17 Ağustos 2012
Sayı: SYKB 2012/33

 Kızıl Bayrak'tan
Clinton’un Türkiye ziyaretinde Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale ve yeni
saldırı planları masaya yatırıldı
Emperyalistler Suriye’yi boğazlamaya hazırlanırken
Polis cinayetlerine ve
çürümüş düzene karşı mücadeleye!
Çürümüş eğitim sisteminin en iyi temsilcilerinden Yusuf Devran’dan
yeni icraatlar
Senkromeç direnişinde 2. hafta!
Haklarımıza ve sözleşmemize sahip çıkalım
Başöz Enerji İşyeri Baştemsilcisi Sami Özcan ile 2012-2014 MESS Grup TİS
süreci üzerine
Gedik Kaynak fabrikasında işten atılan Hikmet Şahin ve Kemal Güzel ile
konuştuk
“Havzada örnek bir direniş öreceğiz!”
“Biz başarırsak diğer işçiler de
uyanacak!”
Tez-Koop-İş Sendikası İzmir Şube ve Genel Merkez arasında yaşanan tartışmalara dair
9.Mamak Kültür Sanat Festivali başarıyla gerçekleşti!
Festival tam bir seferberlik oldu!
Bir ‘an’lık duyguyla,
sanat üzerine kısa kısa
Suriye, Arap solunu bölüyor
Nicolas Dot-Pouillard
Varsın üç maymunu oynasınlar,
gerçekler onların suratına çarpacak!
TMMOB üyelerinden
Malatyalı’ya destek!
Üniversiteler açılıyor, cemaatler iş başında!
Harçlar kalkacak, sınav sistemi değişecek... Ya başka?
Sınıf edebiyatına giriş
Bir bardak temiz su bile sosyalizmde!
Sacco ve Vanzetti’yi
saygıyla anıyoruz
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalistler Suriye’yi boğazlamaya hazırlanırken...

Mücadele sahnesi emekçileri bekliyor!

 

ABD emperyalizmi ile yerel tetikçileri Suriye’de yeni bir safhaya geçmenin hazırlıklarını yapıyorlar. Bakan H. Clinton’ın Türkiye ziyareti bunun açıktan bir ifadesiydi. H. Clinton’ın yolunun son beş ayda üçüncü kez Türkiye’den geçmesi elbette boşuna değil. Suriye’ye yönelik emperyalist planların hayata geçirilmesinde, AKP iktidarına başından itibaren belirleyici bir misyon biçilmişti. Geçtiğimiz aylar boyunca düzenin resmi ağızlarından saçılan kudurganlık, burjuva medyanın dört koldan yürüttüğü kara propaganda, Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu gibi emperyalizmin giderek canavarlaşan döllerinin doğumunda etkin rol oynamak vb. uğursuzluklar, bu misyona sadakatin başlıca yansımalarıydı. Son haftalarda ise medyaya, Türk devletinin gayriresmi görevlilerinin Suriye’deki tetikçi grupları eğitip silahlandırmaktan öteye geçtiklerine, bizzat yerinde emir-komuta ettiklerine dair haberler düşmeye başladı.

Bu saldırganlığın Türkiye’de AKP’den öteye tüm sermaye düzenini, bütün düzen cephesini bir şekilde bağladığı, sermaye medyası üzerinden açıkça görülebilir. Afganistan’dan, Irak’tan, Libya’dan sonra şimdi Suriye’de bir kez daha emperyalizmin ve yerli sırtlanların vahşi av belgeseli izletiliyor dünyaya. Hedefte yine uzun onyıllar boyunca hükmetmiş bir dikta rejimi olduğu için sınıf ve emekçi kitlelerden sinema izleyicisi sükuneti bekliyorlar. Dünyadaki ağabeyleriyle yarış halindeki Türkiye’nin düzen medyası bu uğurda elinden gelen her türlü iğrenç marifeti sergiliyor. Güya en tarafsız TV kanalları, hatta Türkiye’deki düzeniçi dalaşmada dinci-gerici histerinin gadrine uğrayan burjuva basın odakları dahi AKP ile ağızbirliği içinde kusuyorlar zehirlerini. Sadece ülkemizde değil, dünya genelinde eşgüdümlü bir kirli propaganda savaşı yürütülüyor. Bu kadarı yalnızca burjuvazinin TV’lerden gazetelere, radyolardan internetine elindeki propaganda araçlarının gücünü, önemini anlatmıyor. Propaganda aygıtları üzerinden yapılanlar, aynı zamanda savaşın öncelikle bu alandan başlatılıp derinleştirildiğinin de çarpıcı bir göstergesidir.

Öte yandan bu planlar karşısında dişe dokunur bir tepki gelişmedikçe, emperyalist savaş makinasının ivme kazanmasının önünde herhangi bir engel bulunmuyor. Afganistan ve Irak’a yönelik saldırı ve işgallerin ardından emperyalizmin batağa saplamış olması, onu bir dönem için yavaşlatsa bile sonraki maceralarından vazgeçirmedi. Hele de bir yandan IMF itirafıyla giderek derinleşen ekonomik kriz, buna paralel kızışan emperyalist hegemonya savaşı koşullarında bu hiç mümkün değil. Buradan Tunus ve Mısır’daki devrimci halk isyanlarının esinlendirmesiyle kaynaşan Arap halklarına, özgürleşmek yerine dayatılan akıbetin ne olduğu da okunabilir. Nitekim bölgenin sürüklenmek istendiği karanlık gelecek, Libya ve Suriye üzerinden bütün açıklığıyla görülmektedir. Halihazırda 5’inci yılında derinleşerek süren iktisadi krizin, şiddetlenen emperyalist hegemonya mücadelesinin ve ülke ülke sürdürülen savaşların yanısıra “dünyada yeni bir bunalımlar, savaşlar, devrimler dönemi”ne girildiğinin belirtilerinden biri olarak değerlendirilebilecek Arap halk isyanlarının yarattığı esin emperyalistler tarafından darbelenmiş bulunuyor. Böylelikle biz, bu esinlenmeyle başlamış Suriye’deki çalkantıların, devrimci önderlik boşluğu koşullarında nasıl saptırıldığının ve yedeklendiğinin yeni bir örneğine tanık oluyoruz.

Zorba diktatörlük rejimlerine karşı uzun on yılların toplumsal patlama birikimlerinin kontrol altına alınması, dahası yeniden paylaşım planlarına alet edilecek biçimde yozlaştırılması, emperyalizm için bulunmaz bir nimettir. ABD emperyalizmi böylelikle savaş arabasını yeniden yola koymanın olanağını bulmuş, emperyalist hegemonya mücadelesinde geçtiğimiz on yıl içinde yaşadığı sıkışmayı hiç değilse bugün için aşacak fırsatlar yakalamış bulunuyor. İran-Suriye-Lübnan eksenini bölgesel çıkarlarının dayanağı sayan Rusya ve Çin’in, Suriye’deki süreç boyunca yapabildikleri, emperyalist nüfuz savaşımı planında kısa vadede yapabileceklerinin sınırını göstermektedir zaten. Bu koşullarda ABD emperyalizminin Libya’nın ardından Suriye üzerinden yakaladığı avantajları değerlendirmemesi için hiçbir neden yoktur. ABD açısından son kertede Suriye’de hedefine ulaşması, sürecin halklar arasında boğazlaşmaya, giderek bölgesel bir savaşa yol açması vb.nden daha önceliklidir. Ayrıca emperyalizmin ’90’ların başından bu yana Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya bölgelerindeki temel siyaseti etnik ve dinsel ayrımları derinleştirerek düşmanlığı körüklemek, sonuçta da halkları birbirine boğazlatmak olageldi. Bu gerçek olduğu gibi orta yerde duruyorken, bugün ciddi ciddi bundan kaygı duyulduğunu iddia etmek abesle iştigaldir.

Kaldı ki hedefin İran-Suriye-Lübnan ekseni olduğunu cümle alem bilmektedir. Geçtiğimiz haftadan bu yana İsrail’in sonbaharda İran’a saldırı planı gündemiyle çalkalanmasını da bundan ayrı değerlendiremeyiz. Başkanlık seçimleri dolayısıyla ABD yönetiminin buna şimdilik sıcak bakmıyor oluşu, yalnızca zamanlama konusundaki bir anlaşmazlığın ifadesi sayılır.

Bugüne kadarki kudurganlığı ve üstlendiği rol gösteriyor ki Türk sermaye devleti, emperyalizmin bölge için hazırladığı boğazlaşmada iplerini tümüyle ABD’ye teslim etmiş durumdadır. Libya ve Suriye örnekleri, dinci-gerici iktidarın emperyalizme taşeronlukta ve tetikçilikteki hevesine yeni bir ayna tutmuş oldu. Bu elbette bir yandan ekonomiden siyasete, medyadan askeri güce kadar her şeyiyle ABD emperyalizmine gebelikten geliyor. Bir başka ifadeyle dinci-gerici akım, bugüne kadar ele geçirdiği mevzileri korumanın en başta borç bağımlısı ekonomiyi ayakta tutmaktan, dolayısıyla ABD emperyalizminin kucağından ayrılmamaktan geçtiği bilinciyle hareket ediyor. Taşeronluk ve tetikçilik tutkusunun diğer yanında ise emperyalizmin yerel vasalı olarak bölgede lider ülke olmak gibi tarihsel bir heves var. Fakat bunun sadece bir heves olmadığından, aynı zamanda Kürt sorunu gibi geleceğini tehdit ettiğini düşündüğü bir dinamikle baş etmenin yolu olarak değerlendirdiğinden de kuşku duymamak gerekir. Güney Kürdistan’ın Kürt halkında yarattığı umutlar, şimdi Suriye parçasında yaşanan durum ve Kürt hareketinin son dönem eylemleri halihazırda AKP’yi zorlayan başlıca faktörlerdir. Yanısıra bölgesel kaos ortamında Kürt sorununda yaşanabilecek olası gelişmelerden duyulan korku, Türkiye’deki burjuva cepheyi ABD’ye çok daha sıkı yapışmak konusunda birleştirmektedir de.

Bu cephenin karşısında sözü edilebilir bir güç sahneye çıkmadı. Oysa Suriye’nin kanını içmek isteyen tüm “dostlar”ı başından itibaren büyük bir sahne performansı sergilediler. Bu arada Suriye halkı başka hiç çözüm yokmuşçasına bir yandan çürümüş Baas rejiminin ayakta kalmak için tüm yıkıcı gücünü kullanışına, diğer yandan ABD emperyalizminin tetikçiliğine soyunan ÖSO’nun vahşetine mazhar oluyor. Ölümden, yıkımdan, acıdan derlenmiş faturayı yoksul Suriye halkı ödüyor. Meydan kan içici “dostlar”a bırakıldığı koşullarda, bu faturanın daha beterlerinin tüm bölge halklarına dayatılması, bölgenin bir halklar boğazlaşması arenasına dönüştürülmesi kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye işçi sınıfına ve emekçi kitlelere faturadan ağır bir pay biçildiğinden hiçbir kuşku duyulmamalıdır. Nitekim sınıf ve emekçi kitlelere yönelik yeni saldırı dalgaları bunun şimdilik gündeme getirilmiş bölümüdür. Bu saldırıların hayata geçirilmesinde burjuvazi cephesinden taşınan kararlılık, polis vahşetlerinin tırmanışından, toplumsal eylemlere yönelik saldırganlıktan, yargı reformu maskesi altında ağırlaştırılan yasal cendereden vb. görülebilir.

Salt Türkiye’de değil, dünya çapında işçi ve emekçi kitlelerin Suriye meselesinde büyük oranda edilgenlik içine itilmiş olmaları, hatta önemli bir kesimin kara propagandanın etkisi altında kalması, emperyalist pervasızlığın önemli bir kaynağı durumundadır. Böyle devam ettiği müddetçe emperyalist zorbalar ve bölgesel tetikçileri sahnede diledikleri gibi at koşturacak, bölge halklarının geleceğini etnik ve dinsel düşmanlıkların karanlığına sürüklemeye, bölgeyi kana boğmaya ve hakları köleliğe sürüklemeye devam edeceklerdir. Ta ki işçi sınıfı ve emekçi kitleler mücadele sahnesinde tarihsel misyonları ve toplumsal-siyasal sorumluluklarıyla yer alana dek...