmde işçiler kendi türünün özelliklerine yabancılaşarak makinenin bir parçası haline gelmeye başlamışlardı. Bugün de yaşandığı gibi. Chaplin sermayenin, fabrikalarda işçi sınıfına yönelik saldırılarını eleştirirken Gio-Goi gibi bir tekstil sermayesi Chaplin’in resimlerini tişörtlere basarak, belki aynı, belki benzeri sömürü yöntemleri ile o tişörtleri üreterek Chaplin üzerinden rant elde etmektedirler. Sermayeye karşı olan Chaplin’den, sermaye biriktirmek için faydalanmaktadırlar. Burjuvazinin bu ikiyüzlü tutumu diğer devrimci önderler ve sanatçılar üzerinden olduğu gibi Chaplin üzerinden de yaşanmaktadır.
Chaplin tüm yaşamı ve günümüze bütün güncelliği ile bıraktığı eserleri ile sosyalizme aittir. Bugün hala devrimciler güncel gelişmeler üzerinden O’nun eserlerini anmakta, onun eserlerini işçi ve emekçilerle buluşturmaktadır. O bugün emekçilere, emperyalist işgal gündeme geldiğinde Büyük Diktatör’ü, işçi sınıfına dönük saldırılar gündeme geldiğinde Modern Zamanlar’ı hattırlatmaktadır. Bu yönü ile Chaplin sermayenin ellerinde değil devrimcilerin mücadelelerinde yaşayacaktır, yaşatacağız. Anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.
F. Deniz
Biz hücrelere sığmayız...
“F tipi film” ve “Simurg”
Filmin sonunda yoldaşları ölüm orucu direnişçisine hapishanedeki imkânlarla eldeki uygun malzemeleri kullanarak (eski gazete, poşet, limon vb. ile), yoldaşlarına not göndermek için, eğip bükerek elde ettikleri bir top atıyor. Topla gelen notta “Seni çok seviyoruz / yoldaşların” yazıyor. Notu okuyan direnişçi, hücrelere sığmadıklarını söylüyor. Tutsaklar hücrelere sığmıyor. Hücrede tek başına olsalar da yalnız değiller. Öyle ki, insanlar dışarıda kalabalık içinde yapayalnız kalırken, tutsaklar hücrelerde, yoğun bir tecrit saldırısına maruz kalmalarına rağmen yalnız değiller. Yalnız kalmamak, tek başına ele alınacak olsa bile, büyük bir direniştir.
Tutsakların direnişi yalnız kalmamakla sınırlı değil. Mekansal anlamda tecriti kırmak ve işkencenin son bulması için gösterilen direnişin doğrudan bir sonucu yalnız kalmamak. Direniş sadece ölüm orucu direnişi, ayakkabı çıkarmamak vb. değil, yaşamın her alanında bir direniş var. Hücrede bir iki dakikayı geçmeyen bir süre 1 Mayıs marşını kemanla çalmak için harcanan emek, çok önemli bir direniştir. Duvarları ayak izleriyle donatmak aynı direnişin bir parçasıdır.
Filmde dramatik sahneler de var. Bu sahneler yaşanan gerçekliğin sadece bir parçası. Bu da hücre gerçekliğini gözler önüne seriyor.
Simurg filmi ise daha dramatik. Çünkü gerçekliği olduğu gibi gözler önüne seriyor. Bunu, senaryoyla değil, birebir yaşananı göstererek yapıyor. Filmde bir anlatım kurgusu var ama senaryo yok. Oyuncu da yok. Oyuncu demek gerekirse, oyuncular bizzat ‘96 Ölüm Orucu ve Süresiz Açlık Grevi direnişini yaşayan gaziler ve şehit düşenlerde dahil Küçükarmutlu direnişçileridir. Simurg filmini izleyenler gözyaşlarına hakim olamıyor. Gözyaşı dökmemek için Simurg gibi filmlerin çekilmemesi değil, filme konu olan zulmün yaşanmaması gerekiyor. Zulüm devrime kadar sürecek. Ama zulüm sadece içerden değil, asıl olarak dışarıdan yükseltilen mücadeleyle engellenir.
Simurg filmi birebir vermiyor ama filmin toplamına ve sürece bir bütün olarak bakılmasını sağlayarak, dışarıda mücadelenin yükseltilmesi gerektiğinin mesajını veriyor.
19 Aralık öncesinde ve sonrasında gösterime giren bu iki film, bir anlamda birbirini tamamlıyor.
M. Kurşun
|